Yoksulluktan, zulümden, savaştan kaçmışlar. Milyonlarcası Türkiye’ye sığınmış. Sorun bugünün sorunu değil. Yılların sorunu.

Fakat bugün olup bitenler, göçmenler hakkında söylenenler, sorunun kendisinden de ürkütücü. Faşizan ve ırkçı söylemler yayılıyor.

Göçmen sorununa iki tür ve çok sorunlu bakış açısı ağırlık kazanıyor. Birinci grup, “Yeter artık kardeşim ülkelerine gitsinler” diyerek Türkiye’deki sosyal ve ekonomik sorunların temeline göçmenleri koyuyor.

Sözüm ona, buna karşı çıkan ve alternatif getiren yaklaşım da “Göçmenlerin iş gücü olmasa Türkiye iflas ederdi” şeklindeki ifade.

Birinci yaklaşım, ırkçılık içeriyor ve şiddeti besliyor. İkincisi ise aklımızla alay eder gibi. Saçma sapan, temelsiz, sorunlu bir ifade. Hani bu yorumu yapanlar da zekâmızla alay ediyorlar.

Göçmen/sığınmacı sorunu gerçekten çok büyük ve önemli.

Sınır güvenliğinden tutun da Türkiye’nin uluslararası politikasına kadar bir dizi yanlışın sonucu olarak bugünlere geldik. Bir kere şunu kabul edelim: Siyasi irade bu sorunu öngöremedi, yönetemedi ve bundan sonrasını da pek yönetebilecek gibi görünmüyor. Üstüne garip açıklamalarla da ülke insanının güvenini kaybetmeye devam ediyor.

Öte yandan, milyonlarca göçmenin/sığınmacının Türkiye’ye, uluslararası bir politika sonucu, belirli bir strateji dahilinde gönderildiğini de iddia edenler var. Bir yanda her geçen gün etkisini daha ağır hissettiren ekonomik kriz, diğer yanda göçmen/sığınmacı temelli gittikçe artan sosyal sorunlar, Yani sorun çok çok büyük.

Fakat bu ortamda, “Tüm sorunlarımızın nedeni göçmenler, hepsi ülkesine dönsün. Öleceklerse ülkelerinde ölsünler. Ekmeğimizi onlarla mı paylaşacağız” şeklindeki yaklaşımlar da ayrıca sorunlu.

Bu durum gittikçe ırkçı ve faşist bir taban oluşturmaya başladı. Üstelik bu ırkça ve faşizan söylemlerden siyaseten beslenenler de artıyor. Oysa ortadaki sorun çok büyük ve uluslararası bir politika üretilmesi gerekiyor. Ayrıca göçmenlere/sığınmacılara bu şekilde saldırmak sorunu da çözmeyecek.

Üstelik karşı çıkılması gereken nokta, hayatlarını kurtarmak için kaçan bu insanlar değil. Bu insanların canları pahasına kaçmasına neden olan siyasi anlayışlar. Karşı çıkılacaksa önce bu siyasi anlayışa karşı çıkılması lazım.

Çok geç olmadan herkesin bir kez daha düşünmesi gerekir. Çünkü ırkçılık ve faşizan söylemler düzensiz göçmen sorunundan bile çok daha büyük ve önemli bir sorundur. Ve bu sorun önlenmezse ülkece altından kalkamayız.

Bu gemi çok önemli


CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun temmuz başı, balıkçıların sorunlarını yüz yüze dinlemek için Samsun’dan bir gemiyi yola çıkarması, siyasal iletişim açısından zekice bir girişim. Üç tarafı denizle çevrili ülkemizin balıkçılarının da dikkate alınması ayrıca önemli. Kıyısı bulunan tüm illeri Karadeniz’den başlayarak ziyaret edecek olan bu gemiyle, balıkçılık sektörünün sorunları bire bir dinlenip not ediliyor.



Şu ana kadar denizcilik ve balıkçılıkla ilgili ülkede bu kadar ciddi başka bir çalışmaya tanık olmadığımız için özellikle ilgimi çekti. Bu nedenle gemiyle yolculuk yapan CHP Sinop Milletvekili Barış Karadeniz’le konuştum.

Balıkçıların sorunlarını Meclis’e sunmak üzere rapor da hazırlayan Barış Karadeniz, yüz yüze yaptığı görüşmelerden sektörün 5 temel sorununu şöyle sıralıyor:

1- Sosyal güvenlik yasası ile ilgili balıkçılar çok dertli.

