Türkiye aylardır Sedat Peker’in yaptığı açıklamaları konuşuyor. Ortaya attığı iddialar korkunç.

Bu iddiaların her bir cümlesi için bile savcıların derhal harekete geçmesi gerekirdi ama yapmıyorlar. Kamuoyu araştırmalarına göre halkın çok önemli bir bölümü Sedat Peker’i inandırıcı buluyor. Fakat kimin umurunda?



Siyasetçilerin dokunulmazlıklarını kaldıran, hapislerde çürüten, basit bir sosyal medya mesajı için insanların evine baskın düzenleyen, çiftçinin traktörüne haciz işlemi uygulatan, gazeteciler hakkında davalar açıp cezaevine atan, İmamoğlu için “neden ellerini arkadan bağladın” diye hesap sormaya yeltenen, hiç olmayacak insanları FETÖ’cü ilan eden, Boğaziçili öğrencilere ‘terör’ soruşturması açan, hakkını arayana ‘vatan haini’, düşüncesini söyleyene ‘terörist’ damgası vuran sistem, bu inanılmaz iddialar karşısında sessiz ve hareketsiz. Resmen ölü taklidi yapıyorlar.

Haksızlığa karşı susanların ülkesi olduk

Ancak tüm bu olup bitenlerin sokaktaki yansıması, öyle siyasi iradenin tahmin ettiği gibi değil. Yargıya güven her geçen gün düşüyor, hatta dibe vurmak üzere..

Son olarak Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV) “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketinde çok çarpıcı sonuçlar ortaya çıktı. Katılımcıların yüzde 62’si yargıya güvenmiyor, 48,5’i yargının bağımsız olmadığına inanıyor.

Ayrıca yüzde 80,6’sı, cinsel taciz ve istismar karşısında yargının ya hiç ceza vermeyeceğini (yüzde 39) ya da gerekenden daha az ceza vereceğini (yüzde 41,6) düşünüyor.
Bu sonuçlar, bir ülke için utanç tablosudur.

Aslında Türkiye’de yargının durumunu, bu ve benzeri anketlerin dışında, Sedat Peker’in yayınladığı videolar ya da sosyal medya mesajlarının altında vatandaşların yazdığı yorumlar daha net gösteriyor.

Lütfen bu mesajları titizlikle okuyun

Vatandaş, devletine değil de mafya liderine güveniyor. Vatandaş bir türlü çözüm bulamadığı sorunlarına Sedat Peker’in çözüm bulacağına inanıyor. Vatandaş ilgili makamlardan değil, Sedat Peker’den medet umuyor. İnsanlar bozulan düzeni, Sedat Peker’in düzelteceğine inanmaya başladı. Yargı siyasallaştıkça, güvenilir olmaktan uzaklaştıkça, devlet mafyalaşıyor, mafya devleşiyor. Farkında değil misiniz?

CENAZEDE TOPRAK PARASI


Üç kuruş para kazanabilmek uğruna, türlü yollar icat eden rezil insanların sayısı her geçen gün artıyor.
Bunların en reziline, geçtiğimiz gün İstanbul Yeni Ayazağa Mezarlığı’nda tanık oldum. Doğrusu bunu yapmak kimin aklına geliyor ve nasıl oluyor da en büyük acıyı yaşayan insanlardan para koparabilmek için bu kadar alçalıyorlar, şaşırıyorum. Arkadaşımın annesi vefat etti ve Yeni Ayazağa Mezarlığı’nda toprağa verilecekti. Biz de son görevimizi yerine getirmek için yanındaydık. Bir yandan dua okuyup, diğer yandan arkadaşımıza destek olmaya çalışırken, gömü işlemini yapan görevlinin sesi duyuldu; “Toprak bitti. Şuradaki toprağı el arabasıyla taşıyıp getirin ki mezarı dolduralım.”

Hemen birileri koştu, mezarlığa bir kaç el arabası daha toprak taşındı. Arkadaşımızı teselli ederken, aynı görevlinin, “Toprak parasını ödemeyi unutmayın” dediğini duyduk. Ne olduğunu anlayamadık. Meğer birkaç kendini bilmez, defin işlemi yapılırken oraya toprak taşıyor, sonra o toprak kullanılınca para talep ediyormuş. Küçük bir araştırma yapınca belediye ve Mezarlıklar Müdürlüğü ile kesinlikle ilgili bulunmayan dışarıdan bazı insanların organizasyonu olduğunu öğrendik. Üstelik kenarda duran toprağın paralı olduğu söylenmemesine rağmen böylesi acı bir günde tatsızlık çıkmasın diye istenilen 300 TL’yi ödedik. Düşünsenize, gariban birilerinin cenazesi olsa ne olacak? Nereden bulacaklar 300 lirayı? Arkadaşımıza sarıldık, tanık olduğumuz bu rezil olay karşısında birbirimizden utanarak, göz göze gelemeden mezarlıktan ayrıldık.
Başka mezarlıklarda da benzer kepazelikler yapanlar var mı bilmiyorum ama umarım bu rezil fırsatçılara karşı gerekli önlemler alınır.

