Sevgili okurlarım, medyada yer alan çoğu haberleri izledikçe asabımız bozuluyor, sinir sistemimiz altüst oluyor.

İktidar, başta partili cumhurbaşkanı olmak üzere kendisinden yana olmayan, hoşlanmadığı ve gıcık kaptığı herkesi birbiri ardına suçluyor.

Suçlamalar öyle böyle değil!

“Terörist” olmak!

Geçtiğimiz pazartesi akşamı (her pazartesi olduğu gibi) bütün kanallar yine alarma geçmişti.

“Cumhurbaşkanı salgın konusunda açıklama yapacak, azzz sonra canlı yayında...”

Herkes ekran başında beklemeye koyulmuştu.

Acaba yasaklar ve kısıtlamalar ne zaman kalkacaktı, aşı gelmiş miydi, uygulama ne zaman ve nasıl olacaktı, salgında mağdur olan yüz binlerce insanımız için yeni önlemler alınacak mıydı!

★★★

En sonunda beyefendi yerini aldı ve başkaları tarafından hazırlanmış olan konuşmasını önündeki elektronik aygıttan okumaya başladı.

Olsun, okusun, yeter ki bir şeyler söylesin!..

Saat tutmadım ama korona ve aşıyla ilgili sözleri yaklaşık üç dakika sürdü.

Yeni bir durum olmadığı, yeni önlemler olmadığı ortaya çıktı.

Dağ fare doğurmuştu.

Sonra sıra geldi CHP’ye bindirmeye!

Uzun uzun konuştu.

Hiç kimse kendisine bu siyasi eleştirileri niçin yaptığını soramadı.

Oysa CHP edebiyatı yaptığı dakikalarda hastanelerde binlerce insanımız tedavi görüyordu ve bazıları yaşama veda etmek üzere idi.

★★★

Mutlaka dikkat etmişsinizdir...

Açıklamalarını her fırsattan yararlanıp yapıyor ama bu hadise özellikle haftanın iki gününde yoğunlaşıyor:

-Pazartesi günleri Bakanlar Kurulu toplantısından sonra. Bütün televizyon kanalları devreye sokuluyor, canlı yayına hazır duruma getiriliyor ve partili beyefendi sözüm ona salgından kısaca söz edip işi siyasete getiriyor.

-İkincisi cuma günleri gerçekleşiyor.

Medyaya önceden haber salınıyor “Sayın cumhurbaşkanımız bu cuma namazını falanca camide kılacaklardır” diye...

Muhabir gönderilmesi, kameraların hazır bulunması gibi bir talimat yok...

Ama her televizyon kanalı durumu bildiği için çekim ekipleri cami avlusunda yerlerini alıyor.

★★★

Türkiye’den nice cumhurbaşkanları geçti...

Hiçbiri bugünkünün yaptığı gibi her fırsatta kürsülere çıkıp nutuk atmadı, fırsatlardan yararlanıp parti propagandası yapmaya kalkışmadı...

Çünkü onlar gerçek anlamda, parti bağları olsa bile “Tarafsız kalmayı başaran cumhurbaşkanları” idi.

Zaten o makama seçildiklerinde tarafsızlık yemini etmişlerdi...

Ve ettikleri namus ve şeref yeminine hep bağlı kaldılar.

Yaptıkları her şey acaba her zaman doğru muydu?

Elbette değildi.

Onların da hataları ve yanlışları olmuştu.

Her birinin sevenleri vardı, sevmeyenleri vardı.

Ama bugün yaşadıklarımıza geçmişte asla tanık olmamıştık.

★★★

Abdullah Gül AKP’nin ilk cumhurbaşkanı idi.

Düşünün ki o bile şu anda eski partisinden kopmuş durumda.

Bazen düşünüyorum, kendi kendime söylenmeye başlıyorum!..

“Ahhh, Abdullah Gül bir konuşsa, bildiklerinin ve yaşadıklarının küçücük bir bölümünü olsun anlatsa, ya da birilerine fısıldasa, Recep Tayyip o makamda biraz zor oturur!”

Sonra biraz daha düşündükçe kendisine hak veriyorum...

“Adamcağız nasıl konuşsun ki!.. Anlatması gereken her şeyin, her olayın ortağı idi o... Ağzını açtığı anda önce kendi başını yakar!”

Abdullah Bey zaten ürkek adamdı.

Ürkekliği şimdi de aynen devam ettiği için çareyi sütre gerisine çekilmekte buldu!

★★★

Düşündükçe aklıma sık sık takılanlardan biri de Deniz Baykal oluyor...

Rahat ve içten bir konuşmamız olsa kendisine de sormak istediğim bazı sorular var.

Hayır, kaset olayı falan değil.

Ya ne!..

“Deniz Bey, yasaklı Recep Tayyip’in milletvekili olmasını sağlayan anayasa değişikliğine ‘Demokratlık (!)’ uğruna destek verdiniz. Bunu siz ve o zamanki parti yönetiminiz kotardınız. Kendisini herhalde yakından tanımıyordunuz! Acaba onun neler yapacağını ve ülkemizi bu günlere nasıl sürükleyeceğini hiç mi görmemiştiniz? Kaset faciasını bırakalım bir yana da hiç değilse bu konudaki sorumluluğunuzu kabul etmeyi düşünür müsünüz?”

Vereceği yanıtı şimdiden duyar gibi oluyorum:

“Asla düşünmem. Bırak başkalarını da sen kendi işine bak!”