1990’lı yıllara gelinceye kadar Japonya’da genelevlere “Toruko-buro” yani “Türk hamamı” denirdi. Çünkü, buralarda kendilerine “sopu-jyo” yani “sabun kızı” denilen hayat kadınları, müşterilerini önce bir güzel yıkar, sonra onlarla ilişkiye girermiş. Türkleri rencide eden bu isimlendirme Tokyo Büyükelçiliği’mizin gayretletiyle değiştirildi.

Genelevlere “soapland” yani “sabun diyarı” denmeye başlandı. Koronavirüs salgınından sonra da bu işletmeler hâlâ hizmet vermeye devam ediyor mu bilmiyorum. Ama anlaşılıyor ki; “yerli ve milli” veya “ecnebi ve gayrimilli” birçok işadamı, birisiyle parasal ilişkiye girmeden önce Türk mali sisteminin sunduğu aklama kolaylıklarından yararlanarak “kara parasını bir güzel yıkıyor”. Ne var ki, ciğere, mideye veya bağırsaklara yerleşmiş mikroplardan tamamen arınmak pek mümkün olmuyor.

Bağırsaklar bile, bazen bu kirleri taşımaktan yorulup, boşalarak kendini temizleme ihtiyacı duyuyor.

KARA PARA

Kara para, esas olarak kanunların yasakladığı faaliyetten elde edilen servettir. Bu faaliyetin başlıcaları, uyuşturucu üretim ve ticareti, illegal kumar oynatma ile silah ve insan kaçakçılığıdır. Bu tip kara paraların sisteme girmesi için kazanıldıktan sonra yıkanması (money laundering) gerekir.

Bir de önceden yıkanan kara paralar vardır. Bunların tek bir kaynağı vardır. O da devletin yani halkın cebidir. Bu kaynak sanıldığından çok büyüktür. Mesela hergün herkesten 1 TL çalacak bir sistem kurulsa, günde 85 milyon, ayda 2.5 milyar, yılda 30 milyar liralık bir birikim olur. Kendisinden günde 1 lira çalınan kişi, ne kadar fakir olursa olsun, bunu önemsemez.

Hatta parasının çalındığını ruhu bile duymaz. Bu, 10 liraya çıksa yine de toplumun çoğu bunu teninde hissetmez. Ama “yağma havuzunda” yılda 300 milyar, 10 yılda 3 trilyon lira toplanır. Eş dosta dağıtmak için yeter de artar bile.

KARA PARAYI ÖNCEDEN YIKAMANIN  DÖRT YÖNTEMİ

Necati Doğru’nun cuma günkü yazısının altındaki “Tarihle Röportaj” bölümünde, eski TMSF yöneticisi Abdullah Güzeldülger’in “yolsuzluğun dört yolu” başlıklı bir açıklaması vardı. Bunu mealen sunuyorum.

1. Hazine’ye girmesi gereken “halkın parasının” (dolaylı vergiler diye okuyun) önü kesilerek vakıf ve derneklere akıtılması.

2. Kamunun inşaat ihalelerinin “organize” edilerek belli müteahhitlere verilmesi ve şartname değişiklikleriyle yükleniciye fahiş ilave ödeme yapılması. Sağlanan ek menfaatin müteahhitle kırışılması.

3. Kamunun hizmet ve mal satın almasının “ihalesiz” olarak belli firmalardan doğrudan yüksek fiyatla yapılması ve farkın bölüşümü.

4. Devlet mülklerinin (arazi, arsa, firma) özelleştirilmesi sırasında “al-devret” modeli uygulanarak birinci alıcıya, gerçek alıcıya devrederken yüksek miktarda kâr etme imkânı sağlayacak şekilde düşük fiyat uygulanması, iş bitince farkın bölüşümü.

Şunu bilelim ki, hiçbir servet, yoktan var; varken yok olmaz. Sadece sahip değiştirir. Bu da hep kamudan, kişiye geçişle olur.

Son söz: Zenginleşme sebepsizse, devlet soyulmuş demektir.