Aşağıda okuyacağınız yazıyı, bir şehit cenazesinin ardından yazmıştım. Kız çocukları. Nedense her yerde, her zaman, herkes kız çocukları üzerinden konuşuyor. İyi ama şunu da sormak lazım değil mi; “Kız çocukları böylesi olayların olduğu bir ülkeyi mi hak ediyor?” Bir düşünün lütfen ve yazıyı sonra okuyun.

★★★

Kimse bana alınmasın. Kimse kızmasın bana. Özellikle de oğullarım. Hangisini birbirinden ayırt edebilirim ki? Evlatlarım onlar. Ama gelin görün ki kızım farklı. Yapabileceğim bir şey yok, o farklı. Biliyorum, ben de onun için farklıyım. Babayım ben. Babasıyım onun. Onun babası. Kızım.

Çocuklar arasında ayrımcılık yapmak değildir bu. Kim ne derse desin. Kız çocukları farklı, erkek çocukları farklıdır. Kim ne derse desin. Kızım. Yoksa insanın evlatları arasından birini az, diğerini çok sevmesi değil. Mümkün mü? Şöyle yazıyordu okuduğum bir kitabın kapağında: “Nara sorun, hangi tanesini daha çok sever?” Durum tamamıyla bu. Hiçbirini diğerinden ayırt edemezsiniz. Edemem. Ama kızım farklı.

Bir kıyaslama da yapmıyorum. Ama kızım farklı. Kızım. Kız çocukları. Kız babaları. Kızım farklı. Kız çocuklarının babalarına koşması bile farklıdır. Nar taneleri, kız çocukları.
Odamdakilerle konuşurken, o görüntüyü gördüm. Tören bitmiş, askeri kurallar yerine getirilmiş ve artık onlar son yolculuklarına uğurlanacaklar. Yan yana tabutlar. Bir anda koşmaya başlayan kız çocuklarını gördüm. Babalarına koşuyorlardı. Kanım dondu. Durdum. Yüzüm düştü.

Hiç tartışmam, dünyanın en güzel görüntüsüdür, bir kız çocuğunun babasına doğru koşması. Her adımda saçları bir o yana, bir bu yana salınır. Yüzünde bir mutluluk! Kız çocukları böyle koşar babalarına. Dünyanın en güvenilir insanının kollarıdır koştukları. Kız çocukları böyle koşar babalarına. Gülerler. Kendilerinden emin. Kız çocukları böyle koşar babalarına. Sarılırlar. Sonra, baba mı o sevginin içinde kaybolur, yoksa kız çocuğu mu babasının kollarında, bilemem. Benim hissettiğim, tam bir kayboluş ve sonra yeniden varoluş duygusudur. Kız çocuğu, nar tanesi.

Onlar da öyle koştular babalarına. Ama son kez. Tabutlara doğru son hızla koştular. Bırakmak istemiyorlardı. Son kez sarılmak, son kez koklamak, son kez öpmek, son kez dokunmak istediler. Tabutlara sarıldılar, ölümün soğukluğuna, kâinatın en sıcak busesini kondurdular. Ağlayarak, parçalanarak.

Tabuta doğru yaklaştıklarında, isimleri aradılar eğilip. Yanlış tabuta, yanlış babaya, bir başkasının babasına sarılmamak için. Kendi babalarını aradılar. Kız çocukları böyle koşar babalarına, Hani denir ya, “Kimse kusursuz değildir” diye. Yanlış. Bir tek, bir kız çocuğunun babasına koşmasında kusur bulamazsınız. O kadar muhteşemdir. O kadar çarpıcı ve o kadar sonsuzluk dolu. Öyle koştular babalarına. Sarıldılar son kez. Babalar da kız çocuklarına.

Baba diye ağlarken, belki de bilmiyorlardı babalarının onları gerçekten duyduğunu, gerçekten hissettiğini ve gerçekten onlara da sarıldığını. Bir kız çocuğu babasına öyle koşar, babaları da böyle hisseder.

Nar taneleri, kız çocukları.

Devlet Soylu’ya mı inanıyor, Peker’e mi?


Başlıktaki soruyu sormamın nedeni, “Sedat Peker’den 10 bin dolar aylık alan siyasetçi” iddiası. Bu vahim iddiayı ortaya atan da bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ydu.



Hem de bunun bilgili, belgeli, ispatlı olduğunu söyledikten sonra hiçbir şey yapmadı. Soylu’nun bu konudaki suskunluğu, en az iddianın kendisi kadar korkunç ve düşündürücü. Ancak ben başka bir noktaya dikkat çekeceğim.

Meclis Başkanı Mustafa Şentop yazılı ve sözlü olarak Soylu’ya bu siyasetçinin adını sordu fakat yanıt alamadı.

Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu ısrarla sordu, çok ağır eleştirdi ama sonuç alamadı.

Bir süre sonra Sedat Peker konuştu ve 10 bin dolardan fazla verdiğini hem siyasetçinin adını hem de seçim döneminde de para dağıttığını söyledi.

İşte tam bundan sonra, “Kim bu mafyadan binlerce dolar maaş alan siyasetçi?” sorusu sorulmaz oldu.

