Sevgili okurlarım, arada sırada işiniz mahkemelere düşüyor mu?..

Davalı, davacı, sanık, tanık olarak adliye binalarında boy göstermek zorunda kalıyor musunuz? (Avukatları hiç saymıyorum!)

Eğer bu sorulara evet diyorsanız mahkeme salonlarında ve kalemlerde bütün duvarları ve rafları kaplayan o pembe renkli dosyalar mutlaka dikkatinizi çekmiştir.

Her mahkemede raflara ve dolaplara istif edilmiş olan tomarla dosyalar...

Hakimlerin ve savcıların önünde o gün bakılmak, bazıları karara bağlanmak için bekleyen dosya yığınları...

Mahkemeler o kadar dolu ki, bazılarında her dosyaya sadece beş dakika zaman verilmesi mümkün oluyor.

Ama zaman çizelgesi o aşırı yük altında tutmuyor.

Dolayısıyla duruşmalar ister istemez geçiştiriliyor, uzuyor ve erteleniyor.

★★★

Hakimler, savcılar ve kalemler bu ağır yükün altında gerçek anlamda eziliyor, bir sürü sıkıntılar yaşanıyor.

Bu durumda ortaya sık sık yanlış ve eksik kararlar çıkıyor.

Yargı bir kez daha güven yitiriyor.

Görevliler dahil hiç kimse mutlu değil.

Avukatlar da öyle.

İşte o yüzden birçok tartışma oluyor, eleştiriler yapılıyor ve bu süreçte yargının saygınlığı ağır yaralar alıyor.

Yani ister görevli olsun veya olmasın, adliyelere adım atan hiç kimse memnun değil.

Şimdi bir de korona ortaya çıktı, adliye binaları en tehlikeli yerler oldu.

★★★

Somut bir örnek daha vereyim...

İcra dairelerine işiniz düştüyse yandınız demektir.

Şu anda Türkiye genelinde bekleyen icra dosyalarının sayısı 23 milyonu aşmış durumda.

23 milyon!..

Rakama bakar mısınız!

Herkes borçlu, herkes alacaklı...

★★★

Adliyeler böyle de, acaba yüksek yargı ne durumda?

Dosya yoğunluğu nedeniyle Yargıtay büyük ölçüde tıkanmış durumda.

Tam bilmiyorum ama Danıştay’ın da aynı durumda olduğunu tahmin ediyorum.

Yargıtay’da on binlerce dosya birikmiş, okunmayı bekliyor.

Adli yargıda, ceza ve hukuk davalarında son merci Yargıtay...

Dosyanın okunma sırası gelecek, kılı kırk yaracak ve son kararı verecek. Taraflardan birileri üzülecek, diğerleri sevinecek.

İşte bütün mesele burada...

Aylar, bazen yıllar sonra okunma sırasının gelmesi ve kararın verilmesi.

★★★

Cezaevlerinden sürekli mektuplar alan bir gazeteciyim...

Bu arada hiç bilmediğim yeni konularla yüz yüze geliyorum. Hukukçular mutlaka bilir de, ben ne yazık ki yeni öğreniyorum.

İşte size somut bir örnek. Halen cezaevinde olan bir hükümlünün eşi, Sibel Topkara yazıyor:

“Denizli Cezaevi’nde yatmakta olan estetik ve plastik cerrahı Adem Topkara’nın eşiyim. Eşim Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 6 yıl 10 ay 15 günlük hapis cezasını 29 Mart 2021 itibarıyla tamamladı. Ancak cezası bittiği halde tahliye edilmiyor.

Nedeni ise; Yargıtay bu konuda kararını vermedi.

Ceza onansa da, bozulsa da eşim tahliye edilip denetimli serbestlikten yararlanacak ama yüksek mahkemede bekleyen dosyaların çokluğu nedeniyle karar bir türlü çıkmıyor.

Adalet Bakanlığı bu duruma mutlaka çözüm bulmalı. Cezası bittiği halde sırf Yargıtay onamadı veya bozmadı diye tahliye edilmeyen o kadar çok insan var ki...”

Sibel hanımın yazdıklarına inanmadım ve durumu deneyimli ceza avukatlarına sordum.

★★★

Şöyle dediler: (Teknik ayrıntılara girmiyorum.)

“Yasalar uyarınca, bu durumda sanığın kapalı cezaevinde geçirmesi gereken süre 50 aydır ve süresini doldurmuştur. Bir yıllık denetimli serbestlik hakkını kullanabilmesi, yani tahliye edilmesi için Yargıtay’ın o mahkeme kararını ya onaması, ya da bozması gerekir... Çünkü cezaevi Yargıtay’dan karar gelmedikçe kimseyi tahliye edemez. Yani bu doktorun olayında cezaevinde yatması gereken süre bitmiştir ve hükümlü, şimdi artık fazladan yatmaktadır.”

Sordum:

“Yani ben bu konuyu yazayım mı?”

Mutlaka yazmamı söylediler, “Cezaevlerinde fazladan yatmakta olan böyle çok kişi var. Yazarsanız onların da tahliyesini sağlayabilirsiniz” dediler.

Yargıtay yetkililerine sordum, şunu söylediler:

“Dosyalar çok birikti ama bazılarını sırasını beklemeden öne almak mümkün değil. Aksi takdirde torpil söylentileri çıkarılır ve yargı daha beter yıpratılır.”

★★★

Sevgili okurlarım, yeni öğrendiğim bu konuyu niçin gündeme getirdiğime gelince...

Amacım mahkemeleri ve Yargıtay’ı eleştirmek değil...

Zira biliyorum ki her kişinin olduğu gibi her kurumun da belli bir kapasitesi vardır.

Örneğin bana günde 10 yazı yaz denirse yazamam.

Bir hakime günde 300 dosyaya bakıp karara bağla denilse yapamaz.

Bu aşırı dolulukta, dosyaların böylesine birikmiş olduğu ortamda Yargıtay ne yapsın.

Ama öbür yanda belki yüzlerce insan hapis yatma süresini doldurmuş, özgürlük bekliyor. Yargıtay hangi kararı verirse versin tahliye edilecek.

Zor ve çok büyük sorumluluk gerektiren, ‘geciken adalet adalet değildir’ sözünü doğrulayan bir durum.