Dünyayı kana bulayan acımasız diktatörler... Biz onların hep dışa dönük yüzlerini gördük ve nefret ettik. Onların adını duyunca aklımıza hep toplu ölümler, işkenceler, sapıklıklar geldi. En kanlı görüntülerin ardında hep onların adı vardı. Onlar birer ölüm makinesi, birer canavardı.

Bir de bizim görmediğimiz bir arka plan vardı onların yaşamında. Yani onların insanlaştığı anlar. Bu anlarına çok kişi şahit olamaz. Ben en çok onların yemek alışkanlıklarını merak ederim. Bu canavarlar nasıl beslenirler, nelerden hoşlanırlar, bizlerden farklılıkları nelerdir? Bu konuda kaynak bulmak oldukça zordur. Victoria Clark ve Melissa Scott, bu konuda yıllardan beri çalışan bir ikili. Arşivleri, fotoğrafları incelediler, yakın tanıkları dinlediler ve onların yemek alışkanlıklarıyla ilgili ipuçlarını yakaladılar. Bu yazıyı yazarken, biraz bu çalışmadan biraz da bulduğum başka kaynaklardan faydalandım. Ortaya ilginç bilgiler çıktı.

Bu canavarlar meğerse yemek zamanı gelince sıradan insanlara dönüşüyorlarmış.

Hitler: Sahte vejeteryan

Dünyanın bu en acımasız diktatörü, kendini halkına vejeteryan olarak tanıtıyordu. Aslında bunda bir miktar doğruluk payı vardı. Çünkü hazım zorluğu çektiği için, et ve ağır hamur işleri yemekten kaçınıyordu. Kimilerine göre, bu hazımsızlığa, safra kesesindeki taş neden oluyordu. Hitler bu zayıf tarafının görülmemesi için vejeteryanlığa sığınmıştı.

Aslında tam bir hastalık hastasıydı. Günde tam 28 tane ilaç içiyordu. Bunların bir bölümü vitaminlerdi. Doktoru Theodor Morrell, Hitler'e her gün inceltilmiş Bulgar güvercini dışkısı ile arsenik bazlı fare zehiri enjekte ediyordu. Dr. Koester ise hem gaz giderici haplar hem de zehirli İtüzümü özünden yaptığı bir ilacı içiriyordu.

Hitler, tüm diğer diktatörler gibi zehirlenmekten korkuyordu. Onun için yanında 15 tane yemek tadıcısı her an hazır bulunuyordu. Yemekleri önce bunlar tadıyor, bir saat içinde ölmezlerse yemek Hitler'e servis ediliyordu.

En güvendiği aşçı Margit Wolf'tu. Bayan Margit anılarında, Hitler'in en çok Hollandes soslu taze kuşkonmazı, içinde irmikle yapılmış hamur parçacıklarının bulunduğu sebze çorbasını, közlenmiş kırmızı biberi, sebze yahnisini ve pilavı sevdiğini belirtiyordu. Ama favori yemeği, "Petits Poussins a la Hambourg" tu. Hitler bu yemeğin karşısında vejeteryan olduğunu birden unutuyordu. İlk kez 1930 yılında Hamburg'ta yemiş ve tiryakisi olmuştu. İngiliz şef Dione Lucas, güvercin yavrularını, tavuk ciğeri, horoz dili, Antep fıstığı ve fındık ile doldurup, fırında, özel soslarla pişiriyordu. Her bir güvercin yavrusu iki lokmalıktı. Hitler bunu yemeye doyamıyordu.

Öldürdüğü insanların ahı tuttuğu için,  son aylarında sadece patates püresi ve et suyu ile beslendi.

Mussolini: Sarımsak kokulu diktatör

Siyah gömlekli faşist, genç yaşlarında tam bir İtalyan Mutfağı fanatiği idi. Bu konuda çok tutucuydu. Bulduğu her fırsatta Fransız Mutfağı'nı kötüler, dünyanın en lezzetli mutfağının İtalya'da olduğunu söylerdi. Emilia-Romagnan ve Toskana yörelerinin yemeklerine bayılırdı.

Yemeğini evde, eşi ve beş çocuğu ile yemeyi tercih ederdi. Yemek saati konusunda çok titizdi. Hep aynı saatte yerdi ve ev halkının o saatte masada olmasını isterdi. Çok hızlı yemek yiyordu. Onun için arada bir sarayda, İtalya Krali III. Victor Emmanuel ile yediği yemeklerden çok sıkıldığını itiraf ederdi.

