Yüzyıllık Cumhuriyetimizin beşte biri, yani yüzde yirmisi, yani yirmi yıl; AK Parti iktidarıyla geçti.

Cumhuriyet tarihinin en uzun süren iktidarı. Üstelik tek başına.

İlk yıllarda mazeretiniz yargı sistemiydi; “İstediğimiz gibi hareket edemiyoruz, çünkü yargı vesayeti var” diye yakınıyordunuz.

Yargı sistemini bütünüyle değiştirdiniz ve bütün hukuk sistemini, yüzde yüz partili olan ve biat etmiş savcı ve yargıçlarla doldurdunuz.

Sonra “Askerî vesayet” dediniz. Türkiye’nin kronikleşmiş temel sorunlarını çözeceğinize, TSK’nin buna engel olduğunu söylediniz. Koskoca orduyu önce bir terör örgütüne teslim ettiniz, sonra istemediğiniz her komutanı ya hapse attınız ya da akıl almaz suçlamalarla tasfiye ettiniz. Sonuçta, partinize biat eden komutanların önünü açtınız.

Bürokrasiden şikayet ettiniz, bu bahaneyle liyakatı bir yana bırakıp, bütün partilileri devlet kademelerine doldurdunuz.

“Hükümet olduk ama derin devlet iktidar olmamızı engelliyor” diyerek, tuhaf uygulamalarla, milleti bir kenara bırakıp, parti devleti inşa ettiniz.

Tüm bunları yaparken, sürekli geçmişe gönderme yapıp, başarısızlıklarınızın faturasını da geçmişe kestiniz.

Bu arada eleştiren herkesi ya vatan hainliğiyle suçladınız ya da mahkemelerde süründürdünüz.

Artık ne yasama ne yürütme ne de yargı… Meclis’i devre dışı bırakıp KHK’larla yönetmeye başladığınız ülkeyi, genelgeler düzeyine indirdiniz.

‘Tek başına iktidar’ olmak yetmedi, bunu da ‘tek kişilik iktidara’ çevirdiniz.

Ve böyle böyle yüzyıllık cumhuriyetimizin beşte birini, yani yüzde yirmisini, yani yirmi yılını siz, tek başınıza yönettiniz.

Hâlâ ne bahanesi üretiyorsunuz?

Hâlâ kimi suçluyorsunuz?

Sergen Yalçın’ın gözyaşları


Şimdi diyeceksiniz ki; “Hem şampiyon oldunuz hem de kupayı aldınız, bu gözyaşı da nereden çıktı?” Haklısınız ama bunu sadece Beşiktaşlı olan anlar. Çünkü Beşiktaş ve gözyaşı, Siyah’ın yanına konmuş Beyaz gibidir. Yan yana, iç içe, ayrılmaz, bölünmez, dönüşmez, karışıp renk değiştirmez.



O gözyaşıdır ki; sel olur Barbaros Bulvarı’ndan, denizin en mavisine karışır.

Yaşanılan coşkunun, duyulan hazzın, hissedilen sevginin tek ifadesi oluverir. Yapacak başka hiçbir şey yoktur da ondan. Kifayetsiz kalır bütün her şey. İyi günde, kötü günde…
Canından candır ki; evladına sarılıp bir gözünden Siyah, diğer gözünden Beyaz yaşlar süzülür.

Öyle böyle değil, gürül gürül…

Öyle böyle değil, hüngür hüngür…

Öyle böyle değil, aşk ile
sevda ile.

Başarıyı kutsamış ve bunun için her türlü çirkefliği mübah gören anlayışlara gözyaşlarıyla isyandır. Kirli düzene bir karşı duruştur. Her yolu deneyerek ‘olmazı olur yapmaya çalışanlara’ el sallamadır.

Sonuç önemli değildir, yürürken, her adımda iz bırakmayı hedefliyorsanız eğer.

Sonuç önemli değildir, yürürken sevda şarkıları söylüyorsanız eğer.

Sonuç önemli değildir, yürürken, zulme ve ihanete nanik yapıyorsanız eğer.

Ancak hak edilmiş sonucun da tek ifadesi gözlerden süzülen yaşlar oluyor bu yüzden.

Beşiktaş ve gözyaşı, Siyah’ın yanına konmuş Beyaz gibidir. Yan yana, iç içe, ayrılmaz, bölünmez, dönüşmez, karışıp renk değiştirmez.

Son düdük çaldığında, hak edilmiş sonuca ulaşıldığında, arkadaşlarına sarılır Sergen Hoca. Gözyaşlarını tutamaz. Zaten yapacak başka bir şey de yoktur. Aşk, Beşiktaşk.

Onurlu, gururlu, mutlu insanlar, hak edilmiş sonucun, hak edilmiş coşkusunu Dolmabahçe’de yaşarken, birbirlerine sarılıp gözyaşı döker. Ne söyleyecekler ki birbirlerine sarmaş dolaş olmuşken? Hangi cümle yerini tutabilir ki o duygunun, gözyaşından başka?

