Başkan Erdoğan, gayri iktisadi bir yatırım olan Kanal İstanbul’u, (sanki iktisadi olmasa da) “inadına” inşa edeceğini söyledi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da dış borçla finanse edilecek ve ne zaman biteceği belli olmayan bu projenin başlamasını önlemek amacıyla, yabancı bankaları “Biz iktidara gelince bu borçları ödemeyeceğiz (verilen devlet garantisini kaldıracağız) siz de paranızı geri alamayacaksınız” diye uyardı.

Bunun üzerine Başkan Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na “krediyi verecek bankalar bu paraları senden (herhalde T.C. devletini kastederek) söke söke alırlar” dedi. Devlette devamlılık olduğuna göre, Erdoğan haklıydı.

Derken İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener “tiksindirici borç” diye bir kavramdan bahsetti. Başkan Erdoğan’a da sanki “devletten değil, senden alırlar, şimdiden para biriktirmeye başla” mealinde birşeyler söyledi. Bunun üzerine tartışmaya sosyalist iktisat profesörü Hayri Kozanoğlu girdi.

İngilizce’de “odious debt” tabir edilen bazı borçlara Türkçe’de tiksindirici, musibet, mendebur veya mekruh denebileceğini yazdı. Bir bakıma böylesi borçlar ödenmeyebilir demek istedi. Ancak bu borçlara ne dendiği önemli değildir. Cevaplanması gereken asıl soru şudur: Bir kurumun veya kurumların en büyüğü ve ebet-müddet olan bir devletin, kendisini temsil ve ilzama yetkili kişilerce usulüne uygun olarak aldığı borçlar, daha sonraki yıllarda göreve gelenlerce ödenmemezlik edilebilir mi?

MUSİBET VEYA HİLELİ BORÇ

Bir borç, alan için ne kadar musibet (odious) olursa olsun, eğer hileli, dolandırmak amacı taşıyan (fraudulent) değilse ödenmek zorundadır. Hileli kamu borçları, Afrikalı diktatörlerin başına geçtikleri devlet için aldıkları borç paraları İsviçre veya başka bir kara para barınaklarında şahsi hesaplarına geçirmelerinden sonra ortaya çıkmıştır. Bu miktarlar milyarlarca dolar mertebesinde olmuştur.

Borçlu devlet, borcunu ödemede acze düşünce, alacaklı bankalar bu paraları diktatörlerin şahsi hesaplarına el koyarak tahsil etmişlerdir. Benzeri vakalara başka ülkelerde mesela Endonezya’da da rastlanmıştır.

Burada geçerli ilk kural, devlet adına borç alma emri veren kişinin, demokratik olmayan yollarla başa geçmiş bir despot olması, yani ülkesini temsil ve ilzama yetkili bulunmamasıdır.

BONA FIDES

İktisadi ve sosyal hayat bir sözleşmeler (mukaveleler) manzumesidir. Medeniyet “iyi niyet” (bona fides) esasına göre yapılmış ve tarafların sözünde durduğu mukavelelerle gelişir. Sözleşmelerin bağlayıcı olması için, usulüne uygun yapılmış olması gereklidir ama yeterli değildir.

Sözleşmeler “iyi niyet” daha doğrusu “gerçek niyet”e göre bir anlam ifade eder ve bağlayıcı olur. Hilekârlar, çoğu zaman usul hatası yapmaz. Bunun için “şekilci avukat” tutar. Ama sözleşmenin metninde yazan “maksat” ile sözleşmeyi yapanların zihnindeki “maksat” aynı değilse sonunda mutlaka hır çıkar.

Sonrası hukukçular meydan savaşıdır. Borç sözleşmelerinde, hem borcu veren banka, hem de borcu alan kurum “bona fides”le hareket etmelidir. Eğer bir banka alamayacağı bir borcu (fahiş faize tamahen) veriyorsa, iyi niyetli hareket etmiş sayılmaz. O zaman alınan borç musibet, verilen borç hileli olur.

Son söz: Hiçbir banka, borçluya kanacak kadar saf değildir.