10 Nisan 2021 Cumartesi akşamı Ankara’da tuhaf bir hava vardı.

Gökyüzü kızıla kesmiş, rüzgar kesilmişti. Çocukluğumun kış akşamlarından anımsadığım bir dinginlik kaplamıştı her yeri. Yine çocukluğumun kışlarından kalma bir ayazı burun deliklerimde hissediyordum. Bir de kar kokusunu...

Şair Orhan Veli’yi bahar havası mahvedermiş. Beni de biraz önce anlattığım havalar mahvediyor.

Çok derin bir “geçmişe özlem” yaşıyorum o havalarda. Sıkıştığımızda sırtımızı yaslayabildiğimiz yoksul ama çektiği çilelerle bilgeleşen, nüktedan, türkü söyleyebilen insanların bol olduğu yılları anımsarım.

Yine öyle oldu. Aklıma babamla iki saat önce yaptığımız sohbet geldi.

“Ne yapıyorsunuz” dediğimde “Annen kömbe – bir çeşit ekmek - yapıyor, ben de bana da düşer diye pişik – kedi-  gibi yanında oturuyorum” demişti.

“Fazla yeme” diye uyarmıştım ama o beni dinlemeyip, “Annen yoğurt da çalmış (mayalamış). Gel bir ara götür” demişti.

Hiç vakit kaybetmedim. Annemle babamı ziyarete gittim. Vardığımda ikisini birden Kars’ın Susuz ve Ardahan’ın Çıldır ilçelerinde çekilmiş videolarını izlerken buldum. İçeri adım atar atmaz kardeşim, “İyi ki geldin, memleket videolarını izleyip ağlaşıyorlar” dedi.

Belli ki babam da bu havalardan etkilenip benim gibi geçmişe özlem duymuştu.

Videoları birlikte izledik. Babamla en kısa zamanda memlekete gitmeyi kararlaştırdık.

Ben eve dönerken annem elime bir paket tutuşturmuştu. Alta yeni mayaladığı bir kavanoz yoğurdu, üste de yeni yaptığı ekmeği koymuştu. Arabaya bindiğimde yoğurt dökülmesin diye poşeti yanımdaki koltuğa koydum ve emniyet kemeriyle bağladım. Neticede çok kıymetli bir emanetti ve eve kadar sağ salim götürmeliydim.

Biraz ilerledikten sonra poşetten gelen ekmek kokusuna dayanamadım. Kenara çekip ekmekten bir parça kopardım ve yemeye başladım.

Zamandan, mekandan kopup gitmiştim. Memleketin can sıkıcı meseleleri, siyasetçilerin öfkeli yüzleri, bağrışmalar çok uzakta kalmıştı. Eve geldim, ilk iş yoğurdun kapağını açmak ve kömbeden kopardığım başka bir parçayı yoğurda daldırmak oldu.



★★★

48 yaşında olmama rağmen, anne babasından hediye almış bir çocuk gibi mutlu olmuştum. Bu inanılmaz bir duyguydu. Kar kokusu, ana kokusu, sıcak ekmek kokusu sayesinde dünyanın en mesut insanıydım.

Kendi kendime, “İnsanı bu kadar kolay mutlu eden şeyler varken bazı insanlar neden hep mutsuz, öfkeli, kin dolu olabiliyor?” diye sordum.

Bu soru benim için de geçerliydi. Bu kadar kolay mutlu olabilen bir insanken, son zamanlarda neden hep böyle mutsuz ve gergindim ki?

Dijital teknolojileri kullanamadıkları için mektup yazan ve yaşadıkları sıkıntıları paylaşan emekli okuyucularımı düşündüm. Bir de sosyal medya platformlarından mesaj gönderen işsiz ve parasızlık çeken gençleri. Onlar orada dururken, yapay gündem maddelerinin esiri edilen bir gazeteci nasıl mutlu ve sakin olabilirdi ki?

Sanırım sorumun yanıtını Yılmaz Güney yıllar önce vermişti:

“Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili, biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık çünkü. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...”

★★★

Gece vakti, biraz da iş gereği, kendimi yine haberlere bakarken buldum. Bilgisayar ekranımdaki fotoğrafta Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, annesi Saliha Gül’ün tabutuna omuz vermişti.

Abdulhamit Gül


Gözyaşlarını tutamamıştı. Biraz önce annesi tarafından çocuk gibi mutlu edilmiş biri olarak, yaşadığı acıyı içimde hissettim.

Hiç şüphem yok: Abdulhamit Bey’in o anda yaşadığı acıyı hafifletebilecek tek şey, annesiyle ilgili anılarıydı. Kendisine başsağlığı, biricik annesine rahmet diliyorum.

★★★

Rus yazar Maksim Gorki, “Çocukluğum” isimli romanında “hüzün” ve “sevincin” insanın içinde yan yana, hatta birbirinden ayrılamayacak gibi durduğunu yazar ve şöyle der:

“Fark edilmesi zor, akıl almaz bir hızla birbirlerinin yerini alırlar.”

İnsandan kastettiği şey “iyi insan” olsa gerek. Neticede ben nasıl yer değiştirdiklerini dahi fark edemeden, sevinçli başladığım akşamı hüzünlü bir gecede tamamladım.

Bu vesileyle size de hüznü ve sevinci yan yana yaşatabilen ve o duyguları paylaşabilen, sırtınızı yaslayabileceğiniz, mutluluk veren “iyi insanlarla” dolu bir ömür diliyorum.