Efendiler, bilim insanları “kuraklık” geldi, geliyor diye diye feryat ediyor. Anadolu kuraklıktan kırılıyor. Ekinler tarlalarda kaldı. Çiftçiler borç batağında. Ormanlarımız, sahil şeritleri cayır cayır yanıyor, kundaklanıyor.

Siz ne yapıyorsunuz? Bu konulara yönelik çalışmalarınız neler? Deprem oluyor, o eksik bu eksik, sözüm ona ders çıkarılıyor. Ama icraat yok. Öbür depreme Allah Kerim.

Ülke şu an alev alev. İnsanların hayatları mahvoldu, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler öldü. Halk çaresiz. Kamuoyu açıklama bekliyor, bir nebze olsun rahatlatacak bir söz söylemenizi istiyorlar. Ama sizler ne yapar eder de iktidarda kalmaya devam ederizin peşindesiniz.

Eskiden başımıza bir felaket geldiğinde dost ve komşu ülkelerden yardım yağardı. Şimdi? Nerede sözüm ona “kardeşleriniz”? Daha fenası gelen yardımları da kabul etmiyorsunuz. Neden?

Çok uzun değil, iki binli yıllara gelinceye kadar kendi kendine yeten bir ülkeydik biz. Artık nerede ise ithal etmediğimiz tarım ürünü kalmadı. Hayvancılıkla uğraşan insanlar ithal samanla hayvanlarını besliyorlar.

Hiç olmazsa bilim insanlarımıza kulak verin!.. İddia edildiği gibi Türkiye, suyu bol bir ülke değil. Toplam suyun yüzde 77’si sulamada kullanılıyor. Böyle bir tabloda yapılması gerekenleri bilim insanlarımız öneriyor, peki sonuç? Hepsi lafta kalıyor.

Tarımın içinde bulunduğu durum mutlak ve mutlak çözüme ulaştırılmalıdır, aksi takdirde gelecekte bizi çok kötü günler bekliyor. Çiftçiyi ekime özendirmek yerine soğuttunuz! Bununla da kalmadınız ekili arazilerin her geçen gün azalmasına da sebep oldunuz. Tarım politikaları çok acilen çözüm bekliyor. Çiftçinin borçlarına çözüm, ucuz mazot, vergi ve borç faizlerinin silinmesi ve her geçen gün artan gübre fiyatları…

Ülke sorunları giderek çığ gibi büyüyor. Yokluk, yoksulluk derken şimdi de göçmen sorunları başımıza bela oldu! Ancak tüm sorunlar bir şekilde çözüme ulaşır ama kuraklık sorununu aşamazsak o zaman bittik. Özellikle pandemi süreci bize gösterdi ki, tüm dünyada tarım  giderek çok büyük önem kazanmakta. Genç Cumhuriyet’i hatırlayın, ülkedeki büyük sanayi hamleleri, tarım ürünleri ve narenciye ihracatı ile başarıldı.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, balıkçılığın durumu da tarımdan farklı değil!.. Balıkçılık dünya geneline baktığımızda özellikle İskandinav ülkelerinde büyük bir gelir kaynağıdır. Bulgaristan ve Yunanistan’da da balıkçılık sayesinde ülkeye büyük ekonomik girdi sağlanıyor.

Bugün ise ülkede balıkçılıkta, denizlerimizin kirlenmesi ve çözümleri bilimsel veriler göz ardı edildiği için denizlerimizde balıklar ciddi biçimde azaldı.

Yönetenler hep “Beka Beka” diyorsunuz ya, beka o koltukta uzun yıllar oturmak değil, ülkenin bu ve buna benzer sorunlarını çözüp “milletim” dediğiniz insanımıza mutlu bir yaşam sağlamaktır.

Ülkenin içinde bulunduğu bu sorunlar yumağı çözüm beklerken, hala “Kanal İstanbul” denilmesi akıl alır gibi bir durum değil. Kanal İstanbul diyeceğinize GAP’ı tamamlayıp Konya Ovası’nın sulama sorunlarını bir an önce çözün.

Yönetenler; bilim insanlarına kulak verin. Balıkçılıkla ilgili bilim insanları bakın ne diyor, buyrun sizlerle konu ile ilgili bir alıntıyı paylaşıyorum.

