Geçen pazar günü bu köşede, 23 Haziran 2019’daki İstanbul seçiminden önce İmralı Cezaevi’ne giderek Apo’dan mektup getiren Prof. Dr. Ali Kemal Özcan ile yaptığım söyleşi, büyük yankı uyandırdı. Bu yazıda, Özcan’ın 10 Ağustos 2020’de Tunceli Munzur Üniversitesi’nde profesör unvanı elde ettiğini açıklamıştım.

Öğrendiğim kadarıyla beş kişilik jüride iki akademisyen, profesörlük verilmesine karşı çıktı.

Bir akademisyenin jüriye sunduğu görüş şu şekilde:

2007’DEN SONRA YAYINI BİLE YOK

“Adayın 2007’den sonra yayınlamış olduğu hiçbir uluslararası yayını yoktur. 2017 ve 2018 yılları arasında iki kongre bildirisi vardır. 2018’deki kongre bildirisi ortak yazarlıdır ve Özcan’ın katkısı belirsizdir. İkinci yazar konumundadır. ‘Kandil’in İntiharı’ isimli bir çalışması ve 2017’de yayınladığı ulusal kitap bölümü bulunmaktadır.

Sosyolojik kavram, yöntem ve tekniklerin sınırlı kullanılmış olduğu görülmektedir. Eserler yorumlama ve gündelik tartışmalara işaret etmektedir.

Diğer önemli bir husus, adayın son derece politik ve sığ bir alanda kalmış olmasıdır. Verdiği dersler kuramsal değil, daha çok yorumsama ağırlıklıdır. Ortak çalışma kültürüne uzak olduğu ve ortak bilimsel projeler içerisinde bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Sosyoloji Derneği’ne üye olduğunu beyan etmesine karşın sosyolojik hiçbir toplantı ve kongreye katılmadığı görülmektedir. Profesörlük kadrosuna atanacak bir adayda günlük dergi, gazete, ulusal hakemli makaleler kadar uluslararası dergilerde yayın yapması ve proje üretmesi beklenir. Adayın yürütmüş olduğu yüksek lisans ve doktora tezi bulunmamaktadır.”

İKİ JÜRİ  ‘OLMAZ’ DEDİ

Halen bir üniversitede sosyoloji profesörü olan jüri üyesi, görüşünün sonunda nihai kararın rektörlükçe verilmesi gerektiğini söyledi.

Rektörlük ne yaptı?

Özcan’a profesörlük unvanını verdi.

Olumsuz görüş bildiren bir jüri üyesi şöyle diyor:

“Bir yayını yok. Bir kongresi yok. Bir öğrenci yetiştirmemiş. Şunun kararını vermeli: Siyaset mi yapacak, akademisyen mi olacak. Dosyada, atanma kriteri yoktu. Rektörlük atamak istiyordu.”

İnsan merak ediyor.

Profesörlük, mektubun ödülü müydü?

Berat Albayrak tasfiyesi


Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), Berat Albayrak’ı hedef alan, “Merkez Bankası’nın 128 milyar doları kayıp ama sorumlusu damat firarda...” sözleriyle başlattığı kampanya, AK Parti’yi savunma pozisyonuna çekti.

Bu esnada İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak görevinden alındı.

Acaba bu rutin bir bayrak değişimi miydi?

Yoksa Şenocak, başarısız bulunduğu...

Ya da iddia edildiği gibi, Albayrak’a yakın olduğu için mi gitti?

Görüştüğüm bir AK Parti yöneticisi Şenocak için “Başarılı olsaydı gitmezdi” diyor. Ancak Şenocak’ın ekipçilik güttüğünü iddia ederek şunları söylüyor:

“Nasıl il başkanı oldu? Çünkü operasyonel bir ekipçilikle... Hemşehri grubu ve dar bir ekip tarafından.”

AK Partili yönetici, Şenocak’ın başarısızlığına rağmen il başkanı koltuğunu korumasını şöyle yorumluyor:

“Berat Bey’in varlığı berrak düşünmeye engel oluyordu. Tayyip Bey bastırıyordu. Şimdi Berat Bey olmadığı için karar daha rahat alındı.”

AK Partili, İstanbul’un yitirilmiş olmasını, Şenocak’a mal etmenin haksızlık olduğunu belirtiyor. Ancak Şenocak için “Varlığı yokluğu belli değildi” diyor. Bu karar alınırken Erdoğan’ın belediye başkanları ile görüştüğünü ifade ederek, “Hiçbiri ‘Kalsın’ demedi” diye ekliyor.

MİLLİ GÖRÜŞ’ÇÜ İL BAŞKANI

Şenocak’ın yerine atanan Osman Nuri Kabaktepe Milli Görüş’cü ve örgütçü kimliğiyle biliniyor.

AK Partili, “Teşkilatımıza bir ağabey lazımdı.  Akademik ve entelektüel yönü ile artık ağabeyimiz olacak” diyor.

Kabaktepe; Berat Albayrak, Abdulhamit Gül ve Süleyman Soylu’nun başını çektiği ağırlık merkezlerine uzak bir isim...

Şenocak mı?

Elbette ki aradım, mesaj bıraktım.

HDP’li Taşdemir: Gara’ya gitmedim


İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Irak’ın Gara bölgesine giderek PKK ile görüşmekle suçladığı HDP Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir’e doğrudan sordum:

“Gittiniz mi?”

“Asla gitmedim. Gara’nın ne tarafa düştüğünü bile bilmiyorum” dedi.

2020 sonunda Irak’a gidip gitmediğini sordum.

Şunları söyledi:

“Erbil’de HDP temsilciliği var. Ben 25 Kasım 2020’de Süleymaniye’de yapılan kadına şiddet haftasına katıldım. İki gece kaldım. Telefonlarım açıktı. Takip edildiğimizi biliyoruz. Hulusi Akar anlatıyor, ne kadar zor şartlarda olduğunu. Onların yapamadığını ben yaptım, eğitim aldım, arabaya binip geldim, olacak iş mi? Gara’nın adını duymadım.”

Kiliselere pandemi yasağı


Protestan Kiliseler Derneği, 2020 yılına ait Hak İhlalleri İzleme Raporu’nu açıkladı.

Rapora göre geçen yıl 16 Kasım’da İstanbul Esenyurt Kaymakamlığı “Yabancı uyruklu şahıslara ait ibadethanelerle ilgili statüleri belirleninceye kadar ve pandemi koşulları gereğince kapatılması” yazısı gönderdi.

Esenyurt’ta Afrikalı ve Güney Koreli Protestanların ibadet ettiği, dernek statüsündeki üç kilise belirsiz süreyle kapatıldı. Yetkililer pandemiden sonra izin verileceğini bildirdi. Ayrıca diğer kilise derneklerine ibadet ettikleri pazar günü sokağa çıkma yasağına tabi oldukları belirtildi.

2019’dan beri en az 65 Protestan’ın Türkiye’ye girişine izin verilmedi.

Bu kişilerin tamamına yakını için ‘N82’ diye tanımlanan, Türkiye’ye girişi ön izne bağlı olma kodu verildi. Bu kod verilenlerin vize talebi reddedildi.

En az karma evlilik yapan beş aile bu uygulamadan etkilendi. Eşleri Türk vatandaşı olan bu Protestanlar ülkelerine gönderilmekten endişe ediyor.