İlerleyen yaşlarda İtalyan mutfağından vazgeçti. Hayranlık duyduğu Mahatma Gandi ve Bernard Show'un izinden giderek vejeteryan oldu. Bu dönemde en sevdiği yemek, limon suyu ve zeytinyağı ile tatlandırılmış yabani sarımsak salatasıydı. Bu salatadan her akşam koca bir kase bitirirdi. Karısı Raşel, Mussolini'den yayılan sarımsak kokusundan rahatsız olduğu için onunla aynı odada yatmazdı.

1925 yılında kalın bağırsak ülserine yakalanınca, günde bir litre süt içmeye başladı. Asla patates püresi yemezdi. Bu yemeğin, başında şiddetli ağrılara neden olduğuna inanırdı. En sevdiği tatlı ise, limonlu kekti. Bir oturuşta koca kekin yarısını yerdi.

Saddam: Denizden babası çıksa yerdi

Fiziğine çok dikkat ettiği için fazla yemek yemezdi.Porsiyonların küçük olmasını isterdi. Yemeği tabağına kendisi alır, ancak yarısını yerdi. Çok titizdi. Sık sık mutfağa uğrayıp, temizlik kontrolü yapardı. Mutfağa giren tüm yiyecekler radyasyon ve zehir kontrolünden geçirilirdi.

Kahvaltısı çok basitti: Deve sütü, ekmek ve bal. Yemek tercihini ise deniz mahsülleri ve balıktan yana kullanırdı. Izgara yengeci hemen her gün yerdi. En sevdiği yemek ise tatlısu balıklarından kefal veya alabalıkla yapılan Masgouf'tu. Bir Irak gezisi sırasında bu yemeği yiyip çok seven Fransa cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın uçağına, 1,5 ton kefal ve diğer malzemeleri yükletmiş, yemeği yapmaları için de iki aşçıyı Fransa'ya göndermişti.

Balığı yemeyi sevdiği kadar tutmayı da çok severdi. Sabaha karşı balık avına çıkardı. Bir mutfak şefi anılarında, sabah 05.00 veya 06.00'da ızgaraları yaktıklarını ve Saddam'ın tuttuğu balıkları kızartıp yediğini anlatıyordu.

Haftada iki gün, korumalar, Bağdat'ta Abu Navas caddesindeki ünlü balık restoranından Saddam için çeşitli mezeler alırlardı. Saddam, balığın yanı sıra mercimek çorbasını ve tavuk biryaniyi de çok severdi.

Sebzeler, yerini çok az kişinin bildiği bir bahçede yetiştirilirdi. Bir diğer çok sevdiği yiyecekte zeytindi. Golan Tepeleri'ndeki ağaçlarda yetişen zeytinleri tercih ederdi. Bir gün zeytin yerken gizli servis şefine, " gün gelecek İsrailliler'den bu zeytinin yetiştiği tepeleri geri alacağım" demişti.

Saddam'ın tam 22 sarayı vardı ve ne zaman nerede olacağını en yakınları bile bilmezdi. Onun için her sarayda her gün üç öğün yemek pişerdi.

Yemeklerde pahalı pembe şarabı tercih ederdi. Yemeklerden sonra ise bir bardak yıllanmış malt viski içerdi.

Kaddafi: Spagetti diktatör

Deve sütü, vazgeçemediği tek besindi. Her gün bir litre kadar içerdi. 1961 yılında Belgrad'a yaptığı ziyaret sırasında, kendine ayrılan otel yerine, bahçeye kurdurduğu çadırda kalmıştı. Ayrıca özel olarak Libya'dan getirilen deveden de Kaddafi için her gün taze süt sağılmıştı.

İtalyan Mutfağı'nı, özellikle de makarnayı çok severdi. Neredeyse her öğün makarna yerdi. Onun için en sevdiği yemek, makarnaya benzeyen Mbekbka'ydı. Bu yemek şöyle yapılıyordu: Makarna, soğanlı, salçalı, acı kırmızı biberli, hint safranlı bir sosun içinde pişiyordu. Bu sosun içine bazen kuzu eti, nohut ve sarımsak da ekleniyordu. Servis edilirken tabağın üstüne zeytinyağı, taze limon suyu ve kızartılmış ekmek kırıntısı konuyordu.

Sabah kahvaltısında genellikle kızarmış hurma yer yanında soğuk deve sütü içerdi. Çöl gezileri sırasında ise kızgın kumda pişmiş ekmek ve yumurtayla kahvaltı ederdi. Bir başka sevdiği yemek de deve etli kuskustu. Bir zeytinyağı tutkunuydu. Mutfağına bu yağdan başka yağın girmesini yasaklamıştı.

İçki ve kolalı içkileri hiç içmezdi. Yemeklerden sonra hazım için mutlaka yeşil çay içerdi.