Maalesef insanların bu en acı gününde sevdiklerinin üzerine attığı topraktan bile para kazanmaya çalışanların alçakların türediği bir ülke olduk.
Utandım.

BU FİLMLER BİNLERCE KİŞİYİ ÖLDÜREBİLİR!


Başlıktaki ifadeyi ilgi çeksin diye yazmadım. İstanbul’un göbeğinde gerçekten büyük bir tehlike var ve kimse bunu konuşmuyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin (MSGSÜ) Barbaros Bulvarı’ndaki Sinema -TV Merkezi arşivinde binlerce film arasındaki 2 bin 200 adet nitrat tabanlı filmden söz ediyorum. Bunlar nitrat tabanlı ve patlayıcı özelliğe sahip, son derece özel koşullarda korunması gereken filmler. Abartmıyorum, son derece tehlikeli.



Bu filmlerin çok önemli bir bölümü Genel Kurmay’a ait. Fakat çok çok özel koşullarda saklanması gereken bu filmlere ne Genelkurmay sahip çıkıyor ne de Kültür Bakanlığı sorumluluk alıyor. Bu filmlerin tamamı, MSGSÜ Sinema-TV Merkezi arşivinde tutuluyor. Yani şehrin göbeğinde, bir anlamda bomba duruyor. Gerçekten çok ama çok tehlikeli patlayıcı madde gibi
düşünün.

Uzmanlar nitrat filmler için şunları söylüyor: Bu filmler 38 derece sıcaklıkta, oksijene bile ihtiyaç duymadan kendi kendine tutuşabilir. Film eskiyip bozuldukça yanma ısısı düşer.
Elverişsiz koşullarda filmler hızla bozulur. Zamanla kurur, çeker ve emülsiyonu çözülür. Daha sonra erir ve toz haline gelir. Nitrat film yangınları kolay kontrol edilemez. Tarihte bunun çok örneği var.
Şu ana kadar tüm görevliler son derece titiz hareket ederek üzerlerine düşeni yapmış. Fakat Avrupa’da çok daha ileri düzeyde önlem alınıyor. Örneğin Fransa’da nitrat filmler, patlama, yanma riskine karşı askeri cephaneliklerde saklanıyor.

Dünya sinema sektöründe de nitrat filmler 1950 yılına kadar kullanılmış. Ancak gerek işin tehlikesi, gerekse de gelişen teknolojinin ardından, bu maddelerden vaz geçilmiş. MSGSÜ film arşivinin durumu üzerine hem akademik hem de sektörel tartışmalar devam ediyor. Bu konuda farklı görüşler var. Fakat 2 bin 200 adet nitrat film için tüm taraflar ortak görüşte birleşiyor: Bu filmlerin şehrin merkezinden
çıkarılması, özenle taşınması ve gerçekten çok korunaklı bir yerde saklanması gerekiyor.

Ayrıca yine uzmanlara göre olası bir kaza bütün İstanbul’u tehlikeye atacak kadar ağır sonuç doğurabilir.

BASİT BİR SORU


Son yirmi yılda Ak Parti iktidarının göğsünü gere gere anlattığı projelerin hepsi ‘yap-işlet-devret’ modeliyle hayata geçirdiği projeler. Üstelik bunlarla ilgili olarak siyasi irade hep şöyle övündü: Bu projeler için halkın cebinden tek kuruş çıkmıyor.

Sözü edilen projeler, aralarında Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Ankara Garı, şehir hastaneleri, yollar ve köprüler olan projeler.

Çünkü yap-işlet-devret modeli gereği, müteahhit firma bir projeyi hayata geçiriyor, belli bir süre işletip bedelini tahsil ediyor ve sonra devlete devrediyor. Bu model gereği sözde halkın cebinden tek kuruş para çıkmıyor.



Bu projeler için verilen devlet garantilerinden ve aslında ‘söke söke halktan alınan paralardan’ söz etmiyorum. Benim sorum başka ve çok basit:

Madem bu projelerin tamamı devletin kasasından tek kuruş harcanmadan yapıldı, o halde 20 yıl boyunca toplanan vergilerle ne yaptınız? Halkın vergileri nerelere harcandı? 

Başka sorum yok!

GEÇ GELEN ADALET VE GECİKEN SÖZCÜ TV


Hukuk fakültelerinin ilk derslerinde öğrencilere öğretilen ve Roma Hukuku’ndan bu yana bütün hukuk devletlerinde yargılamanın en temel ilkesi çok açıktır: Geç kalan adalet, adalet değildir.
Fakat artık ülkede, gecikse de, verilen adil kararlara seviniyoruz. Yapacak bir şey yok. Nihayet Sözcü TV için de adalet tecelli etti ve 1,5 yıllık sürecin ardından RTÜK ‘logo değişikliği’ni onayladı.
Sözcü TV’nin önünde şimdi başka bir bürokratik süreç var. Bakalım bu süreçte de adalet geç mi tecelli edecek, yoksa normal demokratik hukuk devletlerinde olduğu gibi, gerekli adımlar vakit kaybetmeden atılacak mı?



Çünkü her görüşten, her anlayıştan, her sosyal yapıdan vatandaşın da, ülkenin de medyanın da demokrasinin de Sözcü TV’ye ihtiyacı var.