Başlık ne kadar can sıkıcı değil mi? Yani onca sorun varken bizler ülkenin Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın yapıp ettiklerini tartışıyoruz, konuşuyoruz.

Peki gerçekten “Diyanet İşleri Başkanı ne yapmalı?” Aslında yanıtı çok basit. Herkesi kucaklayacak bir tavır sergileyebilmeli. Çünkü oturduğu koltuk, taşıdığı sıfat bunu gerektirir.

O makam, herkesi, ne olduğuna, nasıl düşündüğüne bakmadan kucaklamayı gerektirir. Fakat olmadı, olamadı.

Bundan sonra olur mu? Bence bundan sonra hiç olmaz.

Diyanet Başkanı Ali Erbaş’ın adli yıl açılışında dua etmesi büyük tartışma yaratmıştı.


Çünkü...

Erbaş, 2018 yılında “Müslümanların ibadethanesinin cami olması münasebetiyle cami hem Sünninin hem Alevinin ibadet yeridir” diyerek Alevileri üzdü.

Ali Erbaş, Boğaziçi protestoları sırasında, okula nasıl girdiği bile belli olmayan bir resim için Twitter’dan, “Kâbe’ye ve İslami değerlerimize yönelik yapılan hadsiz saldırıyı kınıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak konunun takipçisi olacağız ve bu saygısızlığı yapanlar hakkında yasal yollara başvuracağız” mesajı paylaşmış, hemen ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde çok sayıda öğrenci tutuklanmıştı.

Sosyal medyayı sık sık kullanan Diyanet’in sosyal medyaya sansür niteliğinde düzenleme talebi de başka bir tartışma konusu tabi.

Son olarak yeni adli yıl açılış töreni ve ardından yaşanan tartışmalar...

Türkiye siyaseti son yıllarda çok enteresan olaylara tanık oldu. Fakat ilk kez bu kadar ayrımcı bir dil kullanan bir Diyanet İşleri Başkanı’na tanık oluyor.

Ve yazık oluyor.

OKULLARA KAYIT PARASI


Yeni bir eğitim öğretim dönemi daha başladı. Üstelik bu yıl koronaya rağmen yüz yüze. Öğrenciler de veliler de mutlu görünüyor. Sıkılmış herkes çünkü.

Bu yıl kayıt dönemi başladığında Milli Eğitim Bakanlığı her yıl, her iktidar ve her bakan döneminde olduğu gibi aynı açıklamayı yaptı. “Kayıt parası veya başka ad altında zorunlu olarak herhangi bir ücret alınmaması ve bu tarz uygulamalara dair şikayetlerin valiliklerce ivedilikle değerlendirilerek gerekli işlemler...” Bla bla bla bla...



 

Oysa herkes bilir ki, ‘iyi devlet okulu’ olarak ün yapmış bir okula, neredeyse özel okul parası vermeden kayıt mayıt yaptıramazsınız.

Suç okul yöneticilerinin mi? Tabii ki hayır. Çünkü onlara da ödenek yok.

Bakın bugüne kadar istisnasız her iktidar kayıt parasının yasak olduğunu söyledi. Okullar da bu parayı almadan kayıt yapmadı. Bu klişeleşmiş ve kökleşmiş bir “tavşana kaç, tazıya tut” kurnazlığıdır. Bari artık yalan söylemeyin.

En azından kıt kanaat geçinen veliler ne okul yöneticileri ile karşı karşıya gelsin ne de hayal kırıklığı yaşasın.

SERGEN YALÇIN FARKI


Sergen Yalçın’ı, Haber Global’de Tolga Candaş Işık’ın programında izledim bir kez daha.

Ve bir kez daha Sergen Hoca’nın zekâsına şapka çıkardım. Çünkü Hoca, yorumlarıyla, analizleriyle, bakış açısıyla futbol zekasını saha dışında da son derece kıvrak kullanıyor.



Hoca’nın futbolu yorumlamasına ise bayıldım.

Diyor ki Sergen Hoca; “Futbol bir oyundur. Top, kale ve oyuncu vardır. Son derece basittir. Bunu eğlence olarak görmek gerekir. Futbol ölüm kalım meselesi olamaz. İçinde kazanmanın da kaybetmenin de olduğu bir oyun. Keyfini çıkarmak gerekir.”

AŞI TARTIŞMALARINDAN BIKMADINIZ MI?


Kim ne derse desin, bunca insan hayatını kaybederken ve aksi yönde herhangi bir kanıt yokken, aşı karşıtlığını anlamıyorum, anlayamıyorum.

Bu saçma ve yersiz konuyu konuşmaktan, tartışmaktan bıktım, yoruldum.

Hele ki bu insanları ikna etme durumunda kalmak da bambaşka bir açmaz.

Aslında aşı ve benzeri sorunlar şu an yaşadığımız dönemin genel sorunlarından. Aşı karşıtlığı bu saçmalığın, gerçek ötesi dönemin sadece bir örneği.

Son zamanlarda okuduğum en öğretici kitaplardan biri olan “Bilim Bizi Kandırıyor mu?” da Prof. Mustafa Çetiner, içinde bulunduğumuz dönemi bakın nasıl anlatıyor:

“Öyle ki; artık gerçek önemini neredeyse tamamen yitirdi ve onun yerine tuhaf bir ‘algı’ yönetimi geçti. İnsanlar gözlerinin önündeki koca gerçeği görmek yerine onlara söylenen, öğretilen, gerçekle ilgisi olmayan ama inandırıldıkları safsatalarla yaşamayı seçmeye başladı.

Umberto Eco bu durumu çok güzel anlatıyor:

“Artık esas meselemiz bir şeyin yanlış olduğunu ispatlamak zorunda kalacak olmamız değil, esas meselemiz apaçık doğrunun doğru olduğunu ispatlamaya çalışmak zorunda kalacak olmamız.”

Sanırım daha güzel anlatılamazdı.

YANITINI ALAMADIĞIMIZ İKİ SORU


Tabii ki yanıtını alamadığımız çok soru var ama ben ikisini bir kez daha hatırlatmak üzere gündeme getirmek istedim.

Bir...

Herkesin tanıdığı bir mafya liderinden maaş alan siyasetçi vardı. Üstelik bu iddiayı bizzat ülkenin İçişleri Bakanı bu gündeme getirmişti. Sahi ne oldu bu siyasetçiye?

İki...

SBK Holding’in patronu Sezgin Baran Korkmaz’ın maaşa bağladığı gazeteciler olduğu söylenmişti. Sahi ne oldu bu gazetecilere? Neden ortaya çıkmadı isimleri?