Meclis Başkanı da işin peşini bıraktı. Yani Sedat Peker’in açıklaması tatmin edici bulunmuş olmalı ki; hepsi bir anda suskunluğa gömüldü.

Şimdi bu durumda Bakan Soylu’ya “Kim bu siyasetçi?” diye sorulmaya devam edilmeyecek mi?

Soylu sessizlik yemini etmiş gibi bu siyasetçinin adını, suskunluğunun nedenini açıklamayacak mı?

O zaman sorumu tekrar ediyorum: Devlet, İçişleri Bakanı Soylu’ya mı inanıyor, yoksa Sedat Peker’e mi?

Gençlerimizin durumu hiç iyi değil


Gerçekten iyi değiller. Her iki gençten biri gelecekten umutsuz ve mutsuz.

Çok büyük çoğunluğu Türkiye’den gitmek istiyor. En önemli sorunlarından biri işsizlik.

Aslında hepimizin bildiği ve hiç de şaşırmadığımız bu notları, Habitat Derneği tarafından bu yıl dördüncüsü açıklanan, ‘Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Araştırması Raporu’ndan aldım.

İlki 2017 yılında yayımlanan ve literatüre ‘ev genci’ kavramını kazandıran ‘Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Raporu’ Habitat Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Sezai Hazır ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Erdoğan tarafından açıklandı.



Gençlerle yüz yüze görüşülerek hazırlanan bu raporun tamamına Habitat Derneği’nin internet sitesinden ulaşabilirsiniz. Fakat ben gençlerimizin korona döneminde yaşadıkları sıkıntılardan bazı başlıkları da aktarmak istiyorum.

Gençlerin yüzde 25’i pandemi sürecinden kira, elektrik, su gibi masrafları ödeyememiş.

Yine yüzde 25’i bankadan kredi ya da tanıdıklardan borç almak zorunda
kalmış.

Coronavirüs döneminde gençlerin yüzde 21’i eğitimine ara vermek zorunda kalmış, yüzde 12’si işini kaybetmiş.

Ayrıca gençlerin yüzde 58’i bu dönemde derslere ve sınavlara yeterince hazırlanamamaktan, yine yüzde 58’si de derslerine düzenli erişememekten şikâyetçi.

Özeti şu: Türkiye, geleceği olan gençlerini göz göre göre kaybediyor.

Bedellide af bekleyenler


Bedelli askerlik geçen yıl çıkarılan bir yasayla kalıcı hale getirilmişti. Artık askerlik çağına gelen her yükümlü, parasını ödediği taktirde sadece 30 günlük eğitimin ardından terhis belgesi alabiliyor. Bedelli askerlik hakkından birçok genç yararlandı ve yararlanmaya da devam ediyor.

Ancak ‘bakaya’ ve ‘yoklama kaçağı’ olanların bedelli askerliğe başvuru hakkı yok.

Farkında olmadan bakaya ya da yoklama kaçağı durumuna düşen gençler, bu haktan yararlanmak için ‘bedelli affı’ istiyorlar.



Bazıları da 29 yaşla sınırlı tecil hakkının 22’ye düşürülmesi yüzünden kaçak duruma düştüklerini ve bunu çok geç fark ettiklerini dile getirerek, siyasilerden yardım bekliyorlar.

Bana ulaşan şikayetlere de baktığımda, son derece insani bir durum gibi görünüyor. Bu nedenle milletvekillerinin bakaya ve yoklama kaçağı durumunda olanlara yardım eli uzatması gerektiğine inanıyorum.

Neticede ortada verilmiş bir hak ve aynı zamanda elde olmayan nedenlerle yaşanılan mağduriyet var. Umarım her partiden milletvekili bu durumda olanlar için hareket geçer. Yoklama kaçağı ya da bakaya durumda olan herkese “vatani görevden kaçan insan” muamelesi yapılmasını doğru bulmuyorum.

HDP’yi kapat. Ahmet Şık’ı tutukla, Cumhuriyet’e kilit vur, olsun bitsin!


Bu günlerin sloganı da şu oldu: “Lağım patladı.” Gerçekten siyasetten gelen kokuları bundan daha iyi anlatacak bir tespit yok.

Bir mafya lideri art arda ifşalarda bulunuyor.

Yolsuzluk iddiaları peş peşe sıralanıyor.

Ticaret Bakanı, kendi emrindeki bakanlığa fahiş fiyattan mal satıyor.

Toplumun neredeyse tamamı bunlardan rahatsız. İktidar partisinin içinde de rahatsızlık büyüyor.

Ama kimse konuşmuyor.

Ülkeyi çalkalayan konularda sessiz kalan savcılar, HDP’yi kapatmak için anında harekete geçiyor.

Peker’in iddiaları karşısında suskunluğa bürünen savcılar, bunları haber yapan Cumhuriyet Gazetesi’ne soruşturma açmak için harekete geçiyor.



Savcılar Ahmet Şık’ın dokunulmazlığını kaldırılması konusunda da son derece hızlılar.

Eğer sorunlar böyle çözülecekse…

HDP’yi kapatın. Ahmet Şık’ı bir kez daha hapse atın. Cumhuriyet Gazetesi’nin basımını ve dağıtımını engelleyin, memleket güllük gülistanlık olsun, mis gibi olsun.