Yarın bayram. Biliyorum ki pek çoğunuz bugün haberlerden biraz uzak duracaksınız.

İç karartıcı, insanı yaşadığına pişman eden haberleri, bir günlüğüne olsa da görmezden geleceksiniz.

Pandemi, aşı tartışmaları, mafya, yolsuzluk haberleri, hayat pahalılığı, işsizlik...

Bayram tatili boyunca hepsini unutacaksınız. Tabii unutabilirseniz!

Haklısınız, onun için ağdalı yazı yazmaktan uzak durmalı. Bu gün ağda, yazılarda değil de tatlıların üstünde olmalı.

Zaten yazacak pek yeni bir şey de yok bayram hakkında.

Yıllarca yazdım. Pişen yemekler, bayram ziyaretleri, bayram eğlenceleri, bayram tatlıları. Tekrara gerek var mı?

Hem bayramlar da eskisi gibi değil. Hele zorunlu ev hapsindeyken!

Pandemiden önce bayram demek, resmi tatili biraz sündürerek kent dışına kaçmak demekti. Bu yıl bayramlaşmalar ya telefondan ya FaceTime’dan ya da Skyp üzerinden yapılacak. Görüntülü ve sesli. Dokunmak ve hissetmek yok.

Telefonlar bugün çın çın çınlayacak. Her çın sesi, bir WhatsApp mesajı demek. Akıllı telefonlar yasaklı bayramın en büyük kurtarıcısı olacak. Sadece gençlerin değil. Büyüklerin de. Uzaktaki çocuklarla, torunlarla telefon aracılığı ile hasret gideren, bayramlaşan aile büyükleri o kadar çok ki artık!

Bazılarınız bayram tatilini bahane ederek gideceğiniz tatil beldesinin sıcak bir köşesinde, bir şezlongun üstünde, güneşin altında uyumanın hayalini kuruyorsunuz biliyorum.

Eve kapanma günleri olmasaydı, bir tatil gününün tadı nasıl çıkardı? Boşuna beklemeyin, ben de bu sorunun yanıtı yok. Sen ne yapardın diye sorarsanız: Önce güneş sızmayan koyu bir gölgelik köşe bulurdum. Şezlonga uzanıp, kitap okumaya çalışırdım.

Çalışırdım diyorum, çünkü gözümün önünden akıp giden satırları yakalayıp, bir türlü beynime sokamam. Tam cümleye başlamışken bir ağustos böceği ötmeye başlar, onu dinlerim. Veya üstümde pike yapan arıdan kurtulma yolları ararım.

Dikkatimi dağıtan sadece börtü böcekler değildir. Dalgalar da dikkatime çarpıp dururlar. Veya uzaktaki bir tekne. Yattığım yerden tekneye biner giderim. Bulutlar da suçsuz değildir. Küme küme gökyüzünde süzülürken kılıktan kılığa girerler. Kimi kedi, kimi köpek, kimi sevimli bir çocuk, kimi güler yüzlü tombul bir adam olur, dikkatimi alır götürürler.

Böcekler, dalgalar, tekneler, bulutlar derken bir de bakmışım, kitap yere düşmüş, uyuya kalmışım.

Tatilin tadı nasıl çıkar bir türlü öğrenemedim.Siz biliyorsanız bana da söyleyin!

Onun için bayramlarda tatile gitmeyi pek sevmem.

Evin bir köşesinde yapabileceğim eylemleri gerçekleştirmek için, yüzlerce kilometre yol yapmayı, trafik tehlikesini göze almayı, gürültüye katlanmayı, lezzetsiz yemekler yemeyi, çocuk çığlıklarına katlanmayı, büyüklerin kaba naralarını dinlemeyi pek akıllıca bulmam.

Onun için tatile çıkıp, kendimi yormak istemem!

Bu bayram ben ne yapacağım? Tıpkı sizin gibi bir çok kutlama maili atacağım eşe, dosta. Bir kaç büyüğüm kaldı yaşayan, onlarla görüntülü telefon konuşması yapıp, hayır dualarını alacağım.

Sokağa çıkma yasağı olmasaydı, öğle yemeğini Mine Teyze’ye denk getirmeye çalışırdım. Kendisi müthiş bir aşçıdır. Ellerinden lezzet damlar. Mutlaka zeytinyağlı biber dolması vardır. Yemeye doyum olmaz. Pilavı ise mis gibi tereyağı kokar. Pilav pişerken tencerenin başından bir saniye ayrılmaz. Pilav suyunu çekince, üstüne çiğden manda tereyağını koyar, karıştırıp demlenmeye bırakır. Bu sanat eseri pilavın yanında mutlaka nar gibi kızarmış incik bulunur. Hani şu, kemiğinden tutup sallayınca tüm etlerin döküldüğü cinsten bir incik. Fırında kuzu kolunu da “şiir” gibi pişirir. Mısra mısra yenen lezzetli bir şiir gibi olur bu yemek.

Akşam yemeğine doğru Mehtap Teyze’nin elini öpmeye giderdim. Bilirim ki o, bir kızartma üstadıdır. Patates dilimlerinin üstünde patlıcan dilimleri, çekirdekleri ayıklanmış yeşil biberler, hepsinin üstünde bol sarmısaklı domates sosu. Tabağın dibinde biriken bu sosa banılmış ekmeğin tadı, hiç bir üst düzey yemekte yoktur. Mehtap Teyze’nin kaymaklı Kemal Paşa tatlısı da dillere destandır. Bir, iki, üç biraz ısrarla dört taneye kadar çıkabilirim. Hele sakızlı muhallebi yapmışsa, bayram çifte kavrulmuş olur.

Diğer günler, yine evin serin bir köşesinde kitap okurdum. Bu sefer satırlar kaçıp gitmezdi. Hepsini tek tek yakalardım. Çünkü çevrede onları kaçıracak pek hırsız yoktur.

Oltamı yüklenip, boğaza balık tutmaya da giderdim. Ama üçüncü atışımda kurşunu kayaya takıp, oltayı koparttığım için pek başarılı olamazdım.

Yani yasaklar olmasa da, bayramda yüzlerce kilometre yol kat etmezdim.

Benim bayram hayallerim böyle.

Yazımı geçmiş yüzyıllarda uygulanan bir kadın karşıtı anektodla bitirmek istiyorum. Belki bayram sohbetlerinizde konu açmak için işinize yarar.

Sultan Üçüncü Mustafa döneminde, bayramda kadınlara sokağa çıkma yasağı uygulanıyormuş. Bunun nedeni de, bayramlaşma bahanesiyle sokak aralarına dağılan bekar erkeklerin sarkıntılık etme tehlikesiymiş. İstanbul kadısına hitaben yazılı Mart 1766 tarihli fermanda yasağın gerekçeleri şöyle sıralanmış:

"İstanbul kadısı faziletlu efendi,

Bayram günlerinde kadınların sokaklarda, pazarda ve mahalle aralarında dolaşmaları ferman ile yasak olduğundan, mahalle imamlarını şeriat meclisine çağırıp, önümüzdeki Ramazan bayramının ilk gününden, bayramın sonuna kadar kadınların sokaklara ve pazarlara çıkmayıp ve mahalle aralarında gezmeyip, evlerinde oturmaları hususunu tembih ederiz. Eğer bayram esnasında fermana aykırı harekete cesaret edip, sokak ve mahalleler arasında dolaşanlar olursa, muhakkak hadlerinin bildirileceğini imamlar mahalle ahalisine tehdit yolu ile ifade etsinler."

Bayramınız mübarek olsun.