Humeyni “İslam Devrimi” (İnkılâbı İslâmi) sonucunda 1979’da İran’da iktidara gelince, ülkenin adı “İran İslam Cumhuriyeti” olarak değiştirildi. Laikliği içselleştirmiş Hristiyan Batılılar, İran’ın resmi adının bu şekilde değiştirilmesinden ürktüler. Çünkü bu durum, çok gerilerde kalmış bir din savaşları döneminin hortlamasına sebep olabilirdi. Uzun süre Paris’te yaşamış Humeyni, dünya kamuoyunun çok merak ettiği bir kişiydi. Her gazeteci onunla mülakat yapabilmek için can atıyordu. Hiç beklenmedik bir şekilde Humeyni, dönemin en sert röportajcısı İtalyan kadın gazeteci Oriana Fallaci’ye (1929-2006) röportaj vermeyi kabul etti. Söyleşi sırasında Fallaci onu “dini siyasete alet etmekle” suçlayıp, kendince köşeye sıkıştırmak istemişti. Humeyni hiç tereddüt etmeden “din siyasettir” diye cevap verince Fallaci’nin nutku tutulmuştu. Ama gerçek buydu. Nitekim 15 Temmuz lanet darbe girişiminin mimarı İslam Hocası Fetullah Gülen de böyle düşünüyordu. İslam’a göre din, siyasi bir kurumdu. Siyaset ile seyislik aynı kökten geliyordu. Dinin esas amacı da “insanı terbiye etmek” yani onu “söz dinler, emire biat eder” hale getirerek sosyal ve iktisadi düzeni tesis etmekti. Anayasasına göre İran’da “kanunlar İslam’a aykırı olamaz”. Bunu da “Nizam-ı Maslahat Meclisi” denetler. Bu meclisin üyelerinin hepsi ulemadır.

EL KAİDE, BOKO HARAM, IŞİD, EŞ ŞEBAB VE TALİBAN

Batı’da, İran’da kurulan “İslam Cumhuriyeti”nin başarılı olamayacağı için bir süre sonra kendiliğinden çökeceği savunuluyordu. Rejimin başarısız olduğu söylenebilir. Ama 42 yıldır “kendiliğinden” çökmediği de ortadadır. Türkiye’deki laikler de, ülkelerinde “İran gibi bir din devleti” kurulmasından endişe ediyordu. İran’da yaşananlar, İslam dünyasında yeni bir dip dalgası yaratmıştır. Bu dalganın kaldırma gücünden yaralanmak isteyen ABD ve saz arkadaşları, “İslamistleri” (siyasal İslamcılar) hem “denetim altına almak” hem de “komünizmin (Rusya diye okuyun) önünü kesmek” için desteklemiştir. Geçen 30 yılda Rusya’nın önü kesilmiştir ama İslamistler denetim altına alınamamıştır. El Kaide’nin, Boko Haram’ın, yakın komşumuz IŞİD’in (Irak ve Şam/Suriye İslam Devleti) Somali’deki Eş Şebab’ın zuhuru ve nihayet Afganistan’da Taliban’ın iktidara gelmesinde İran İslam devriminin etkisi büyüktür. Ama ortada hiçbir başarı yoktur. Sadece adam öldürme, yıkma, yakma ve Müslüman halkı sefalete mahkum etme vardır. Ne yazık ki; bu gelişmeler “İslamafobi”yi  köpürtmüş ve Türkiye’nin dıştaki itibarını zedelemiştir.

HRİSTİYAN DÜNYASINDA LAİKLİK

Laiklik, İslam aleminde ortaya çıkmış ve  özellikle İslam’a karşı olan bir kavram değildir. Laiklik, Hristiyan dünyasında doğmuş ve gelişmesi 400 yıldır devam eden bir “aydınlanma” sürecinin adıdır. Batılı laik düşünürler: “Sakın Hristiyanlığın bugünkü munis, yumuşak başlı, ehlileşmiş haline aldanmayın. O eskiden bir canavardı. Fen bilimleri onu ehlileştirdi. (Taming the beast) Çünkü Hristiyanlık, bilimle girdiği her savaşta yenildi. Yenildikçe toprak (fetva alanı) kaybetti. Varlığını  sürdürebilmek için güler yüzlü ve hoşgörülü oldu” derler. Laiklik, herhangi bir konuda dinin ve bilimin açıklama ve emirleri çelişiyorsa, bilimin dediğini kabul ve ona itaat etmek demektir. Fen, teknoloji ile biyoloji ve tıp geliştikçe, dinin kapsama alanı daralmaya devam etmiştir ve edecektir. Bu sebeple, varlığını sürdürmek isteyen Hristiyanlık “siyasi” olmaktan çıkıp “kültürel” bir kuruma evrilmiştir.  İslam uleması da bu gerçeği kabul ederse, İslam ülkeleri medeniyet yolunda daha kolay ilerler. Üstelik, önce “mezhep savaşları” daha sonra “laik-dindar” çekişmeleri sona erer. En önemlisi, “Din adamları, kamu kaynaklarından daha fazla pay kapmak için siyasete karışıyor” suçlaması ortadan kalkacaktır.

Son söz: Dinin en hakiki mürşidi, bilimdir, fendir.