Birkaç günlüğüne Türkiye’nin haline dışardan bakma şansı buldum.

Ne yazık ki fotoğraf pek parlak değil:

Hukuk devletinin tam anlamıyla işlemediği, hukukun gücünün değil güçlünün hukukunun geçerli olduğu, haliyle “adaletsizlik” hissinin zirveye çıktığı ortada.

“Mafya-siyaset-sermaye üçgeni” ülke yönetiminde yargıdan ve yürütmeden yoğun bir şekilde “rol çalmış”.

Sedat Peker’in ortaya attığı, çoğu suç itirafı olan iddialar, hukuk devletinin işlemediğini, mafya-siyaset-sermaye ilişkisinin bu durumdan faydalanarak “hukuk dışı” yollara başvurduğunu bütün çıplaklığıyla önümüze sermiş.

Ne yazık ki işaret ettiği isimlerin, birtakım suçlara karıştığı son derece açık olduğu halde, şu ana dek biri dahi hesap vermedi.

Sadece bir iki gazeteci hedef yapılarak ve adeta “vurun gazeteciye” tavrı sergilenerek, asıl aktörler perde gerisinde saklanmaya devam etti.

Millet adına hesap sorması gereken yargımız dut yemiş bülbül gibi sessiz kaldı.

★★★

Yargımızın mafya-siyaset-sermaye ilişkisi sonucunda ortaya çıkan bu kadar kir pasa karşı böyle hareketsiz olması yetmiyormuş gibi, bir de vicdanları kanatan kararlara imza atması, sinir bozucu bir hal aldı.

Antalya Elmalı’da yaşanan olayı anımsayın: Yedi ve on yaşında iki kardeş. Anneleri ve üvey babalarının yarattığı bir kabus filminde kurban durumunda kalmışlar. Başlarına geleni açık açık anlatmışlar, yetmemiş kan donduran resimler çizmişler. Buna rağmen failler “deliller toplandığı ve çelişkili beyanlar olduğu” için serbest kalmış.

Gazeteciler, Cumhurbaşkanı’nı eleştiren sosyal medya mesajı paylaşanlar, sonuna dek tutuklu yargılanırken, çocuk istismarcısı canavarlar için “tutuksuz yargılama” esas olmuş.

Siz onu o gariban mağdur çocukların külahına anlatın!

★★★

Artık, Türkiye’de yargının en üst seviyesinde bulunan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan dahi isyanda: “Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerinin uygun bir şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde hukuk dışı olayların ortaya çıkması kaçınılmazdır.”

Hukukun gücünün değil, güçlünün hukukunun etkin olduğu yerlerde Zühtü Arslan’ın da dikkat çektiği gibi, kaçınılmaz olarak hukuk dışı güçler devreye giriyor.

Sedat Peker’in ortaya saçtığı bilgiler ve devamında yaşan(may)anlar, tam da bu “hukuk dışı olaylar” tespitini kanıtlıyor.

Düşünün, Peker’in telaffuz ettiği isimlerin yerine sıradan vatandaşlar ya da muhalifler olsa, bu ilişkiler, bu pazarlıklar, bu fotoğraflar ortadayken oturdukları koltuklarda kalabilirler miydi?

Bağımsız yargı “gelin bakalım, şu sorulara bir cevap verin” diyebileydi, kaçı elini kolunu sallayarak hiçbir şey olmamış gibi dışarıda dolaşabilirdi?

Ne yazık ki adı geçenlerin tamamı sırtlarını güç odaklarına dayadığından resmi olmayan ama fiili anlamda gözümüzün içine sokulan bir “dokunulmazlık” zırhı giymiş vaziyetteler.

★★★

Sedat Peker, ailesine yapılanlara öfkelenip ifşa etmeseydi, karanlık ilişkiler aynen sürecekti ve biz ortaya saçılanların hiçbirini, birinci kaynaktan bilemeyecektik!

Kim bilir Türkiye’de benzer ilişkilerin odağında olduğu halde iktidardaki güç odaklarıyla iyi ilişkileri sayesinde “dokunulmayan” kaç Sedat Peker var?

Kim bilir, siyasetçileri, bürokratları, yargı mensuplarını sık sık ödüllendiren, onların nüfuzundan yararlanan bu nedenle de henüz hakkında hiçbir işlem yapılmayan kaç Sezgin Baran Korkmaz var?

Kim bilir, bizim henüz bilmediğimiz başka hukuk dışı oluşumlar, hangi şirketlere, hangi arsalara, otellere çöküyor?

Ne yazık ki iktidar, ikinci/üçüncü çemberinde konumlanmış bu isimlere karşı kayıtsız kaldıkça bu “hukuk dışılık” devam edecek.

Hiç şüphem yok, millet adına hesap sorması gereken yargı, siyasal baskılardan çekindiği için bu hukuk dışılığa ortak olmaya devam ederse, millet ilk seçimlerde hem onlara, hem siyasal baskıyı yapanlara cevabı verecektir.

Bir çok yanlışa karşı olduğu gibi hukuk dışılığa karşı da tek umut millettir ve millet sabırsızlıkla sandığı bekliyor!