Önce şunu belirtmek isterim ki, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı, bana göre Türk siyasi tarihinin en önemli ve en çarpıcı çıkışlarından biri olarak kayda geçti.

Bir çok kişinin düşündüğü, çoğu siyasetçinin karnından konuştuğu tabulaşmış bir konuyu, Kemal Kılıçdaroğlu korkmadan açık açık dile getirdi: “O kadar ağır yaralarımız var ki; ruhlarımız acı çekiyor. O kadar incinmişiz ki; hiçbirimiz geleceğe bakamıyoruz, geçmişe takılı kaldık… Helalleşmemiz gerekir.”

Kemal Kılıçdaroğlu


Benim Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından-açıklamalarından anladığım kadarıyla, helalleşmeden kasıt daha fazla yüzleşme olarak ifade edilen bir durum. Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesi gibi.

Helalleşme ya da yüzleşme; belli ki bu açıklama, üzerinde ince ince düşünülmüş, tartışılmış, öncesi ve sonrası değerlendirilmiş bir açıklama. Öyle evin mutfağından sosyal medyada yayınlanmak üzere çekilmiş birkaç dakikalık konuşma değil.

Fakat doğru düzgün konuşulup tartışılmadan eleştiri yağmuru başladı. Eleştirenlerin büyük çoğunluğu, “Ne yani bunca yolsuzlukla, bunca haksızlıkla hesaplaşılmayacak mı?” türünden ifadeler kullandı. Oysa Kılıçdaroğlu 4 dakika 36 saniyelik videosunda bunu çok net ifade ediyor:

“Hiçbirimiz geleceğe bakamıyoruz, geçmişe takılı kaldık. Her iktidara gelen de bu yaraları kullandı istismar etti, derinleştirdi. Tarihimizde de bunu en çok AK Parti hükümetleri yaptı. İnsanları birbirine düşürdü, nefreti körükledi, halkımız kavga ettikçe, bir grup insan da zenginleştikçe zenginleşti.

Bunun hesabını da verecekler tabii ki…”

Yok mu yaralarımız? Ruhlarımız acı çekmiyor mu?

Ne yani, hiçbirimizin aklına takılmış sorular, affedemediğimiz hatalar yok mu? Yok mu? Ne yani, torunlarımız da aynı sorunlar ve aynı acılarla mı yaşasın?

Elbette ifadesi de pratiği de çok zor bir siyasi söylem bu. Helalleşilebilir mi, bilemiyorum. Yüzleşilir mi bilemiyorum. Fakat en azından toplumsal travmalarımızın bizi nasıl hasta ettiğini biri çıkıp cesurca söyledi.

Helal olsun. Alkışlar Kemal Kılıçdaroğlu’na!

La Casa Da Para mı var?


Aman dikkat! İş yerinizde espri yaparken temkinli olun, çünkü işinizden olabilirsiniz.

Şaka yapmıyorum. İşler bu noktaya geldi. Bir bankacı, üstelik arkadaşlarıyla özel yazışma yaptığı whatsapp’da durum bölümünde, sosyal medyada
çok paylaşılan “La Casa Da Para Yok” yazan komik
afişi paylaştığı için işinden atıldı.

Hakan Dağlı


26 yıldır çalıştığı kamu bankasında Hakan Dağlı’nın başına gelen tam anlattığım gibi. Espri yaptı, işinden oldu. Yapılan paylaşım kamuya açık değil.

Aslında paylaşım da değil. Bir uygulamada, kendi adının da yazdığı yerde kullanmış. İşten atılma gerekçesi de pek manidar: “Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi ve yönetimini küçük düşürücü, rencide edici paylaşımda bulunmak.”

Ekonomiyi gerçekten küçük düşürenlerden değil, buna dair espri yapanlardan hesap sorulan bir ülkedeyiz. O zaman işten atılma gerekçesi olan caps belki şöyle yazılmalı: La Casa Da Para mı var?

Deniz Gezmiş’le, Ali İhsan Korkmaz’la helalleşmeyelim mi?


CHP liderinin “Helalleşme” ifadesine karşı çıkanların temel argümanları, -belki de korkusu demek daha doğru- “Ülkeyi 20 yılın sonunda kaosun eşiğine getiren AKP iktidarı döneminde olup bitenlerle hesaplaşmamak. Yolsuzluğu, adaletsizliği, sayısız insana yapılan haksızlığı yok saymak.”

