Tarihin farklı zamanlarında ortaya çıkan olayları veya olguları birbiriyle kıyaslamak zordur. Bunlar birbirine ne kadar benzerse benzesin, aynı şartlar altında meydana gelmediğinden, hangisinin daha büyük olduğu doğru hesaplanamaz. Yine de düşünürler, bazı olayları “gelmiş geçmişlerin en büyüğü” diye nitelemekten geri durmaz.

Bugün ele alacağım “Çin’in 40 yılda gerçekleştirdiği gelişme” olgusu, bana göre insanlık tarihinin en büyük “ekonomi-politik” dönüşümüdür. Çin’i yakından tanıyan Batılı düşünürler ona “uyuyan dev” adını takmıştı. Hatta “Bırakın uyusun, uyanırsa dünyayı altüst eder” derlerdi.

Bu sözleri ilk kez 60 yıl önce duymuştum. ODTÜ’de hocam Fuat Çobanoğlu, Çin’in her sanayi dalı için ayrı yönetici yetiştirmeye başladığını söylemişti. Mesela üniversitelerinde “gıda maddeleri sanayisi yöneticiliği” diye ayrı bir bölüm kurduklarını anlatmıştı.

İktisadın atası “ahlak felsefesi profesörü” Adam Smith, hayatın kendisini “laboratuvar” olarak kullanıp, iktisadi gözlemler yapmış ve milletlerin zenginliğinin iki faktörden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bunların birincisi, “division of labour” (yani iş bölümü yaparak uzmanlaşma) ikincisi ise “invisible hand” (görünmez el yani fiyatların serbestçe oluşması) demiştir.

BÜYÜK SENTEZ

Çin, aynı topraklarda 4000 yıldır yaşayan, köklü bir millettir. Çinlilerin zihin ve el becerileri eskiden beri hep yüksek olmuştur. Kağıdı, pusulayı, ipeği, çiniyi ve barutu onlar bulmuştur. Sabırlı ve çalışkan insanlardır.

Ancak Avrupa’da “Yunan-Roma-Germen” aksı üzerinde oluşan düşünsel, ahlaki, bilimsel, teknolojik ve demokratik gelişmeyi gösterememişlerdir. Çin, büyük nüfusu ve geniş topraklarıyla, hemen her konuda uzmanlaşma imkanına sahipti. Mao Ze Tung (1893-1976) II. Dünya Harbi’nden sonra çıkan iç savaşı kazanıp, Çin’de komünizmi kurdu. 1978’de başa geçen Deng ise Batı’nın “serbest piyasa sistemini” kısaca özel mülkiyete dayalı girişimci kapitalizmi inşa etti.

Kalkınma modeli olarak Japonya’nın “cari fazla” hedefine kilitlenmiş ihracata dönük sanayileşmesini aldılar. Bu, ideolojik olarak Rusya’dan kopmaları demekti. Rusya ve Doğu Avrupa ülkeleri 1990’a kadar sosyalizmde direndi. Dirençleri kırılınca çok partili Batı tipi demokrasi ile kapitalizme aynı anda geçmek istediler, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Çin ise “komünizm ile kapitalizmi” sentezleyerek “komüntalizm”i kurup, misli görülmemiş bir başarıya imza attı.

ÇİN, DÜNYA İÇİN TEHDİT Mİ YOKSA FIRSAT MI?

Çin, bugün dünyanın en büyük ekonomisidir. En büyük üretim merkezidir. “Çok üreten-az tüketen” bir işgücü vardır. Cari fazlaları sayesinde ellerinde çok büyük bir finans kapital (döviz rezervi diye okuyun) birikmiştir. Rakipleri ABD’ye kıyasla, askeri harcamaları düşüktür.

Temel bilimlerde ve mühendislikte ilk dört ülkeden biri olmuşlardır (Diğerleri ABD, Almanya ve Japonya.) Çin, dünyaya askeri değil üretim gücüyle hâkim olmak istemektedir. Amerika, dünyanın her yerinde asker bulundururken, Çin dünyanın her yerine mühendis ve usta işçiler yollamaktadır.

Dünyanın 100 yerinde Konfüçyüs Enstitüsü kuran Şanghay Fudan Üniversitesi şimdi de 1.5 milyar dolar yatırımla Macaristan’da Avrupa yerleşkesini kurma kararı almış. Batılılar, bu “Çin kültür emperyalizmidir!” diyormuş. Bak sen şu işe?

Son söz: Kılıç hakkı gitti, bilim hakkı geldi.