2- Maliyetler aşırı arttı. Ağ fiyatları bile balıkçıları zorluyor.

3- Balıkçıların kullandığı mazottan ÖTV alınmıyordu. Ancak ÖTV’siz mazot ile normal mazot arasındaki fiyat farkı 1 liraya inince, yapılan desteğin anlamı kalmadı.

4- Bölgesel balıkçılığın yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü her bölgenin farklı sorunu var.

5- Kimse balıkçıları dinlemiyor. Bütün balıkçılar dışlandıklarını düşünüp isyan ediyor.

Turizmden tarıma, ulusal güvenlikten ulaşıma kadar birçok sektörü yakından ilgilendiren denizcilik için Barış Karadeniz, “Denizlerimizin siyaseti olmaz” diyor ve ekliyor: “Denizlerimiz ülkemizin en önemli sorunu. Hepimizin bir araya gelip sorunları masaya yatırması ve çözüm üretmesi gerekir. Çünkü maalesef denizlerimiz alarm veriyor. Bu yüzden Denizcilik ve Balıkçılık Bakanlığı kurmak en önemli hedefimiz.”

“Türkiye’de balıkçılarımız için en güvenilir liman olacağız” sloganı ile hareket eden gemi 28 il gezecek.

Yolculuğun sonunda hazırlanan rapor Meclis’e de sunulacak. Bu rapor aynı zamanda CHP’nin iktidar olması halinde kurmayı planladığı Denizcilik ve Balıkçılık Bakanlığı’nın da temelini oluşturacak.

Demokrasi dersi


Aslında başlığın; ‘Boğaziçi Üniversitesi rektörünü seçiyor” şeklinde olması gerekir ama malum, üniversiteler rektörlerini özgürce seçemiyor, Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.

Kayyum rektöre aylarca direnen Boğaziçi, Melih Bulu görevden alındıktan sonra üniversitede seçim yapıyor. Bu yazıyı yazdığım saatlerde 19 isim adaylığını açıklamıştı. Akademik kadro, öğrenciler ve her düzeyden üniversite çalışanı oy kullanabilecek. Seçim süreci akademisyenler tarafından oluşturulan ‘Oylama Koordinasyon Komisyonu’ tarafından yürütülüyor.

Bu seçimde aslında kimlerin Boğaziçi Üniversitesi adına rektör adaylığına başvurmaması gerektiği belirlenecek. Bir başka deyişle, ‘meşru rektör’ adayının kim olabileceği belirlenecek. YÖK’e başvurabilecek adayın yüzde 50’nin üzerinde oy alması gerekiyor. Fakat bunun kadar önemli olan bir kriter daha var. Aynı zamanda olumsuz oy oranın da yüzde 34’ü yani 1/3 oy oranını geçmemesi gerekiyor. Bu oranlarda oy alan akademisyenlerin meşruluk zemini kazanacaklarını ve aksi durumda atama için YÖK’e başvuru yapmalarının hata olduğunu ifade ediliyor.

Aslında  bu özgürlükçü ve katılımcı anlayışıyla Boğaziçi Üniversitesi, tüm ülkeye demokrasi dersi veriyor. 

Boğaziçi Üniversitesi deniz gibi


Meşru rektör adayını arayan Boğaziçi Üniversitesi’nin herkes tarafından neden çok önemsendiğini bir de şöyle hatırlatmak gerek. Malum, üniversite sınav sonuçları açıklandı. Şimdi gençlerin üniversite tercih heyecanı var.

Fakat en başarılı sonucu alan öğrencilerin böyle bir heyecanı yok. Çünkü onların tercihi belli, Boğaziçi Üniversitesi. Her yıl olduğu gibi milyonlarca öğrencinin arasından en başarılı, en parlak olanları yine Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih edecek.

Öyle bir üniversite ki Boğaziçi... En coşkulu nehirlerin buluştuğu bir deniz gibi. Ülkemizin en başarılı, en parlak gençleri, bu yıl da bir nehir gibi Boğaziçi denizine akacak.

Yani küçük siyasi hesaplar, sadece Boğaziçi’ni değil, aynı zamanda ülkenin en parlak gençlerini de hırpalıyor. Bırakın artık hem en önemli üniversitemiz, hem de en parlak çocuklarımız özgürce çalışsınlar, okusunlar, bilim üretsinler, yaşasınlar.