Deniz Gezmiş


Ben Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına baktığımda, ‘Helalleşme’ ifadesinden daha çok ‘Yüzleşme’ sonucunu çıkarıyorum.
Salı günkü grup toplantısında da çok netti Kılıçdaroğlu. Sivas, Maraş katliamlarıyla, Roboski ile helalleşileceğini söyledi. Üzerinde çok durulmadı ama devletin tazminat ödemesinden söz etti.

28 Şubat’ın açtığı yaralarla, ikna odalarıyla, 6-7 Eylül olaylarıyla helalleşileceğini söyledi.

Somalılarla helalleşmekten söz etti. Tüm bunlar çok önemli değil mi?

Kaygısı olanları da elbette anlamak gerekir, fakat yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizde kimse böyle cesur bir çıkış yapmadı. Yoksa elbette ki Kılıçdaroğlu ‘Helalleşme açılımına’ en çok CHP içinden karşı çıkılacağını elbette biliyordu.

Şöyle dedi Kılıçdaroğlu: “Bizim iktidarımızı konuşmuyorum ben sevgili dostlar. Bizden sonra gelecek yüz iktidara da bir kapı aralamamamız gerekiyor. Doğru bir kapı açmamız gerekiyor. Evet bütün baskıyı biz yaşayacağız ama birinin bunu yapması gerekiyordu.”

Evet birinin bunu yapması gerekiyordu, Kılıçdaroğlu da ilk adımı ‘Helalleşme açılımı’ ile attı.
Karşı çıkanlara da soruyorum; Ahmet Kaya ile Deniz, Yusuf ve Hüseyin ile Ali İhsan Korkmaz’la helalleşmeyelim mi? Diyarbakır Cezaevi mağdurlarıyla helalleşmeyelim mi?

Tarihimiz boyunca acı çektirilen onca insanla helalleşmeyelim mi?
Belki de en önemli soru şu:
Helalleşmezsek, yüzleşmezsek yola nasıl devam edeceğiz?

Turgut Özal

Turgut Özal’ın milliyetçilik tanımı


Masa başında herkes ülkeyi çok seviyor. Herkes pek milliyetçi. Misal, karısını dövüyor, çoluğa çocuğa gün yüzü göstermiyor ama milliyetçi.

Her türlü yolsuzlukta adı geçiyor ya da göz yumuyor ama milliyetçi.…

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Bakın 8. Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal milliyetçiliği nasıl tanımlamış:

“Fatih Sultan Mehmet şunu yaptı, Yavuz Sultan Selim şunu yaptı diye geçmişle
övünmek, milliyetçilik değildir. Sen şu anda dünyayla yarış edebiliyor musun? Yani,
başka ülkelerle yarış edecek adamların var mı? Daha iyi ressamın, sanatçın, tüccarın, politikacın var mı?”


Bu alıntıyı geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gördüm. Nerede ve ne zaman söylediğini teyit edemedim ama çok güzel bir tanımlama olduğu için sizlerle de paylaşmak istedim.
Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır...

İşini en iyi, en ahlaklı, en dürüst yapan da, gerçek milliyetçidir.

Cemil Çiçek

Yetmez ama 50+1


Şimdi de, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 50+1 tartışılıyor. İktidar 50+1’den şikayetçi ve bundan nasıl çark edileceğinin hesabını yapıyorlar.

Tecrübeli siyasetçi ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Cemil Çiçek, 50+1 oy şartının “Türkiye’de kutuplaşma ve kamplaşmaya yol açtığını ve bugün de gelecekte de problem çıkaracağını düşündüğünü” söyledi.

Cemil Çiçek gibi bir tecrübenin bunu sadece kendi payına söylediğini düşünmüyorum. Bu konu bir şekilde dillendiriliyor ve kamuoyu hazırlanıyor gibi geliyor bana.

Oysa, Türkiye’ye özgü olduğu söylenen ve içinde bir çok çarpıklığı barındıran bu başkanlık sisteminde belki de tek doğru şey 50+1.

Tartışmaya açılması bile anlamsız. Çünkü…
İlk turda 50+1’i bulunamazsa, en çok oy alan iki aday ikinci tura kalacak ve zaten buradan 50+1 çıkacak. Nedense AKP ikinci turu hiç konuşmuyor.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir. Bu kadar sınırsız yetkiler tanınan ve koskoca ülkeyi bir kişiye teslim eden bu sistemde 50+1 bile az.
Sistemin çarpıklığı apaçık ortadayken bir tek 50+1’i tartışıyor olmak çok saçma değil mi?