Aktif tarafı, pasif tarafı; ikisi bir arada adı oluyor bilanço. Nutuklar, bayraklar, marşlar, kahramanlık gösterileri, sonradan şişirme cesaret örnekleri, hainlik suçlamaları, uzayan ve uzatılan olağanüstü hal, kayıp silahlar, ABD’ye kaçırılmış, tutuklanıp getirilemeyen eski hocaları, Almanya’ya tüymüş, tüydürülmüş savcıları, birbirine düşmüş tarikatları, İslam’ı iktidar yapacağız deyip kendilerini iktidara getirdikten sonra gitmek istemeyen eğilimleri, kazı kazı kökü bitmez hainler, hocacılar her an hortlayabilir ihtimali, rüşvet, torpil, adam kayırma, yoksulluk, yolsuzluk, kamu kaynaklarına çökme, yeni zenginler yaratma...

Tamamı bilanço.

Bak tarihe.

Kökü nereye gidiyor.

Beraberdiler.

Niçin birbirine düştüler?

Kökü Nurculuğa gidiyor.

Nurcular, diyorlardı ki; bu Türkiye topraklarında (ve tüm İslam dünyasında) kendi halkını sevmeyen bir aydın tipi yetişti. Böyle bir aydın tipi yüzünden “kapsayıcı gelişmeyi” başaramıyoruz, batının sürekli gerisinde kalıyoruz. Aydınımız hep batıya öykünüyor, halktan kopuyor. Biz öyle bir formül bulalım ki, batının fenni (kimya, fizik, mühendislik, teknoloji) ile doğunun ilmini (Kuran bilgileri, İslam ahlakı, İslam ilahiyatı, İslam estetiği, İslam hukuku) birleştirelim. Hem batının fennini ve hem doğunun ilmini birlikte öğrenmiş, içselleştirmiş, özümsemiş ve yerlileştirmiş aydın tipimiz olsun. Böylece kendi halkı ile yabancılaşmamış aydın tipine kavuşmuş olalım. Halk ile aydın arasındaki buzlar çözülsün, kapsayıcı, kucaklayıcı gelişme ile batı medeniyetini geçelim. Bunun için İlim Yayma Cemiyetleri de kuralım.

Kuruldu.

★★★

Çalıştılar, çalıştılar.

Güçlerini birleştirdiler.

Biri cami hocası.

Diğeri parti başkanı.

Birbirini desteklediler. Birbiriyle kucaklaştılar. Birbirinin arkasını kolladılar, birbirinin sırtını sıvazladılar. İktidar oldular. İktidar olanaklarını paylaştılar, taraftar çoğalttılar. Ordunun generallerine, subaylarına “batıcı, Atatürkçü, Kemalist aydın asker tipi” diye Ergenekon, Balyoz adlı düzmece davaları birlikte açtılar. Sonra “batının fenni ile doğunun ilmini birleştirmeyi” unuttular; kendileri iktidar kavgasına tutuşup karşılıklı “beni yok edecek, iktidarı tek başına ele geçirecek” korkusuna düştüler.

Hocacılar da korktu.

Particiler de korktu.

15 Temmuz oldu.

O kadar iç içe geçmiştiler ki; 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İstanbul’a getiren uçağın pilotu Barış Yurtseven’in “FETÖ’cü olduğu” anlaşıldı ve aynı gece o uçağı koruyan (eskortluk yapan) F-16’nın asker pilotu Yunus Poyraz da “FETÖ’cülükten” hapse konuldu. O kadar iç içeydiler ki; 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen, “FETÖ’nün siyasi ayağı” ortaya bir türlü çıkmadı, 15 Temmuz günü  bir binbaşının saat 12’de MİT’e “Ordu içindeki Fetullahçılar darbe yapacaklar” ihbarının neden ciddiye alınmadığı sorusu da 5 yıldır cevap bulamadı. MİT Başkanı ile o dönemin Genelkurmay Başkanı ve şimdinin Milli Savunma Bakanı, bu konuya bir açıklama getirme ihtiyacı bile duymadı.

★★★

Gülmece olmasın.

Komedi saymayın.

Balyoz davası içinde uydurulmuş belgelerle “suikast palanı yapmakla suçlanıp” 5 yıldan fazla hapiste tutulan şimdi emekli Albay Mustafa Dönmez, 15 Temmuz’dan çok önce “Fetullahçı yapının Emniyet’ten ziyade TSK’da daha fazla olduğunu” açık açık söylemişti. Atatürkçü, Kemalist Mustafa Dönmez’i bile FETÖ’cülükle suçladılar ama TSK imamı Fetullahçı Adil Öksüz’ün serbest bırakılıp kaçması ya da kaçırılması “sır perdesi arkasında” durdu, duruyor.

Tekrar yazayım:

Beraber başladılar.

Batının fennini...

Doğunun ilmiyle...

Birleştireceklerdi...

Birbirlerine düştüler.

15 Temmuz oldu.

5 yıl önce 15 Temmuz günü saat 12’de bir binbaşının MİT’e giderek “bu gece darbe yapacaklar” ihbarı dikkate alınmadı. Aynı gün gündüz aydınlığında darbe yapmaya kalkışıldı. Darbenin olacağını Cumhurbaşkanı MİT’ten değil, pencereden tankları gören eniştesinden öğrendi. Meclis’in raporu sümen altı edildi. MİT Başkanı ve dönemin Genelkurmay Başkanı Meclis’e ifade vermeye gelmedi.

Bak bugüne.

Siyasi ayak bulunmadı.

FETÖ borsası kuruldu.

Şu anda 148 bin kişi hakkında gizli FETÖ soruşturması devam ediyor.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Melih Bulu rica etmiş olmalı!


İktidar partisinden milletvekili olmak istedi. Belediye başkanlığına da iktidar partisinden aday oldu. İktidar partiliydi. Boğaziçi Üniversitesi’ne 193 gün önce partili Cumhurbaşkanı kararnamesiyle rektör olarak atandı. Boğaziçili öğrenciler ve öğretim üyeleri “kayyum rektör istemiyoruz, biz seçilmiş rektör istiyoruz” diye karşı çıktılar. 193 gün Boğaziçi’nin hocaları rektörlük binası önüne gelip arkalarını dönerek “istemiyoruz seni” diye protesto ettiler. Bunların içinde mutlaka Melih Bulu’nun hocaları da vardı. Melih Bulu, dayanılması zor protestoyu 192 gün yaşadı ve sonunda Cumhurbaşkanı’na “beni görevden alın...” diye rica etmiş olmalı... Kararname ile rektörlükten alındı. Boğaziçi’nin öğrencileri ve hocaları dün onu “Bu devirde kimse sultan değil/Hükümdar değil bezirgan değil/ Bu kadar güvenme hiç kendine/Kimse şah değil padişah değil” şarkısı ile uğurladılar. Türkiye “demokrasiden vazgeçecek bir ülke” değil.