Bilen bilir.

Marmaris’e götüren yol, her virajdan sonra başka bir tablo sunar görüntüye.

Önce Sakar Geçiti’nde, Gökova Körfezi tüm güzelliği ile karşınıza çıkar.

Öylesine muhteşemdir ki, nutkunuz tutulur adeta.

Dağ bitince, Okaliptüs ağaçlarının süslediği yola girilir. Burası Marmaris’e giden yolun başlangıcıdır. Gittikçe yeşile gömülürsünüz! Yeşil çamların denizine.

Yol kıyısındaki pembe, beyaz zakkumlar “hoş geldiniz” der gibi peş peşe sıralanmıştır.

Yeşili yara yara tepeye tırmanırsınız. Bir virajı dönünce Marmaris karşınızdadır artık. Zümrüt yeşili ormanla, boncuk mavisi denizin arasında.

Hava rüzgarlıysa denizin üstünde oynaşan beyaz kuzucukları görürsünüz. Yelkenleri  fora olmuş tekneleri de.

Sonra İçmeler karşılar sizi. Cıvıl cıvıldır. Mavi sularında kulaç atmaya doyamaz insan.

İçmelerden sonra yol ormana dalar ve kıvrım kıvrım tırmanır. Arabanın içini yoğun bir çam kokusu doldurur.

Zirveden sonra yol bu sefer aşağıya doğru kıvrılır. Ve bir kaç virajdan sonra Turunç ayaklarınızın altındadır. Yeşille başlar, maviyle biter.

Heyecanlanırsınız. Durup, fotoğraf çekme arzusu esir alır sizi.

Turunç’tan sonra Amos, en sonunda da Kumlubük. Cennetin tarifine birebir uyan mahalleler.

İster bir ağaç gölgesinde denize karşı hayal kurun, ister gök mavisi sulardan ormanı seyredin.

Size kalmış!

Tepelere çıkarsanız, Osmaniye Köyü’nü görürsünüz. Burası Türkiye’nin en lezzetli çam balının üretildiği yerdir. Arıları çok hamarattır!

Bayır, Çiftlik Koyu derken yol Orhaniye Körfezi’ne ulaşırsınız. Daha ilerisi Selimiye, Bozburun’dur.

Gözünüz, yeşile ve maviye doyar.

Ama artık bu zümrüt yeşil artık yok. Tepeler, üstüne siyah mürekkep dökülmüş gibi karardı.

Havada küller uçuşuyor. Arılar şaşkın! Bal yapacak ağaçları yandı, bitti, kül oldu. Kekikler, Adaçayları, adını bilmediğim bir çok ot, çiçek de yok artık.

Karanlığın sesi olan Puhu kuşlarının sesi de duyulmaz oldu. Meşe kargalarının çirkin seslerini bile arar oldum. Cırcır böceklerinin bağırışlarını özleyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Yaz aylarında dağlarda özgürce dolaşan keçilere ne oldu acaba? Sahipleri tarafından terk edilip ormana sığınan köpekler, sıralar halinde yürüyen karıncalar, homur homur yaban domuzları, kaplumbağalar!..

Geç oldu ama nihayet söndü. Bilanço korkunç: 13 bin 600 hektar ormanlık alan renk değiştirdi.

Yangınla kahramanca kavga eden köy kadın ve erkeklerine, koşturup gelen gönüllülere, canını hiçe sayan orman işçilerine, fedakar itfaiyecilere, tonlarca su püskürten pilotlara, askerlere, uçaklara, helikopterlere, vidanjörlere, su tanklarına, kamyonlara, traktörlere, tırmıklara, küreklere, kazmalara, tomalara, pet şişelerine, belediye başkanlarına…

Hepsine sonsuz teşekkür ederiz.

Neyse, enseyi karartmanın bir faydası yok!

Eğer yanan ormanları, betona döndürmezlerse, doğa kendini tamir eder. İnatçıdır. Bir iki yıl içinde kara renk tekrar yeşile döner.

Şimdi ne yapalım diye soracak olursanız:

Eğer tatil planınız varsa, yanan bölgelere doğru direksiyon kırmanızı öneririm. O bölgedeki pansiyonlarda, otellerde, tatil köylerinde kalın. Lokantalarında yemek yiyin, kahvelerde demli çaylar için, köylüden bal, kekik, adaçayı, hediyelik eşyalar alın.

Esnaftan gerekli, gereksiz demeden alış veriş yapın. Çevre halkı ile kucaklaşın, moral verin.

Bilin ki orada yaşayanların bu desteğe çok ihtiyacı var.