Bugün bir sanat etkinliği yazacağım.

Ancak yazmadan önce karşımda açık olan televizyonda gördüğüm bir haberin düşündürdüklerinden söz edeceğim. Çünkü o haber, yazmak istediğim sanat etkinliğiyle bire bir örtüşüyordu.

Haberin televizyoncuların “KJ” dedikleri alt yazı bölümünde “Van gölü 1 km çekildi” yazıyordu. Ekranda konuşan uzman, gölün belli dönemlerde çekildiğini ama o normal çekilmenin hiç bu kadar olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Belki de 20 sene sonra 1 km 10 km olacaktı. Kim bilir?

Aklıma Kars’taki yaylamızda, evdekilere haber vermeden yüzmek için kaçıp kaçıp gittiğimiz, kağıttan gemiler yüzdürdüğümüz, hayvanları yıkadığımız küçük göl geldi.

2 bin 300 metre yüksekte bir gölün kıymetini bilemeyecek yaştaydık ve daha biz o yaştayken, henüz okumak, hayata tutunmak için büyük kentlere göç etmemişken kayboldu gitti.

Kimse neden kuruduğunu sorgulamadı, üzerinde dahi durulmadı.

Daha bir ay önce Karadeniz’in aşırı yağmurlardan sele teslim olduğu günlerde ülkemizin güneyinde nem yüzde 5’in altına düşmüş, aşırı kuraklık nedeniyle çok geniş bir alanda ormanlarımız yanmıştı. Onun da nedenleri üzerinde pek duramadık.

★★★

Artık “iklim Değişikliği” kavramının sadece bir grup entelektüelin ürettiği “sürreal” bir kavram olmadığını biliyor, sonuçlarını ağır bedeller ödeyerek yaşıyoruz.

Yeraltı suları hoyratça kullanıldığında doğa ana dev obruklar açarak uyarıyor.

Derelere dokunduğumuzda, yatağını değiştirdiğimizde, HES kondurduğumuzda yağmur suları dağlardan ovalara sel olup, felaket olup akıyor.

Ağaçları kestiğimizde, yerine termik santrallar kondurduğumuzda oksijenimiz tükeniyor, nefes alamaz hale geliyoruz. Altın madenleri için siyanür havuzları kurduğumuzda toprak ana ölüyor, bitki örtüsü yok oluyor.  Aç kalan, habitatı bozulan yaban hayvanları şehirlere iniyor, çöplerimizden beslenmeye başlıyor.

Kuraklık artıyor, ekinler boy vermiyor, buğday sapları başaklarını taşıyamayacak kadar cılız kalıyor.

★★★

Yazacağım sanat etkinliğini başlığı “Doğa Bahçeler Düşler”.

İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde 7 Eylül’de açıldı. 30 Ocak 2022 gününe dek de sürecek. Sergiyi hem meslektaşım, hem dostum Hürriyet Ege Bölgesi Temsilcisi Deniz Sipahi ve Politikyol Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ali Haydar Fırat’la birlikte gezdik. Sergi direktörü Müjde Unustası ve Arkas Holding Kurumsal İletişim Direktörü sevgili Berna Sipahi de bize eşlik etti. Bir ara bir resmin önünde sergi küratörü Jean-Luc Maeso’yla da yollarımız kesişti.

Şimdi geleyim başta yazdıklarımla bu sanat etkinliğinin bire bir örtüştüğü iddiamın gerekçesine.

Arkas koleksiyonundan oluşturulan seçkinin ana teması “doğa”.

Tablolarda da el emeği cam eserlerde de  Feshane’de ve Kumkapı’da örülmüş halılarda da hep bahçeler, ağaçlar, çiçekler, toprak ana, insanoğluna sunduğu mahsul, insanlar ve hayvanlar vardı.  Eserlerin çoğu, asırları geride bırakmış ve insanların o tarihlerde yaşadığı doğayı bugüne taşımış.

Hayranı olduğum Victor Gabriel Gilbert’in “hasat” tablosunda da Julien Dupre’nin “Saman Toplama Zamanı” tablosunda da nasıl çarpıcı bir “insanı doyuran toprak ana” ruhu varsa, Napolyon salonundaki savaş sahnelerini anlatan tablolarda öyle bir yıkım ve ölüm var.

Ben bu tabloların karşısında uzun uzun kaldığımda ne yazık ki “O doğadan o manzaradan, o verimli topraklardan artık eser kalmadı ama savaşlar kaldığı yerden ve aynı vahşilikte devam ediyor” diye düşünmeden edemedim.



★★★

Sergiyi gezmeyi bitirip, sergi için hazırlanan kataloğu okumaya başladığımda karşılaştığım bir alıntı ise sanatla gerçek arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu, çevre konusundaki kaygılarımızın sadece bugüne, bu çağa dair ve “boşuna” olmadığını bir kez daha üzülerek anladım, hissettim.

Küratör Jean-Luc Maeso, Elisee Reclus’un Mayıs 1866’da yayınlanan bir makalesinden şu satırları aktarmıştı:

“Toprak ile beslediği insanlar arasında gizli bir anlaşma vardır ve pervasız toplumlar, kendi dünyalarındaki güzelliği oluşturan toprağa el uzattıklarında, sonunda hep pişmanlık duyarlar. İşte bu noktada toprak bozulduğunda peyzajda tüm şiirsellik kaybolur, hayal gücü tükenir, düşünceler yoksullaşır, rutin ve itaatkarlık ruhları ele geçirip onları uyuşukluğa ve ölüme maruz bırakır.”

İşte 2021 yılında da tam bunu yaşıyoruz. Toprağa hoyratça el uzatıp bozduk. Hayatımızın şiirselliği kayboldu, hayal gücümüz tükenmeye başladı. Düşünce dünyamız yoksullaştı ve başkalarının bizim için oluşturduğu bir rutine teslim olmaya başladık.

İtaatkarlık ruhumuzu ele geçirdi ve yaşadığımız uyuşukluk nedeniyle doğanın, toprak ananın avuçlarımızdan kayıp gitmesini engelleyemiyoruz.

Ülkeyi yönetenler aldıkları kararlarla, attıkları imzalarla doğanın değil, tükenişin yanında saf tutuyor.

Bu gidişe müdahale etmezsek doğa ölecek.

Hem de içinde insanların da dahil olduğu bütün canlılarla...