Sevgili okurlarım, öyle günler yaşıyoruz ki, insanın aklı duruyor... Hangisinden söz etmeli!..

Bir cumhurbaşkanı düşünün, memleketin nasıl refah içinde yüzdüğünü (!) kendince kanıtlamak için şöyle diyor:

“Herkesin arabası var. Kapıcıların da var!”

Bu memlekette (sayısını bilmesek de) yüz binlerce kapıcı olsa gerek.

Bütün gün daire sahipleri için koşturup dururlar.

Onlar için böyle bir yakıştırmada bulunmak, kapıcıları ( bina görevlilerini) böylesine aşağılamak ayıptır, günahtır.

Her biri gerçek anlamda emekçi...

Hepsinin olmasa bile bazılarının elbette arabası olabilir, bunda yadırgayacak ne var...

İnsan yadırgasa bile bunu kamuoyu önünde açıkça söyler mi?

Kaldı ki, hepsinin cep telefonu da var. Ne ayıp!

★★★

Bugünkü konumuz kapıcıların arabaları değil, Türkiye’ye ülkeleri adına rest çeken 10 büyükelçi olayı.

Kriz şimdilik sona ermiş gibi görünse de, henüz yeni başlıyor.

Onlar bu çıkışı kendiliğinden, durup dururken yapmadılar.

Sonra pazarlık başladı.

Dışişleri Bakanlığının deneyimli diplomatları iktidarı uyarmak zorunda kaldılar...

“Bu yarayı daha fazla kaşırsak biz zararlı çıkarız. Bir orta yol bulup karşı tarafla uzlaşmaya çalışalım.”

Çok acele alınan bu karar 10 ülkenin Ankara’daki büyükelçiliklerine iletildi.

“Sizin bu Osman Kavala çıkışınız sonrasında şimdi sıkıştık, ekonomimiz zor duruma düştü. Geri adım atmazsanız döviz daha da yükselir, kriz ağırlaşır ve Türkiye olarak büyük zarara gireriz. Gelin bir ara yol bulup uzlaşalım, başka çare yok.”

★★★

Zaten hiçbirinin amacı Türkiye’yi batırmak, köşeye iyice sıkıştırmak değildi...

Uzlaşmak onların da işine geliyordu...

Formül özetle şöyle bulundu:

“Altında imzamız olan uluslararası sözleşmeler uyarınca Türkiye’nin iç işlerine karışmadık. Böyle bir niyetimiz yok.”

★★★

Oysa yakın geçmişte pekâlâ karışmışlardı.

İki somut örnek vereyim:

ABD ısrarla bastırmış, vatandaşı olan rahip Brunson cezaevinden bir günde çıkarılıp özel uçakla ülkesine postalanmıştı.

Almanya bastırmış, cezaevinde yatmakta olan Türk asıllı Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel anında tahliye edilip yine özel uçakla, birkaç saat içerisinde ülkesine gönderilmişti.

Üstelik şunu da unutmayalım, her ikisi de tutuklu idi ve yatmakta oldukları cezaevlerinden apar topar tahliye edilmişti.

Dolayısıyla dünya liderimizin “Yabancı ülkeler bizim iç işlerimize karışamaz. Bizim yargımız bağımsızdır” gibi laflar etmesi hiçbir biçimde geçerli değildir.

Üstelik bunlar olurken Recep Bey yine cumhurbaşkanı idi ve yabancı ülkelerin baskılarına göz yummak zorunda kalmıştı!

★★★

Sevgili okurlarım, şimdi bir an için gözlerimizi kapayıp geçmiş yıllara dönelim ve kafamızda oluşan bazı sorulara yanıt aramaya çalışalım!

Varsayalım cumhurbaşkanlığı makamında (iki ayyaş!) Mustafa Kemal Atatürk, ya da İsmet İnönü oturuyordu...

Ve herhangi bir yabancı ülke, ya da ülkeler topluluğu, cezaevinde yatmakta olan falanca şahsın acele olarak tahliye edilmesini (hem de birkaç gün önce olduğu gibi yazılı açıklama yaparak) istemişlerdi!..

Bunu asla yapamazlardı.

Biraz sıkardı.

Onların döneminde böyle bir şey mümkün olmadığı gibi, kimsenin aklından bile geçemezdi.

★★★

Türkiye Cumhuriyeti saygın bir devletti...

Ekonomisi güçlü olmasa bile bütün dünyada saygınlığı vardı.

Hatay’ı tereyağından kıl çeker gibi alıp topraklarımıza katarken bir tek ülkeden bile çatlak ses, itiraz çıkmamıştı.

1930 yılında bütün dünyayı sarsan ekonomik buhran döneminde, bütün olumsuz göstergelere karşın bir lira neredeyse bir dolarla aynı değerde idi.

İkinci Dünya Savaşı olanca hızıyla sürerken süper güç Hitler kapımıza dayanmıştı.

O günlerin kritik ortamında bile Türkiye’ye baskı yapamamış, onu tahliye edin, bunu içeri tıkın, bize şu olanakları sağlayın gibi isteklerde bulunması mümkün olmamıştı...

Evet!.. Çünkü Türkiye bütün dünyada saygınlığı olan bir devletti.

O saygınlığı da bize memleketi yöneten ‘gerçek devlet adamları’ kazandırıyordu...

★★★

1920’li yıllarda İstiklal Mahkemeleri vardı.

1925’de Şeyh Sait isyanı davasına, 1926’da İzmir Suikastı davasına onlar baktı. Hatta İstanbul’da bazı gazeteciler de yargılandı.

Bir tek ülkeden bile şöyle yapmayın, kimseyi idam etmeyin gibi herhangi bir baskı, talep, istek gelmedi.

Gelemezdi de...

Zira geçmişte biz yabancı devletlerin bugünkü gibi her türlü baskılarına açık değildik.

Devlet olarak onurumuzu yitirmemiştik.