Temelinde Cumhuriyet devrimleri, bağımsızlık, halkın egemenliği, hukuk ve adalet var.

Bugün 23 Nisan.

Değerli bayram.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, 2015 yılında 23 Nisan günü için “Çocuklardan büyüklere yazılmış mektup” yayınlamıştı. Mektupta çocuklar; “Sayın Büyükler, her 23 Nisan’da bizi koltuklarınıza oturtup; çocuklara ne kadar önem verdiğinizi göstermeye çalışıyorsunuz. Lütfen bu 23 Nisan’da yalancıktan bize değer veriyormuş gibi yapmayın. Lütfen bu 23 Nisan’da, bir kerecik de, siz bizim yerimize geçin ve neler yaşadığımızı anlayın” diye yazdılar.

Çocuklar haklı.

101 yıl olmuş.

Türkiye 101 yılın sonunda adalet, hukuk ve demokrasi eksikliğini çok derinden yaşıyor. Ve 101 yılın sonunda Türkiye bugün; yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk, yalan, her alanda sahtekarlık saldırısı altında ve “Çocuklarım benden oyuncak değil yiyecek bekliyor” diyen yoksul annelerin sesini duymaya çalışıyor.

★★★

Bugün 23 Nisan.

Çok değerli gün.

Bence 101 yılın sonunda Cumhuriyet devrimlerini yok edip, ülkeyi padişahlık dönemi benzeri tek kişinin iki dudağı, isteği, aklı, ihtirasına terk etmemek için halk, demokratik yoldan direnme kararı almış olarak girdi.

Lozan zedelenmesin.

Montrö de gedik açılmasın.

Laiklik (eşitlik) elden gitmesin.

Din ve Allah istismarı bitsin.

Türkiye bugün 23 Nisan’a “Cumhuriyetini geri istemek” için yüksek bir direnme gücüyle girdi.

★★★

101 yıl!

25 yılı 1 kuşak sayın

4 kuşak eder.

Demokrasi çökmüş.

Güçler tek kişide toplanmış.

Devletin tarafsızlığı gitmiş.

Yargı bağımsızlığını yitirmiş.

Yargıca güven kalmamış.

Ekonomi dışa bağlanmış.

Borç alınmış.

İnşaat yapılmış.

Yine borç alınmış.

İthalat yapılmış.

Ekonomi beton ve borç biriktiren bir yapıya mahkum edildiği için işsiz çoğaltan bir çıkmaza saplanmış.

Yine borç alınmış.

Eski borç kapatılmış.

Kurumlar çökertilmiş.

Kurumlar çöktüğü için 128 milyar doların hesabı açıklıkla  veremiyor. Yoksulları devletten patates-soğan sadakası alan yurttaşlar durumuna düşürmek “sosyal devlet icraatı” sayılıyor. Devlet kişileri ve iktidara yakın duran azınlık bir zümreyi zengin eden bir yapıya dönüştüğü için iktidar, “kaynak olsaydı biz yerdik” dercesine kıvranıyor.

★★★

101 yıl geçti.

Dile kolay...

4 kuşak...

Bir kişi bütün toplumu korkutacak, dilini kesip susturacak, kurumları yok edecek, Cumhuriyet’i padişahlık benzeri bir geri yapıya dönüştürecek... Böyle bir Türkiye’ye halk razı değil. Gözlemlerime göre halkın büyük çoğunluğu bugün 23 Nisan’a “Cumhuriyetini geri istemek” için yüksek bir direnme gücüyle girdi.

23 Nisan!

Değerli bayram.

Kutlu olsun!

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Selahattin Duman!


Mizahı iğne gibi kullanıp şişkin egolara, tabulara, farfaraya, altı boş övünmelere, iki yüzlülüğe batırıp patlatan bir yazardı. Kahkaha atarken düşündüren yazıyı sadece iğne yapmaz çuvaldız gibi de kullanır, kendisini ve en yakın dostlarını da alaya alırdı. Onu gazete köşe yazarlığına taşıyan da Cumhurbaşkanlığı VIP uçağına binerek “kasıntı yazılar yazanları” anlattığı gözlemlerle başlamıştı. Bilmem kaç bin metre yukarıda VIP uçağında fotoğraf çektirip, gidilen ülkeden elde edilen kazanımları, kayıpları ya da halktan gizlenenleri yazmak yerine Cumhurbaşkanı’nın “içe propaganda cümlelerini” gazetecilik diye sunanları mizahın iğneli fıçısına koyup sallamıştı. O yazıdan sonra gazetenin sahibi ve genel yayın müdürü (Dinç Bilgin ile Zafer Mutlu) onu her gün yazmaya razı ettiler. Selahattin Duman diye mizahı muhalefet taşı yapan ve şişkin egolar ile tabuların vitrinine atıp tuz buz eden yazar doğdu. Hiç belli etmezdi ama çok okurdu. Bundan 20 yıl önce gazetelerde hem iktidarı tutan, yağlayan, yandaş yazarlar ve hem de iktidarı eleştirenler birlikte var olabiliyorlardı. Tayyip Erdoğan iktidar oldu, gazete sahipleri ile genel yayın müdürlerini korkuttu, muhalefet yazarları gazetelerden atıldı. Ben onun SÖZCÜ’ye gelip yazmasını çok istemiştim. Olmadı. Aynı gazetede çalışırken odalarımız bitişikti. İki günde bir gelir; “Necati senin köşeyi ben yazayım... Sen de benim köşeyi yaz... Okura da ilan edelim... Okur karar versin; mizah yazısı mı zor, ciddi yazı mı?..” diye kışkırtırdı. “Benim zekam seni geçemez...” der teklifini kabul etmezdim. O zaman bana babamın şiirini oku derdi. Babası Dr. Abdullah Duman’ın en sevdiği şiir; “Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir/ Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat” (En uzun geceyi; işi, onu hesaplamak olan müneccime, muvakkite sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gam çekenlere, derdi olanlara sor onları bilir) okurdum. “Şiir ezberleyeceğine benim gibi 18 saat uyu da biraz zekanı geliştir” diye hem beni hem kendini iğneler giderdi. Selahattin Duman hayata pencerelerini kapadı.