Kurallar teker teker yıkılıyor.

Beslenme uzmanları her gün başka bir gerçeği açıklayıp, alışkanlıkları alt üst ediyorlar.

Geçmişte: Aman yumurta yemeyin. Şimdi: Günde iki tane yiyebilirsiniz.

Geçmişte: Tereyağına dikkat, damarları tıkıyor. Şimdi: Tereyağı çok sağlıklı bir yağdır, korkmadan tüketebilirsiniz.

Geçmişte: Aman tuza dikkat edin. Şimdi: Tuz o kadar da tehlikeli değil.

Geçmişte: Bol bol balık yiyin. Şimdi: Büyük balıklarda ağır metal ve civa artıkları var, küçük balıkları tercih edin.

Geçmişte: Tavuk beyaz etlidir ve sağlıklıdır. Şimdi: Tavuk etinde antibiyotik var, dikkatli tüketin.

Ekmeği silip atın, pilavın yanından bile geçmeyin. Son dönemlerin düşmanı da bu ikili.

Beslenme eylemi yaz boz tahtası gibi oldu.

İnsanlar ne yapacağını, neye inanacağını şaşırdı. Beslenme uzmanları yalancı çobana döndüler. Artık onların söylediklerine şüpheyle bakılıyor.

Son günlerdeki yeni bir söylem de işin çivisini çıkardı.

Yakın bir geçmişe kadar, diyet yapanların günde üç öğün ana, üç öğünde ara olmak üzere altı öğün yiyebilecekleri söyleniyordu.

“Benim diyetisyenim bol bol yiyecek veriyor” diye diyetisyenini yere göğe sığdıramayanlar, şimdilerde şaşkınlık içindeler.

Yeni moda beslenme inanışına göre, iki öğünden fazlası haram!

İki öğün arasında neredeyse 16 saat aç kalmak gerekiyor.

Bu tez henüz netlik kazanmadı. Her gün televizyonlarda ve gazetelerde boy gösteren beslenme uzmanları ayrı tellerden çalıyorlar şimdilik. Kimi kahvaltıyı kaldırmaktan kimi de sıkı kahvaltıdan yana.

Onun için kavganın sonucunu bekleyin, boş yere açlık çekmeyin.

Aslında Osmanlı’nın yemek yeme alışkanlığı, günde iki öğünle sınırlıydı. Birinci öğün sabah kuşluk vaktinde, ikinci öğün de akşam ezanından sonra yenirdi.

Kahvaltıda bir çorba içilir veya içi çökelekli bir dürümle yetinilirdi. Akşam yemeği biraz daha sıkıydı.

Geçmişte tam da doktorların önerdikleri gibi besleniyormuşuz. Yani günde iki öğün yemek yeniyormuş.

Modernleşen ve hızlanan yaşam bu kuralı yıktı geçti. Özellikle kahvaltılık üreten firmaların yoğun reklamıyla, kahvaltı önemli bir öğün haline geldi.

Yeni beslenme sloganları üretildi: “Kahvaltıda krallar gibi, öğle yemeğinde orta halli memur gibi, akşam yemeğinde yoksul biri gibi yiyeceksin!”

Bu slogan hemencecik tuttu. Ülkenin dört bir yanında serpme kahvaltıcılar türedi. Van kahvaltısı, Diyarbakır kahvaltısı, karadeniz kahvaltısı diyerek bölgeler ve kentler kahvaltı yarışına tutuştu.

Süpermarketlerden alınan kalitesiz malzemelerle köy kahvaltıları kuruldu. Kimi 30 kimi 40 çeşit yiyecek sundu.

Ben bunca yıldan beri Türkiye’yi gezerim, hiç bir köyde böylesine zengin bir kahvaltı geleneğine rastlamadım.

Ya mercimek ya işkembe ya paça çorbası, o kadar. Tavuğu olanlar belki bir iki yumurta kırıyordur. Veya kadın hamaratsa çocuklar için çayın yanına  pişi kızartıyorlardır.

Yani köy insanı, kentlerde verilen köy kahvaltısındaki çeşitleri rüyalarında bile göremezler.

Dönelim yine konumuza.

İki öğüncülere karşılık ben tek öğünü öneriyorum. Bu öğün, Amerika’dan çıkan, genellikle pazar günleri yenen “Brunch”. Sabah ile öğle yemeğinin birlikte yendiği bir öğün. Büyük şehir insanlarımızın pazar günleri uyguladıkları bir ziyafet.

Brunch, 11.00 civarında başlıyor, ikindiye kadar uzanıyor. Böreğinden çöreğine, sucuğundan pastırmasına, yumurtadan kaymağa, sarmasından dolmasına... Ne ararsan var. Tabii keseniz bu pahalılıkta ne kadarına el veriyorsa.

Sofradan kalkınca midenizde bir lokma bile girecek yer kalmıyor. Yani o gün bir öğünle geçiştirilmiş oluyorsunuz

Eğer Brunch adetini pazar yerine her güne yayarsanız, bir öğünle günü kurtarmış olursunuz.

Ben yavaş yavaş bu tür beslenmeye geçebilmek için alıştırmalar yapıyorum, sizlere de öneririm.