ODTÜ kurucularından, İnşaat Fakültesi Dekanlığı ve Rektör yardımcılığı yapmış, şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde “master programında” ders veren Prof. Dr. Uğur Ersoy bir mektup yazdı.

İşte o mektup:

“İKİ ANI

Birinci anı, 1969 yılında yaşandı. ODTÜ’nün efsanevi rektörü Kemal Kurdaş 8 yıllık hizmetten sonra rektörlükten ayrılmıştı. Üniversite, atanacak rektör ile ilgili dedikodularla çalkalanıyordu. ODTÜ’nün özel yasasına göre rektörü Mütevelli Heyeti atıyordu, tek koşul, rektörün Türk vatandaşı olmasıydı! Rektörün akademisyen olmasına da gerek yoktu, nitekim Kemal Kurdaş akademisyen değildi. Yasada, seçimden ve danışmadan söz dahi edilmiyordu. Bir gün duyduk ki Mütevelli Heyeti, rektörlüğe Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Parlar’ı atamış. Atama, yasal olmasına karşın, sorulmadan, danışılmadan yapıldığı için üniversitede büyük bir tepki ile karşılandı.

★★★

Mustafa Parlar mecbur olmamasına karşın, ‘GÜVEN OYLAMASINA’ gideceğini duyurdu ve ilk uygulamayı kendi fakültesinde yaptı. Oylamanın sonunda fark azdı, ama çoğunluk ‘HAYIR’ oyu vermişti. Parlar, hemen o gün görevi Mütevelli Heyeti’ne iade etti. Parlar arkadaşlarına, ‘Kendi fakültemden bile güven oyu alamadığıma göre, rektörlükte kalmamın bir anlamı yok’ demişti. Bakın bu iş salt yasa ile olmuyor. Prof. Parlar’ın rektörlüğe atanması yasaldı ama bu yeterli değildi.

★★★

İkinci anım,

1971 yılında yaşanmış bir olay. Bu olayı üniversite kapısında yığılan polisleri görünce anımsadım. ‘12 Mart Muhtırası’ verilmişti. Hedef tahtasında ODTÜ vardı, her olaydan ODTÜ sorumlu tutuluyordu. Üniversitede her binanın önünde bir veya iki silahlı asker nöbet tutuyordu. Bir süre sonra Mütevelli Heyeti, Emekli General Şefik Erensü’yü rektör atadı. Sanırım amaç, ODTÜ’yü bir kışla disiplini içine sokmaktı. Fakat yanıldılar. Şefik Paşa onların kafalarında şekillenen rektöre hiç benzemiyordu! Bir gün bir profesörün Şefik Paşa ile bir konuşmasına tanık oldum. Profesör, Şefik Paşa’nın üniversitede binaların önünde nöbet tutan askerleri kışlalarına yollamasını eleştiriyordu. ‘Paşam, yanlış yaptınız, o askerler bizim güvencemizdi. Lütfen onları geri getirin.’

★★★

Şefik Paşa’nın yanıtı ilginçti.

‘Hocam, kusura bakmayın, isteğinizi yerine getiremeyeceğim. Burası üniversite. Üniversite askerin bulunacağı bir yer değil. Ben üniversitede asker görmekten utanırım!’

Bunu söyleyen bir askerdi.

Demokrat ve çağdaş olmak hiçbir mesleğin tekelinde değildir. Keşke insanlarımız Parlar ve Erensü’nün davranışlarından ders alabilseydi. Alabilseydi, hatalar ve krizler tekrarlamazdı. Prof. Dr. Uğur Ersoy...”

★★★

Bana bu köşede yayımlayayım siz okurları da bilgisi olsun diye gönderilen bu mektubu okuyunca “51 yıldan daha geriye gitmişiz...” diye düşündüm. Bu mektubu Cumhurbaşkanı ile Boğaziçi Üniversitesi’ne atadığı rektör okuyunca ne düşünürler? Düşüncelerini halka duyurmak istiyorlarsa mektubun aynı uzunlukta olması şartıyla bu köşeye göndersinler.

Söz veriyorum.

Size aktaracağım.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri yeni atanan rektörü istemiyorlar. BÜ profesörleri, doçentleri ve öğretim görevlileri de her gün akademik cübbelerini giyip rektörlük binasına sırtlarını dönüp atamayı protesto ediyorlar. Bir aya yakın bir zaman geçmesine rağmen hiçbir hoca rektör yardımcısı olmayı kabul etmedi.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Karanlığa bir mum da sen yak!


Uğur Mumcu, 28 yıl önce bugün “vuranı bulunamayan bir cinayetle” öldürüldü. Gizleneni, saklananı, devletin ihaleler yoluyla soyulmasını yazan korkusuz bir yazardı. Cumhuriyet’in değerlerine inanmış, Atatürk Devrimleri çizgisinde, yazdığını okutan bir kalemdi. O yıllarda gazeteciler, aydınlar, üniversite hocaları evlerinin önünde, okullarına giderken, dönerken çapraz ateşlere alınarak, arkadan enselerine kurşun sıkılarak, evlerine bombalı kitap kolileri gönderilerek katlediliyorlardı. Cinayetler adım adım göstere göstere geliyordu. Vicdan ve adalet kanıyordu. Çünkü bugün olduğu gibi soruşturmalar savsaklanıyor, savcılar tehdit ediliyor, saldırganların arkasındaki örgütlü güç bir türlü ortaya çıkarılamıyordu. Uğur Mumcu’nun cenazesine milyonlarca insan, “ölen aydınlar için karanlığa bir mum da sen yak...” diyerek katılmıştı.