Sevgili okurlarım, iktidara gelişlerinin üzerinden üç dört yıl henüz geçmişti ki, o sırada başbakan olan şahıs önemli bir karar aldı.

“Ne varsa sürekli zam yapın!”

Partinin bazı aklı başında yöneticileri verilen bu talimata karşı çıktılar.

“Efendim zam yapmasına yapalım ama halkı mağdur etmiş oluruz.”

Verilen yanıt ilginçti!

“Kardeşim halk bugün bağırıp çağırır ama en geç bir hafta sonra alışır ve her şeyi unutur.”

Zamlar birbiri ardına yağmaya başladığında bunlar henüz çiçeği burnunda iktidardı.

★★★

Taktik tuttu...

Devletin ve hükümetin yetkisinde olan bütün fiyatlar arttırılmaya başlandı.

Tabii ilk sırada üç boy hedefi vardı.

İçki, sigara ve akaryakıt!..

“İçki içmesin namussuzlar, sigara da içmesin. Onların keyfinin bedelini biz mi karşılayacağız” anlayışı egemen kılındı.

Zaten alkol günah, sigara mekruhtu.

Müslümanlık her ikisine de izin vermiyordu.

★★★

Akaryakıt fiyatlarına gelince...

Daha ilk deneyimlerde gördüler ki halkımızdan gelen hiçbir tepki yoktu.

Örneğin, benzinin litresini isterseniz 100 lira yapın, tepki gösteren yoktu.

Hiç kimse araç kullanmaktan vazgeçmiyordu. Yollar yetmiyor, trafik tıkanıyor ama aracını bırakan olmuyordu.

Akaryakıt zamları bunların vazgeçilmesi oldu.

Karşı olanlara soruyorlardı...

“İşte gördünüz, zam yapmanın olumsuzluğu hiç oldu mu?”

★★★

İşin sonrası epeyce kolay geldi!

Her şeye zam yapmaya başladılar...

Ve bunu yaparken kendilerince haklı olduklarını görmüş oldular.

Tepkisiz toplum önce birkaç gün bağırıp çağırıyor, sonrasında ise her şeyi unutuveriyordu!

★★★

Ama, kafalarında zaten var olan esas büyük fikir imdatlarına sonradan yetişti...

“Zam yapmak yeterli olmuyor. Bundan sonra elimizde devlete ve millete ait ne varsa satalım. Yani zamları yapalım ama satışlara da bir an önce başlayalım! Esas para özelleştirme ve satışlarda...”

Ve yerli yabancı demeden pazarlama faaliyetleri hızla başladı.

Önce her bakanlık kendi yetkisine giren yerlerin listesini çıkardı.

İrili ufaklı binlerce yer vardı.

Fabrikalar, tesisler, limanlar, petrokimya fabrikaları, şeker fabrikaları, kâr elde eden veya zarar eden bütün kuruluşlar...

Bunların bir bölümü Arap sermayesine peşkeş çekilecekti. Ama peşkeş söz konusu olduğu sürece yeni sermayenin cinsi hiç önemli değildi.

İster Türk olsun ister Arap, ister Yunan olsun ister Rus!

★★★

Küçücük iki örnek vereyim. Türkiye’nin iç ve dış limanlar arasında turistik seferler düzenleyen sadece bir tek gemisi vardı.

Karadeniz.

Koskoca gemiyi bir Yunan firmasına bir milyon dolara sattılar.

SEKA’nın Balıkesir kağıt fabrikası vardı. Şehrin göbeğinde, 24 dönüm arazisi ile birlikte...

Fabrikaları, makineleri, lojmanları, ambarları, hepsi beraber bir milyon 200 bin dolara partili bir yandaşa, bir yandaş medya kuruluşunun patronuna sattılar!

Bir apartman katı fiyatına.

SEKA tümüyle satıldı ve kapatıldı.

Türkiye artık bütün kağıdını yurt dışından ithal eden bir ülke durumuna düştü.

★★★

Otoyollarda, köprülerde, şehir hastanelerinde dönen dümenlere ve yediğimiz kazıklara hiç girmiyorum.

Dünyanın hiçbir yerinde memleket böyle yönetilmez.

Kolayını buldular.

Zam yap.

Elinde ne varsa sat.

Eğer bu kadarı da yetmiyorsa derdine yan!

Şimdi dertlerine yanıyorlar ama iş işten geçti. Yine de başaramadılar.

★★★

Şu yaşadıklarımıza baktıkça düşünüyoruz...

Bu memlekette zamlarla yolunacak ne kadar çok kaz varmış!

Bu memleketin satış ve özelleştirme kılıfı altında peşkeş çekilecek ne çok ulusal varlığı, ne çok ulusal kazanımları varmış!

Şimdi çoğu gitti, elde azı kaldı ama henüz bitiremediler.