Sevgili okurlarım, Akçakoca müftüsü olan bir şahıs cuma namazında camide vaaz verdi, “Selanik göçmenlerinin yüzde 90’ı Sabetayisttir. (Yahudi’dir) Bunlar aslında Müslüman değildir” dedi.

Konuşması kendisini dinleyen bazı vatandaşlar tarafından kayda alınıyordu.

Filistin olayları ve Yahudilere değindiği vaazında daha sonra şöyle dedi:

“Ne demek Sabetayist? Müslümanlığa girmiş görünen Yahudilerdir!”

Bu sözleriyle en başta Atatürk olmak üzere yüz binlerce Müslüman Selanik göçmenini hedef aldığı belliydi.

★★★

Bunlar tarih falan bilmez, böyle uluorta saçmalayıp durur! Yalanları ise hiç bitmez!

Selanik Osmanlı vatanının çok önemli, aynı zamanda en uygar kenti idi. Balkan Harbi’nde elimizden çıktı. Tahsin Paşa isimli korkak bir kolordu komutanı bir tek silah bile atmadan kenti Yunan ordusuna teslim etti. Selanik ve Balkanlarda yaşamakta olan on binlerce Türk ve Müslüman, anavatan Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı.

Bu hastalıklı kafalar Atatürk’ün ailesini bile fırsat buldukça “Yahudi” olmakla suçlarlar. Bunu açıkça söyleyemeseler bile dolaylı yollarla saldırırlar!

Bu süreçle ilgili nice kitaplar, makaleler yazıldı. Ben de düşündüm bugün ne yazayım diye ve müftü efendinin yalanlarından yola çıkıp bir yazımı sizlerle yeniden paylaşmaya karar verdim.

Bu kafaların uzun yıllardan beri hiç değişmediğini görün istedim.

★★★

Şimdi sizi yine biraz geçmişe götürmek istiyorum ki, Mustafa Kemal Paşa’nın en kritik günlerde bile Meclis’te nelerle boğuşup, nasıl iğrenç saldırılarla uğraşmak zorunda bırakıldığını görün.

Günlerden 2 Aralık 1922. Türkiye’nin o günkü tablosu şöyle:

İzmir 9 Eylül 1922 günü kurtarılmış, savaşı kazanmışız. Hemen ardından Bursa kurtarılmış.

Meclis 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmış, Vahdettin yurt dışına kaçmış.

Lozan Konferansı devam ediyor. Yedi düvelle boğuşup ulusal bağımsızlığımızı elde etme çabasındayız.

Ama bu kritik tablo içerisinde bile Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’yı yıpratıp saf dışı bırakmak isteyenler var. Üstelik bazıları Meclis’te milletvekili ve İkinci Grup adıyla örgütlenmişler. Akıl almaz, ihanete varan bir muhalefet sergiliyorlar.

Saltanatın kaldırılmış olmasının intikamını alma peşindeler.

O gün Meclis’te gerçekleşen bir olayı şimdi sizlere bir kez daha aktarıyorum.

★★★

Erzurum mebusu Süleyman Necati, Mersin mebusu (Çolak) Selâhattin ve Samsun mebusu Emin beyler, Meclis Başkanlığı’na seçim kanununun değiştirilmesi için yasa teklifi veriyorlar.

Bu teklifin 14. maddesinde “Bir kimsenin milletvekili seçilebilmesi için Türkiye’nin o günkü sınırları içindeki ahalisinden olması, yahut bir yerde beş sene müddetle aralıksız yaşamış bulunması” şart koşuluyor.

Madde doğrudan doğruya, doğum yeri Selanik olan, memleketi korumak ve kurtarmak için cepheden cepheye koşarken bir yerde beş sene devamlı surette oturmaya imkân bulamamış olan Mustafa Kemal Paşa’yı hedef alıyordu.

Doğduğu yer olan Selanik, 1912 yılında yitirdiğimiz Balkan Harbi’nde milli sınırlarımız dışında kalmıştı.

Teklif, 2 Aralık 1922 günkü oturumda Meclis’te görüşüldü.

Durumdan daha önceden haberdar olan Atatürk söz aldı ve büyük bir üzüntü içerisinde Meclis kürsüsüne çıkıp şunları söyledi: (Meclis tutanaklarından aynen):

★★★

“Efendiler, bu kanun teklifi doğruca benim şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile fikrimi arz etmek istiyorum.

Maalesef doğum yerim (Selanik) bugünkü sınırlar dışında kalmıştır.

Bir seçim bölgesi içerisinde beş sene oturabilmiş de değilim.

Doğum yerim millî sınırlarımız dışında kalmış ise bunda benim katiyen bir kasıt ve kabahatim yoktur. 

Bunun sebebi, bütün memleketimizi ve bütün milletimizi parçalayıp yok etmek isteyen düşmanlarımızın hareketlerinde kısmen başarılı olmalarının önüne geçilememiş olmasıdır.

Eğer düşmanlar maksatlarında tam başarı elde etselerdi, Allah korusun, bu teklife imza koyan efendilerin dahi memleketleri sınırlarımız dışında kalabilirdi.