“Yunanistan'da balık bol mu?
Evet hem de bol bol.
Nasıl oluyor da orada bol oluyor?
Çünkü bütün gelişmiş ülkeler aptal, biz ileri zekalı olduğumuz için.
Çünkü, Yunanistan'da 40 metre derinlik sınırı var.
39 metrede balık avlayamazsın, kanunen yasak.
Neden 40 metre?
40 metre derinliğe kadar güneş ışığı ulaşıyor, “posidonia” tabir edilen deniz çayırları fotosentez yapıyor, balıklar bu deniz çayırlarında hem besleniyor, hem ürüyor.
40 metre yasağıyla, işte bu üreme alanları koruma altına alınıyor.
Deniz çayırında balık avlarsan, sadece o balığı değil, o balığın gelecek nesillerini de yok etmiş oluyorsun.
Peki bizde sınır ne?
24 metre!
25 metrede balık avlayabilir misin?
Şakır şakır avlarsın.
E, aferin.
Aynı denizi paylaştığımız Bulgaristan'da Romanya'da balık var mı?
Bol bol var.
Nasıl oluyor da oralarda bol oluyor?
Avrupa Birliği üyesi oldukları için, kafalarına göre avlanma yapamıyorlar, kaç metre derinlikte balık avlayacaklarını, yılda kaç ton balık avlayacaklarını, balık stoklarını, balıkçı filolarının yönetimini ve denetimini, Avrupa Birliği yönetmeliği belirliyor.
Kurallara uyuyorlar.
Bol bol balıkları oluyor.
Türkiye'nin Avrupa Birliği müzakerelerinde “balıkçılık faslı” ne zaman açıldı?
2006 yılında.
Müzakerelerde bir milim ilerleme var mı?
Yok.
Avrupa Birliği'ne giremesek bile, Avrupa Birliği'nin kuralları faydalı, biz o kurallara kendi kendimize uyalım diyen var mı?
O da yok.
Avrupa'da en fazla balıkçı teknesi kimde?
Bizde.
Avrupa Birliği ülkeleri yılda kişi başına ne kadar balık yiyor?
26 kilogram.
Biz?
Sadece 7 kilogram!
Norveç'te 6 bin 400 balıkçı teknesi var.
150 ülkeye balık ihracatı yapıyor.
Türkiye'de 18 binden fazla balıkçı teknesi var.
100 ülkeden balık ithal ediyor!
Norveç'te balıkçılık bakanlığı var…

Balıkçılık, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde “balıkçılıktan sorumlu bakanlığa” veya “denizcilikten sorumlu bakanlığa” bağlıyken, bizde kime bağlı?
Tarladan ve ormandan sorumlu tarım bakanına bağlı!
Bütün gelişmiş ülkeler aptal, biz ileri zekalı olduğumuz için.
Üç tarafımız denizlerle çevriliyken, sadece kendimize ait iç denizimiz varken, deniz büyüklüğünde göllerimiz varken,
biz çiftliklerde veya karadaki havuzlarda balık yetiştirmeye çalışıyoruz!
Hamsi kavağa çıkar mı?
Öyle bir laf var ya hani.
Ağaçta balık yetiştirmeye çalışmadığımıza şükretmek gerek.”

Efendiler; Yönetimde metal yorgunluğunuz ve ülke sorunlarını çözmede yeterliliğinizin olmadığı artık gün gibi ortada. Özeleştiri yapıp son on yılda her açıdan ülkeyi nereden nereye getirdiğinizi görün artık. Yerinizde olsam  sarayda tüm yönetim ekibinizi toplayıp siyasette bir ömür tüketmiş olan Sayın Hüsamettin Cindoruk’un Sözcü Gazetesi’ndeki Sayın Ruhat Mengi ile yaptığı “manifesto” niteliğindeki söyleşiyi defalarca okur ve okuttururum.

 Millet ittifakı partileri; sizlerin de yerinde olsam tüm kadrolarınıza Sayın Cindoruk’un bu söyleşisini okutur ona göre tez elden ortaya çıkarım. Öyle ayrı ayrı çarşı pazar dolaşıp halkın dertlerini dinlemek zaman kaybından başka bir şey değil. Önünüzde 1961 Anayasası var, onu bu günün koşulları ile güçlendirerek kamuoyunun önüne koyunuz. Tüm liderler  daha ne bekliyorsunuz tez elden bir araya gelip elleriniz havada, tek adam yönetimine son, DEMOKRASİ diyerek halkın önüne çıkınız.

TEK YOL, LAİK DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ olmaktan geçiyor.

HAYDİ TÜRKİYE…

SON SÖZ: EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK