Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve öğretim üyelerinin “atanmış rektör istemiyoruz, seçilmiş rektör istiyoruz” diklenişi dün 105 gününü doldurdu. 105 gün önce Boğaziçi Üniversitesi’ne Prof. Dr. Melih Bulu tepeden inme atanmıştı.

Yeni rektör partiliydi.

İktidar partisinden...

Partili olmak kusur değil.

Her mesleği yapabilir.

Rektör de olabilir.

Ancak ortada “boydan boya çatlayan bir tutarsız” durum vardı: Melih Bulu, iktidar partisinden önce belediye başkanı olmak istemiş, başvurmuş, partisi onu “belediye başkanlığı yapmaya” uygun bulmamıştı. Sonra genel seçimleri beklemiş; milletvekili olmak için başvurmuş, “milletvekili de olmaz” demişlerdi.

Onu rektör yaptılar.

★★★

Unutuyoruz.

Devlet, özel, vakıf üniversiteleri dahil neredeyse tümüne (birkaç vakıf üniversitesi hariç) rektörler atama ile geliyorlardı. O üniversitelerin öğrencileri ile öğretim üyeleri “sessiz- suskun- dilleri kesilmiş” kalıyorlar, karşı çıkmıyorlardı.

Boğaziçi, dilsizliği bozdu.

Dil kesicisine baş kaldırdı.

Kırmadan.

Dökmeden.

Teröre sapmadan.

Anayasadan ve yasalardan gücünü alarak “atanmış rektör istemiyoruz” diye görüşlerini dile getirdiler.

Dilsizleştirme!

İktidarın silahı olmuştu.

(Not: Bu deyim sosyolog öğretim üyesi Prof. Dr. Evren Balta’nın buluşudur. İpek Özbey ile söyleşide kullandı.)

Dilini kesti.

Basını susturdu.

Dilini kesti.

Yargıyı susturdu.

Dilini kesti.

İş adamlarını susturdu.

Dilini kesti.

Din adamlarını susturdu.

Dilini kesti.

Dernekleri susturdu.

Dilini kesti.

Parti içi muhalefeti susturdu.

Dilini kesti.

Üniversiteleri susturdu.

Boğaziçi Üniversitesi 105 gün önce dil kesicisine karşı diklenişe geçtiği için “susturulmuş- bastırılmış- korkutulmuş toplumun” bütün kesimlerine sözcü oldu ve destek boldu.

★★★

Emekli amirallerin duyurusu da “dil kesiciliğine” diklenişti. Emekli amiraller düşüncelerini dile getirdiler ve şimdi “ayağımıza kelepçe takabilirsiniz ama beynimize hiçbir güç zincir vuramaz” diyorlar.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Bir okurun isteği üzerine!


Okurum Kamil Yılmaz dün elektronik postadan bana şu mektubu gönderdi: “17 Nisan tarihli, Ertuğrul Özkök köşesinde, sizinle ilgili; “Necati Doğru gibi yeminli Özal muhalifi” diye yazdı. Bu konuda bilginiz veya yazacağımız bir şey var mı acaba? Okurunuz olarak merak ettim.” Evet yazacağım bir görüşüm var. Yeminli mali müşavir, yeminli tercüman gibi Yeminli Özal muhalifi Necati... Yeminli Tayyip düşmanı Necati...” benzetmesini yaparak benim gazetecilik çizgimi lekelemeye, küçümsemeye, çürütmeye çalışan sadece Ertuğrul Özkök değil. Ertuğrul Özkök gibi kim iktidara gelirse onun yanında yer alan, güce, egemene, zengine, para ve kudret sahibine kalemini ve ruhunu teslim eden çok sayıda iktidar yandaşı kalemler çeşitli gazetelerde “Yeminli Tayyip düşmanı Necati...” diye yazıyorlar. Ertuğrul Özkök’ün hatırlaması gerekir; ben sadece Turgut Özal döneminde muhalefet yazısı yazan biri değilim. Süleyman Demirel, Kenan Evren, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan dönemlerinde de gördüğüm “gizleme- saklama- ezme- korkutma- din ve Allah istismarı- kamu parasını çalma- çaldırma- eş dost akraba kayırma” üzerine keskin eleştiri yazıları yazmaktayım. Tayyip Erdoğan iktidarı döneminde de bu yazarlık çizgimi değiştirmeden devam etmekteyim. Ertuğrul Özkök’ün yine bilmesi gerekir; Tayyip Erdoğan iktidardan gidip yerine Kemal Kılıçdaroğlu ya da Meral Akşener veya halk kimi seçerse o geldiğinde; çalma- çaldırma- sindirme- korkutma- dil kesme- Allah’ı, Peygamberi istismar etme, diktatör eğilimler, faşist niyetler gördüğümde onları da yazarım, yazacağım. Bir yazar, bunları yazmazsa Ertuğrul Özkök gibi “Diziyi çekerken 6 kere öpüştük... 63 yaşındaki bir kadının enerjisi kaç desibeldir... MUDO Urla’da ilk butik mağazasını açtı... Patronun oturduğu masaya kaç liralık şarap açmalı...” başlıklı yazılar yazmak zorunda kalır ki, öl daha iyi. Benim için “Yeminli Tayyip düşmanı ya da yeminli Özal muhalifi...” diye çürütmecilik yapanlara bakıyorum hemen tamamı iktidara kim gelirse onlarla, egemen kimse onlarla, büyük sermaye, holding, banka sahibi patronlar kimse onlarla yakın ilişki kuruyorlar ve bu yakın ilişkiyi gazetelerindeki köşelerinde “yazı” diye yazıyorlar. Ertuğrul Özkök de bunu yaptığı için Özal’ın mikrofonu anlamında adı “Özköşk’e...” çıkmıştı. Ben o yıllarda Özal döneminde “devletin hortumlanmasına” karşı çıkan yazılar yazıyordum. Ertuğrul Özkök, sadece Özal’ın değil kim güçlüyse onun örneğin Vehbi Koç’un, Sakıp Sabancı’nın da parlatma yazarlığını yapıyordu. Ben o yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’ne geçmiştim ve Ertuğrul Özkök Hürriyet’in Genel Yayın Müdürlüğü yaparken gitti büyük sermayenin temsilcisi TÜSİAD’a üye oldu. “Bir gazeteci sermaye örgütünün üyesi olursa gazetecinin tarafsızlığı, şerefi, ilkesi, onuru yok olur... Ertuğrul sen çulsuzun biriydin... Nasıl büyük sermayedar oldun” diyen yazı yazdım. Ertuğrul Özkök, beni bu yazımdan ötürü mahkemeye verdi. Yargıç, “doğru yazmışsın” diyerek karar verdi, dava düştü. Ertuğrul, vicdanlarda mahkum oldu. Ben yeminli çizgimi SÖZCÜ’de de devam ettiriyorum, ettireceğim.