Bundan başka, bu maddenin talep ettiği diğer şarta uymuyorsam, yani beş sene sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturamamış isem o da bu vatana yaptığım hizmetler yüzündendir.

Eğer, bu maddenin istediği şartı kazanmağa çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmakla sonuçlanan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı yapmamam lâzım gelirdi.

Eğer ben bir yerde beş sene oturmaya mahkûm olsaydım Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır istikametinde yayılan düşmanın (Rus ordusunun) karşısına çıkmamam, Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret olan vatanî vazifemi de yapmamam lâzım gelirdi.

Bu efendilerin istedikleri şartları kazanmak isteseydim Suriye’yi boşaltan orduların enkazından Halep’te yeni bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemem ve bugün millî hudut dediğimiz hududu fiilen tespit etmemem lâzım gelirdi.

Zannediyorum ki ondan sonraki mesaim herkes tarafından bilinmektedir.

Hiçbir yerde beş sene oturamayacak kadar mesai sarf etmiş bulunuyorum. (Büyüklük gösteriyor, Milli Mücadele’de yaptıklarına, kazandığı zaferlere, İzmir’i ve vatanı kurtardığına hiç değinmiyor. E.Ç.)

Ben zannediyordum ki bu hizmetlerimden dolayı milletimin muhabbet ve teveccühüne (sevgisine) mazhar oldum, belki bütün İslâm âleminin muhabbet ve teveccühüne mazhar bulunuyorum.

Binaenaleyh (dolayısıyla) bu teveccühler karşısında vatandaşlık haklarımın düşürülmesi yolunda bir teşebbüs ile karşılaşacağımı asla hatıra getirmezdim.

Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar bana suikast yapmak suretiyle memleketimdeki hizmetimden ayırmaya çalışacaklardır.

Fakat, hiçbir zaman hatır ve hayale getirmezdim ki, velev iki üç kişi de olsa, Yüksek Meclisinizde aynı zihniyeti taşıyanlar bulunsun.

Binaenaleyh anlamak istiyorum, bu efendiler seçim bölgelerinin ciddi olarak duygu ve düşüncelerinin tercümanı mıdırlar?

Yine bu efendilere karşı söylüyorum, mebus (milletvekili) olmak itibarıyla, tabii, bütün memlekette geçerli bir sıfatları vardır. Millet acaba kendileri ile aynı görüşte midir?

Efendiler, beni vatandaşlık haklarından mahrum bırakmak yetkisi bu efendilere nereden verilmiştir?.. Bu kürsüden resmen yüksek heyetinize, bu efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum.”

★★★

Bu çirkin teklifi verenlerden “Estağfurullah Paşa Hazretleri, sizi kastetmedik” sesleri yükseliyordu!

Acaba kimi kastetmişlerdi!

Meclis tutanakları aynen böyle.

★★★

Şimdi Hasan Rıza Soyak’ın Atatürk’ten Hatıralar kitabı ile devam edelim:

“Heyecanı son haddini bulmuştu, o halde kürsüden indi. Belliydi ki, velev birkaç cümle ile olsun şahsından ve hizmetlerinden bahsetmek zorunda kalmış olması, ona, o büyüklüğü nispetinde mütevazı adama çok ağır gelmiş ve ayrı bir ıstırap vermişti.

Meclis’te de bu teklife ve sahiplerine karşı bir an içinde şiddetli bir üzüntü, hiddet ve itiraz tufanı kopmuş, bunun sert dalgaları hemen o gün bütün memleketi kaplamıştı.

Başta teklif sahiplerinin seçim çevreleri olmak üzere yurdun her tarafından bu sinsi ve haince teşebbüsü lanetleyen kınayıcı telgraflar yağmaya başlamıştı. Öyle ki, gelen telgrafları tasnife dahi güç vakit bulabiliyorduk. Bu olağanüstü heyecan hâli günlerce, hatta haftalarca devam etmiş, çekilen telgrafların bir kısmı o günkü gazetelerde yayınlanmıştı.

Atatürk şahsına karşı yapılan kötülüklerden dolayı kimseye kin beslemez, daima af ile muamele ederdi. Hatta, mümkün olursa iyilikle karşılık vermek isterdi. Nitekim bu teklifi verenlerden Erzurumlu Necati Bey’e, birkaç sene sonra öğretmen olarak bulunduğu Eskişehir lisesinde rastlayınca kendisine iltifatta bulunduğuna şahit oldum.

Başka bir devrede Emin Bey’in yeniden milletvekili seçilmesine de ses çıkarmamıştı...”

★★★

Atatürk hem içimizden hem de dışarıdan kaynaklanan nice ihanetler ve kumpaslarla boğuşmak zorunda kalmıştı.

O, Meclis çatısı altında bile neler neler yaşanmıştı...

Günümüzde onların yerini devletten maaş alan bazı müftüler vesaire aldı!

Selanik göçmeni Mustafa Kemal Atatürk’ü burada bir kez daha saygı ve özlemle anıyorum.