İçişleri Bakanlığı, genelge yayınlayarak, emniyet güçleri görevini yaparken kayıt alan kişilerin engellenmesi talimatını verdi. Talimat üç gün sonra 1 Mayıs’ta uygulandı.

Taksim Meydanı’na yürüyenlere müdahale eden polis, gazetecileri “Genelge var” diye uzaklaştırdı. Genelgenin basın mensuplarını kapsamadığı vurgulansa da pratikte bu böyle işlemiyor.

Kimi polislerin gözünde, gazetecilerin fotoğraf makineleri ve vatandaşın cep telefonu anında suç aletine dönüşebilir.

Gerekirse cihaza el konulabilir, görüntüler silinebilir, gözaltı işlemi bile yapılabilir.

Oysa bir vatandaş uğradığı ya da tanık olduğu hak ihlalini ve orantısız gücü kaydedebilmelidir.

Düşünün...

Genelge bugün değil de sekiz yıl önce çıkarılmış olsaydı; Okan Özçelik, polisin biber gazı fişeğiyle gözünü yitirdiğini kanıtlayamayacaktı.

Kendisine ateş edeni cep telefonuyla çekti


İhracat uzmanı Özçelik, 1 Haziran 2013’te gösterilerin başladığı Gezi Parkı’na geldi. Parkın polislerce boşalttığı anı cep telefonuyla kaydetmeye başladı.

Görüntülere göre şunlar yaşandı:

30 kadar polis geri çekilirken, bir grup gösterici protesto ediyor, birkaçı taş atıyordu. Özçelik, hem olan biteni çekiyor, hem de göstericilere “Atma, atma!” diye sesleniyordu. O an kasklı bir polis telefonun kadrajına girdi.

Yasaya göre 45 derece eğimle havaya ateş etmesi gereken polis, biber gazı tüfeğiyle 15 metre uzaklıktaki Özçelik’i hedef aldı. Sol gözüne kapsül isabet eden Özçelik, yere düştü. O gün gözünü kaybetti.

Devlet 524.503 TL tazminat ödedi


Özçelik, suç duyurusunda bulundu ve kanıt olarak da kendi çektiği görüntüleri ekledi. İstanbul Valiliği ve İçişleri Bakanlığı aleyhine İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nde tazminat davası açtı.

İstanbul Valiliği’nin savunmasında 1 Haziran 2013’te 106 kişinin gözaltına alındığı ve listede Özçelik’in bulunmadığı kaydedildi. Valiliğe göre Özçelik, gözaltında olmadığına göre gözü biber gazı fişeğiyle çıkmamıştı. İçişleri Bakanlığı ise “Zarar ile idarenin eylemi arasında illiyet bağı yoktur” dedi.

Özçelik, görüntüleri çekmese hakkını arayamayacaktı.

Neyse ki Özçelik dosyası şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’a düştü. Kiraz, görüntüleri Ulusal Kriminal Büro’ya gönderdi. Bilirkişi raporunda, polisin fişeği havaya doğru atmadığı, tam karşısını hedef aldığı vurgulandı.

Mahkeme raporu esas alarak, İçişleri Bakanlığı’nı 524.503 TL ödemeye mahkum etti.

Kararda, “Fişeğin 45 derecelik açıyla kullanılmaması sonucu davacının zarar görmesine sebep olunduğu” belirtildi.

Bu arada Savcı Kiraz, olayın aydınlatılması için çok emek verdi.

Ateş eden yelekli görevli Emniyet’e soruldu.

Gelen yanıtta, “Turuncu yeleğin Çevik Kuvvet üniforması olmadığı ve herhangi bir tespit yapılamadığı” ifade edildi.

Kask ve yelek numarası saptanan polisler şüpheli olarak dosyaya eklendi.

Ancak kaskların başka polislerce kullanıldığı belirlendi.

Savcı Kiraz’ın şehit edilmesinden sonra ilerleme kat edilemedi.

Dosya iki yıl önce faili meçhul bürosuna düştü.

Şimdi Özçelik, AİHM’e gidiyor.

Hukukun sınırını cop çizdiğinde


İçişleri Bakanlığı genelgesi sekiz yıl önce yayınlansaydı, Özçelik’in telefonuyla olan biteni kaydetmesi suç bile sayılabilirdi.

Çünkü genelgede kısıtlamaya dayanak olarak iki gerekçe gösteriliyor:

Özel hayatın gizliliği ve görevli memuru engelleme.

Kuşkusuz, görevini yerine getiren bir görevlinin cep telefonuyla taciz edilmesi ya da hedef gösterilmesi kabul edilemez.

Bu elbette ki suçtur.

Ancak kolluk güçlerinin mesai saatlerindeki eylem ve işlemleri özel hayat sayılamaz. Bir orantısız güç kullanımı iddiasını belgelemek amacıyla gerçekleştirilen çekimi engellemek, suç işleyenin korunması şeklinde yorumlanır.

Geçmişte işkencenin yaygın bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığı ülkemizde yasalara dayanmayan bu yetki, polis devletine kapı aralar.

Türkiye, 1980 ve 1990’lı yıllarda polis devleti manzarasından sıyrılabilmek için çok mücadele verdi. TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt’ün İstanbul’da karakol basarak, ‘Filistin askısı’na el koyması, nezarethanelere kamera sistemi yerleştirilmesi, kask ve yaka numarası uygulamasına geçilmesi, AK Parti’nin “İşkenceye sıfır tolerans” demesi bu sebeptendi.

Dolayısıyla gazeteciler ve yurttaşların çekim yapmasını sivil denetim mekanizması olarak görmek gerekir.

Nitekim, ABD’de George Floyd adlı siyahinin bir polis tarafından boğazına basılarak öldürülmesi, yurttaşların kaydetmesi sayesinde belgelenmişti.

Hukuk devletinde polis copunun sınırları yasayla, polis devletinde hukukun sınırları copla belirlenir. Yalnızca copu tutan elden değil, Okan Özçelik’in gözünden de bakabilendir hukuk devleti.