Müziği ve sanatçıları birlikte yansıtan  “Emeğin İçin Söyle” adlı kısa filmi izledim. “Sınıf Tavrı” üyesi işçiler ile işçi sınıfının dostu sanatçılar bir araya gelip bu kısa filmi çekmişler. Genç sanatçılar: Ozan Çoban, İlke Kızmaz, Haluk İlhan, Tolga Sağ, Hilmi Yarayıcı, Aşık Mahzuni Şerif’in “Yiğit muhtaç olmuş” türküsünü seslendirmişlerdi.

Günümüze ayna olmuş.

Alın teriyle geçinenler.

Onlarla dayanışanlar.

1 Mayıs’ı kutladılar.

Ben yazı emekçisiyim.

Sınıf bilincim hep oldu.

Ben de kutluyorum.

Fikir ve düşünce, ahlak ve inanç cephelerinde birleşebilenler; güçlerini 1 Mayıs’ın tarihinden alıyor: 165 yıl önceydi. Fabrikalarda seri üretim sırasında makine ve insan emeğinin buluştuğu yıllardı. Emekçi olmadan üretim, üretim olmadan “artı değer” ve artı değer olmadan sermaye sınıfı olamazdı. İşçi sınıfı, sermaye sınıfı ile birlikte doğdu.

Çetin yıllardı.

Baba emeği.

Anne emeği.

Çocuk emeği.

Fabrikalarda, atölyelerde, madenlerde, taş ocaklarında günde 16 ile 18 saat, dinlenmeden, ara vermeden, her tür haktan yoksun çalıştırılıyorlardı. Korkunçtu şartlar.

★★★

İlk adım gerekiyordu.

İlk adımı taş ve inşaat işçileri attılar. 1856 yılında Avustralya’nın Melbourne şehrinde taş ve inşaat işçileri, “sekiz saatlik iş günü” isteğiyle üniversitenin kapısından Parlamento’nun kapısına yürüyüş yaptılar. Bunu 30 yıl sonra Amerika’da “1 Mayıs 1886 günü” işçilerin “günde 12 saat yerine 8 saat çalışma” isteyen iş bırakma eylemi izledi.

500 bin işçi yürüdü.

Bir sınıf uyanıyordu.

En önemlisi “siyah ve beyaz derili işçiler” aynı istekler için birlikte yürümüşlerdi. Dönemin egemen sınıflarının ve iktidarlarının “siyah- beyaz ayrımı” üzerine koydukları kurallar, peşin hükümler ve eski kalıplara bir başkaldırıydı bu yürüyüş. O günün Amerikalı basın emekçileri gazetecilerinin birinci sayfasına; “İşçiler Amerika’da ön yargı duvarını yıktı” manşetini attılar.

Birlik olmanın.

Dayanışmanın.

Gücü ortaya çıktı.

Ayrımcılık kalktı.

Siyah- beyaz eşitlendi.

Ve yazı emekçileri ile kol emekçilerinin sınıf dayanışması o günden bugünlere kadar geldi. Egemene, iktidara ve sermayeye satılmamış tüm kalemler, bu nedenle kendilerini işçi sınıfı içinde sayarlar.

1 Mayıs’ı kutlarlar.

1889’da sol ve işçi partilerinin katılımı ile toplanan İkinci Enternasyonal’de “1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü” kabul edildi. Ve 8 Mart günü de “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ilan edildi. Zamanla, “8 saatlik iş günü” bütün dünyada kabul edildi. 1 Mayıs İşçi Bayramı Türkiye’de ilk kez 1912 yılında kutlandı ve 1923’te ilk kez “resmi olarak işçi bayramı” yapıldı. 2008 yılında da “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edildi.

★★★

Hayatın cilvesi!

1 Mayıs’ın Emek ve Dayanışma Günü olarak kutlanmasının kabulü bu iktidar döneminde oldu. 2002’den 2008’e kadar işçiden emekten yana görüntü verdiler. Müslüman inancının “Emekten daha hayırlı bir kazanç yoktur ve işçinin hakkını onun alnının teri kurumadan veriniz” öğütlerini sıkça dile getirmelerine rağmen bu iktidar döneminde her 3 işçiden 1’i gelirini kaybetti. Bu iktidardan önce işveren sınıfı, “sarı sendikacılık” yaratmıştı. Bütün güçleri tek elde ve tek adamda toplama modeli ile bu iktidar sarı sendikacılığı “iktidar sendikacılığına” dönüştürdü.

Dayanışmayı zedelediler.

Dayanışma duygusunun zedelenmesi devlet bütçesinin paylaşımına da şöyle yansıdı: Bu yıl tarım emekçilerine (tüm tarım kesimine) verilen destek yüzde 5 arttı, fakat Cumhurbaşkanlığı Bütçesi’ndeki artış yüzde 28 oldu.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Tuzak işlemedi!


Tekel Bayileri’nde içki satışının yasaklanması aslında muhalefete kurulmuş bir tuzaktı. İstediler ki, muhalefet “içki satışı yasağını yaşam biçimine, temel hak ve özgürlüklerine bir müdahale” diye büyütsün; “128 milyar dolar nerede?” kampanyası gibi “Şarabıma- Rakıma Dokunma” kampanyası başlatsın. Böylece yüzde 30’lara kadar düştüğü anketlerde ortaya çıkan kendi seçmenine “bakın Ramazan günü rakı içmeyi savunuyorlar” diyebilmeyi planladılar. Muhalefet bu tuzağa düşmedi.