Çünkü Beşiktaş ve gözyaşı, Siyah’ın yanına konmuş Beyaz gibidir. Yan yana, iç içe, ayrılmaz, bölünmez, dönüşmez, karışıp renk değiştirmez.

O gözyaşıdır ki, sel olur Barbaros Bulvarı’ndan, denizin en mavisine karışır.

Not: Bu yazının ilk versiyonunu 2009 şampiyonluğunun ardından kaleme almıştım.

Vatandaşın korkusu siyasetin yargısı


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “Ellerini arkadan bağlama suçlamasıyla” soruşturulmak istenmesi hâlâ tartışılırken, İBB’nin dezenfektan alımı ile ilgili bir tuhaf soruşturma daha gündeme geldi.



Tuhaflığın farkında olan, özellikle hükümete yakın isimler, “Başkan İmamoğlu bu soruşturmalardan çok memnundur. O, bu sayede siyasi prim yapıyor” gibi garip ve sığ yorumlar yaptılar.

Yani haksızlık, hukuksuzluk önemli değil, bir kişinin prim yapıp yapmaması önemli öyle mi?

Bakın; bu tuhaf olaylarda, siyasallaşan yargı ve yargılayan siyaset daha net ortaya çıkıyor. Yani sadece iktidarı gözeten garabet bir hukuk sistemi,  insanları her geçen gün daha da korkuya sürüklüyor.

Sizler hâlâ “falanca siyasî prim yaptı”, “filanca mağduriyetten besleniyor” gibi yaklaşımlarda bulunadurun ama bu arada vatandaş ciddi ciddi korku yaşıyor.

Çünkü, bu saçma sapan iddialar ve sığ yorumlarla, adaletin indirgendiği seviye apaçık ortaya çıkıyor. Sokaktaki insanlar da adaletin olmadığı bir ortamda iyice güven sorunu yaşıyor.

Çünkü Türkiye’de yargı tepeden tırnağa siyasallaştı ve artık siyaset istediğini istediği gibi yargılıyor.


Süleyman Soylu beni haklı çıkardı


Türkiye’de eleştirel yaklaşım gösteren ya da farklı düşünen herkesin, şeytanlaştırılarak sindirilmeye çalışıldığını yazmıştım. “Ülkede yaftalama faşizmi var” demiştim.

Misal; iktidarın bir uygulamasını ya da bir yapısını eleştirirseniz, dört bir koldan yoğun saldırı altında kalırsınız. Artık vatan haini mi ilan edilirsiniz, Fetö ya da PKK terör örgütü üyesi mi bilemiyorum. Herhalde saldıranlar, konjonktürel karar veriyor.

Çünkü tek amaç farklılıkları sindirerek eleştirileri boğmak ve önüne geçmek. Bu tespitimin ne kadar doğru olduğunu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu doğruladı.

Çünkü Sedat Peker videolu açıklamalarına Sözcü Gazetesi ve birkaç medya kuruluşu hariç herkes sessiz kaldı. Peki sonra ne oldu? Bakan Soylu, bu konuda haber ve yayın yapan herkesi suçladı, yaftaladı.

Neymiş,  Sözcü, Cumhuriyet ve Birgün gazeteleri mafya liderine destek oluyormuş. Sadece bununla da yetinmedi, kendisini eleştiren ve ilişkiler ağının soruşturulmasını isteyen tüm liderlere de aynısını yaptı.

Kısacası, Bakan Soylu beni haklı çıkardı. Her kim işini doğru yapıyorsa, benzer saldırıya uğruyor Türkiye’de.


Sokağın gündemi ekonomi ve aşı


Mafya ve siyaset ilişkileri Türkiye gündemini sarsıyor. Görünen o ki; bu konu daha çok derinleşecek. Konu derinleştikçe siyaset daha da sertleşecek.

Fakat sokağın gündemi bambaşka. Çünkü artık insanlar hayatta ve ayakta kalabilme mücadelesi veriyor. Binlerce esnaf iflas etti, on binlercesi can çekişiyor. Yapılan yardımdan hiç kimse memnun değil. Birçok işyerinin hâlâ açılması yasak. İşsizlik gittikçe artıyor. Genç işsiz oranının yüzde 25’e çıktığı bir ülkede, o gençlik yarınlara nasıl umutla bakar?

İnsanlar bir yandan ekonomik kriz ile mücadele ederken öte yandan salgınla boğuşuyor. Aşısı olan bir hastalıktan her gün yüzlerce insanımız ölüyor.

Bu vahim tabloya rağmen, aşı kolay kolay yaygınlaşmayacak gibi görünüyor. Nedenini tam olarak anlatmıyorlar ama aşılama oranı ve hızı hala çok düşük. Öğretim görevlileri ve üniversite öğrencilerine aşı yapılmazsa, önümüzdeki yıl da eğitim yerlerde sürünecek.

Siyaset kendi derdine düşmüş olabilir. Fakat sokaklar can derdinde. Çünkü sokağın iki gündemi var. Karnını doyurmak ve aşıya ulaşıp ölümden korunmak. Bu kadar basit.