“Küçük çiftçiyi düşünen yok. Bunları televizyonda anlatın. 14 ineğim var. Ahır çöktü çökecek. Yeni ahır yapmak için destek istedim. Her yer kapı duvar. En son başvurduğum yerde 90 bin lira vermek için 200 bin lira teminat istediler. Teminatı için inekleri satsam, yeni ahıra koyacak inek kalmayacak. Ahırı yaptırmasam ineklerin üstüne çökecek yine inek kalmayacak. Gelin siz işin içinden çıkın.”

Bu cümleleri Kars’ın Susuz ilçesinde bir bakkaldan alışveriş yapan bir köylüden duydum. Benden yaşça küçüktü ama ağaran saçları, kavruk teninde belirmiş çizgiler onu olduğundan yaşlı gösteriyordu.

Milyonlarca küçük çiftçinin sorununu ve Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazı o kadar iyi özetliyordu ki benim ne zekam ne ekonomi bilgim bunu çözmeye, ikna olabileceği bir cevap vermeme yeterdi.

“Biz söylemesine söyleriz de bunun size bir faydası olur mu emin değilim” karşılığını verdim.

Tatmin olmadığı her halinden belliydi, kaşlarını çatıp, arkasını dönüp gitti.

Ya ilgisiz kaldığımı düşünüp bana kızmıştı ya bu çıkmaz nedeniyle öfkesi çok büyüktü. Son dönemlerde gittiğim her Anadolu şehrinde benzer serzenişlerle karşılaştığımı, bunun Türkiye’deki yaygın bir durum olduğunu anlatsam biraz diner miydi ki öfkesi?

Akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ekranlardaydı. Yeni bir Anayasa’yı tartışmanın zamanı geldiğini belirtip, şöyle diyordu: “Esasen sorunların kaynağı 1960’tan beri darbeciler tarafından yapılan anayasalar olduğu açıktır. Ne kadar değiştirirsek değiştirelim bu vesayet izini silmek mümkün olmuyor.”

Çok merak ettim: Acaba, o öfkeli çiftçi Erdoğan’ın sözlerini duyunca ahır ve inek çıkmazının kaynağının da darbe anayasaları ve vesayet olduğunu düşünüp, biraz olsun öfkesini dindirmiş miydi?

İster düşünsün, ister düşünmesin, büyük ihtimalle siyasetimiz, medyamız, gazetecilerimiz bir süre daha o çiftçinin çıkmazına kulak tıkayıp “Erdoğan Anayasa değişikliği ile neyi kastetti” sorusuna yanıt arayacak.

★★★

Erdoğan’ın Anayasa değişikliği ile ilgili açıklamalarını Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün sosyal medyada paylaştığı mesaj izledi. Açıklamayı “müjde” sayan Gül şöyle yazmıştı:

“Hukuk reformumuzun temel hedeflerinden biri olan yeni, sivil ve demokratik bir anayasayı hayata geçirmek; geleceğimize, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras olacaktır.”

Gül’ün bu mesajı attığı sırada, her sivil ve demokratik Anayasa’da “temel bir insan hakkı” olarak verilen “toplu gösteri ve yürüyüş hakkı”nı kullanan bir grup Boğaziçi üniversitesi öğrencisine polis sert müdahale ediyordu. Polisler, 2.5 milyon öğrencinin girdiği bir sınavda ilk iki ya da üç bin öğrenci arasına giren gençlere “başını ey”, “toplu yürüme” gibi talimatlar vermeye kalkışıyordu.

Kanaatimce Susuzlu çiftçinin “ya inek ya ahır” çıkmazı neyse, Bakan Gül’ün adaletinden sorumlu olduğu Türkiye için “ya sivil ve demokratik bir anayasa ya polis dayağı” çıkmazı da oydu.

★★★

Şimdi gelelim “Erdoğan’ın Anayasa değişikliği hamlesinin ne anlama geldiği” sorusuna.

Cumhurbaşkanlığı’nda bu soruya yanıt verebilecek en yetkin isme sordum: “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş seçenekler dahilinde mi?”

Çok net bir şekilde şu yanıtı verdi: “Hayır. Yeni anayasanın iki kırmızı çizgisi Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve üniter devlet olacak.”

TBMM’de Anayasa değişikliği teklif etmek ve Anayasa değiştirmek için 360 oy gerekli. Cumhur İttifakı’nın bu kadar oyu bulunmuyor.

Muhalefet de Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde değişiklik yapılmayan bir Anayasa değişikliğine destek vermiyor.

Peki bu durumda ne olacak?

Muhalefetin “Türkiye masası” davetini reddeden iktidar “masaya davet” kartını muhalefetten almaya çalışacak. Muhalefet gelmezse “bakın masadan kaçan onlar” diyecek. Gündem bir iki hafta Anayasa üzerinde tutulmaya çalışılacak.

Susuzlu çiftçi inek ve ahır çıkmazını çözme arayışları o gündem arasında kaynayıp gidecek.