Salgın gibi olağanüstü şartlarda önce döviz kurlarını patlatıp üzerine bir de buna “rekabetçi kur” diye isim takıp sonrasında faizleri artırarak düşmesini sağlamak...

İktidarın icraatlarına bir bütün olarak bakarsak ne kadar ahmakça değil mi? Neyse ki arada bir bakan ve bir başkan değişti. Çizgi oradan çekildi.

★★★

Dünyanın bu ortamında... Nasıl bir ortam bu? Kimsenin faiz vermediği, hatta bankaya yatırdığın 100 Euro’yu sana 99 Euro olarak iade ettiği bir finansal ortam...

Sen yüzde 17 faiz veriyorsan ve bunu kendi ülkelerinde yüzde “0” faiz veren bankalar rapor yazarak övüyorlarsa bil ki iyi durumda değilsin aslında...

★★★

Faizler mecburen yükseltildi. Morfin gibi... Acını dindirsin, gerekli zamanı kazandırsın. Bu süre içerisinde tedaviyi yaptın, yaptın... Yapamazsan bünyen alışır, daha yüksek doz gereklidir.

Maalesef tedavi bunun üzerine... Yüksek faizi verdiğin sürece bedeli senin varlıklarındır. Dün faizlerin artırılmaması hiçbir şeyi değiştirmez. Daha neyi artıracak?

Türkiye’ye giren 25 milyar dolara kalması için her gün bir şirket bedeli ödüyorsun. Mesela son 3.5 ayda piyasa değerlemeleriyle bir Vakıfbank ve üzerine bir Kayseri Şeker’in parasal karşılığı faiz olarak verildi.

★★★

Vermezsen ne olur? Dövizini alır gider... Dolar fiyatları tekrar uçar... Uçarsa uçsun diyebilir miyiz?

Ülkenin dışarıya 435 milyar dolar borcuyla mı? Merkez Bankası’nın 48 milyar dolarlık eksi rezerviyle mi? Hazine’nin yurtiçi yatırımcılardan borç aldığı 145 milyar dolarla mı?

★★★

Diğer bir seçenek, ülke parasına güvenmeyip döviz biriktiren Türk halkının elindeki dövizi bozdurması... Ters dolarizasyon bunun adı...  Vatandaş dövizini bozdurur mu? Asıl soru bu...

Açıklanan verilere bakıyorum, geçen hafta yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı 2 milyar 702 milyon dolar artış gösterdi. Almışlar. Toplam döviz mevduatı 235 milyar 628 milyon dolara yükseldi.

★★★

Bunun anlamı açık... Bu fiyatları kelepir kabul etmişler, dolar fiyatı düştükçe üzerine eklemişler. Demek ki sorunları faizin seviyesi değil, güven ortamı...

Kime güvenmiyorlar? Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ı tanımazlar. Tek bir kişinin ağzından çıkacak lafa bakarlar. Maalesef onun meselesi farklı...

★★★

Merkez Bankası fazladan sattığı dolarları yerine koymak için bekleyeceğini, faizleri düşürmeyeceğini, sıkı para politikası uygulayacağını söylüyor. Oyunu kurallarına göre uygulamaya çalışıyor.

Yıllardır gördük ki, o iş öyle olmuyor. Harcamalar kısılmadıkça, ihale dağıtmadıkça, yandaşlar doyurulmadıkça iktidar kendinde ayakta duracak mecali bulamıyor.

★★★

Ülkede yüksek faiz dışında cazip tek bir gelişme yoksa... Reformlar, plan ve programlar açıklanamıyorsa... Saçma sapan Kanal İstanbul gibi projelere başlamak için yolun üzerindekilere çekil, toprağı boşalt deniliyorsa... Bu iş yürümez.

Düşük kur-düşük faiz politikası patlayınca yüksek faiz- düşük kur politikasıyla bir süre devam edilir. Hikayenin sonrasını biliyoruz zaten... “Benim alanım ekonomi, ben de ekonomistim” diye bir anda çıkagelir...


Ekonomi senin kavgan gerekirse aç kal!


Verilen mesajların tamamı ekonominin her geçen gün daha iyiye gittiği yönde... En kötüsünü gördük tribünde...

Gittiği yola bakıyoruz, enflasyon kötü... İşsizlik kötü... Tasarruflar kötü... Büyüme kötü... Cari açık kötü... Bütçe açığı kötü... Borçlanma kötü...

Peki, neden böyle oldu? Yönetim kötü! Hesaplama hatası mı? Ortada hesap falan yoktu ki! Yalandan hedefler konuldu, hiç biri tutmadı. Tutsun diye de hiçbir şey yapılmadı.

★★★

Futbol takımları için “oyun düzeni yanlıştı” derler ya, bizimki de o hesap... Sistemsel hatalar vardı. Ekonomi tamamen yanlış kurgulandı. İthalata dayalı bir ekonomide karar kılındı.

İthalat borçluluğu artırır. Döviz kuru yükselirse borçların ödenemez hale gelir. Üretim ithalata bağlı olduğu için o da sekteye uğrar... Şirketlerin kapanır, üretimin düşer.

★★★

Kuru düşük tutarsan, ithal mallar ucuzlayacağından kendi üretimine zarar verirsin. Sanayici üreteceğine, tüccar ithal eder, cari açığın artar...

Haliyle cari açık verince borçlanırsın... Borçlanmak kötüdür ama borç bulamazsan da üretemezsin... Üretip satamazsan zaten borçlarını ödeyemezsin...

★★★

Yani ithal edip büyümezsek cari açık azalır ama bu sefer de bütçe açığı artar... Çünkü ithalattan alınan ve üretimden gelen vergi gelirleri düşer.

Cari açık adına tüketimi azaltırsan ülke büyümesi sekteye uğrar... Büyüyemezsen fakirleşirsin... Daha fazla refah amacına ulaşamazsın.

★★★

Üzerine enflasyonu koyalım. Gidip hemen her şeyi yurtdışından ithal edersen, TL değer kaybettiğinde bütün mallara zam gelir.

Demek ki kuru düşük tutarsan enflasyonu da kontrol edersin. Düşük kur ithalatı artırır... İthalat da borçluluğu...

★★★

Alın size döngü sorunu... Çaresi ne? İthal etmeden büyümek ve vergi gelirlerini artırıp bütçe açığını kısmak... Söylemesi kolay tabii... Üretim, üretim için de yatırım gerek... Bunun için de ülkenin tasarruf etmesi...

Yapalım o zaman! Dur bakalım... Türkiye’nin mevcut ekonomik açmazı ağırlıklı olarak ekonomiden kaynaklanmıyor ki!

★★★

Haliyle bu durum, ağzınızla kuş tutsanız sadece ekonomi ile ilgili önlemler alarak çözülemez. Ver teşviki, indir vergiyi, artır desteği, aç kredileri...

Yükselt faizi düşür dövizi... Sanıyor musun sorunlar azalacak? Azalmaz! Birikir... Neden azalmaz da birikir?

★★★

Hukuksuzluk, adaletsizlik, demokrasi yetmezliği, yönetimde keyfilik, siyasi istikrarsızlık, kendinden olmayanı cezalandırma, içeride ve dışarıda güven azalışı, ileriye yönelik beklentilerde bozulmadır, Türkiye ekonomisini karartan... Ekonomik göstergeler sonrasında gelir.

Yol aldığımız falan yok. Bir çemberde dönüp duruyoruz. Ve o çember her geçen gün biraz daha daralıyor. Çözüm mü arıyorsunuz? Bu senin kavgan gerekirse aç kal!