Yüzüne geçirdiği korona 19 maskesinin üstünde “Enjoy, I’m vaccinated” (Ben aşılıyım, sen neşene ve keyfine bak)” yazıları bulunan reklam filmi oyuncuları ile İngiliz turistlere çağrı yapıldı. Böylesine zavallı tanıtımın 19 Mayıs haftasına denk gelmesi; acı bir rastlantı, talihsizlik, çapsızlık ve düşüncesizlik oldu.

102 yıl önceydi.

Bir aşı hazırlanmıştı.

Adı: Mandacı aşısıydı.

İstanbul’daki işbirlikçi padişah, sadrazam, o dönemin bazı pozisyon aydınları, pozisyon din büyükleri; “Biz adam olmayız, gelsin İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar bizi bir süre yönetsinler” kafasına yatmışlardı.

Anadolu ise ayaklanmıştı.

Dağlarda ateşler yanıyordu.

Bağımsızlık isteyenlere “mandacı aşısı” vurulmalı, başkaldıranlar susturulmalıydı. İsyan büyümeden bastırılırsa bundan İngilizler memnun, mutlu olacaktı. Padişah da İngilizlerin istediğini yapmış bir işbirlikçi olarak İstanbul’da sarayında hilafet hırkasını çıkarmadan kalacaktı.

Mandacı aşısı buydu.

Çin’de denenmişti.

Hindistan’da da...

Mustafa Kemal, aslında Anadolu’ya isyanları bastırmak için “ordu müfettişi göreviyle” gönderildi. İngiliz işbirlikçileri Mustafa Kemal’in “mandacı aşısını rahatça vurulacak ortam hazırlayacağını” düşünüp, hesap yapıyorlardı.

1919 yılıydı.

Günlerden 19 Mayıs.

Samsun’a çıktı.

102 yıl önceydi.

★★★

Mustafa Kemal “Mandacı aşısı” yapmak isteyenlere başkaldırdı. Onun mandacı aşısına karşı olduğunu Samsun’a gönderildiğinin ilk ayında anladılar.

İstanbul’a geri çağırdılar.

Dönmedi.

2 ay geçti.

Görevden aldılar.

11 ay geçti.

Anadolu’da yanan bağımsızlık ateşleri “ülkenin işgalden kurtarılması ve egemenlik milletindir, padişahlık, hilafet saraylı tek adamın keyfi yönetimi de kalkacaktır” hedefine yönelince Mustafa Kemal’i “vatan haini” ilan ettiler.

12 ay geçti.

“Katli vaciptir” fetvası çıkardılar, “İdama mahkum” ettiler. Düşman çizmelerinden kurtulmak için silaha sarılmış Kuvâ-yi Milliye’ye karşı, mandacılık için silahlandırılan Kuvâ-yi İnzibâtiye’yi de işte bu günlerde kurdular.

★★★

Mandacı kafa yenildi.

Mandacı aşıcılar kaçtı.

Kuvâ-yi İnzibâtiye sindi.

19 Mayıs’ın değeri; “mandacı aşının yere çalınmasından” geliyor. Bugün bazı politikacılar, bazı tarikat sözcüleri, bazı pozisyon aydınları, bazı kötü niyetliler yıllardan beri “kirli ve yalan bir propagandanın” üzerine abandıkça abanıyorlar. 19 Mayıs’ı yurttaşların ve özellikle gençlerin kalbinden, zihninden silmek için uğraşmaktalar. 19 Mayıs’ı küçümsüyorlar ve fırsat kollayıp kutlamasını yasaklıyor ve “Türkiye Cumhuriyeti” deyimini itibarsızlaştırmaya, karartmaya, anayasadan silmeye çalışıyorlar.

Başaramadılar.

Dikişler patladı.

Tutturamadılar.

Seçimle geldiler.

Seçimle gidecekler.

19 Mayıs kalacak.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Panama... Panama.. Selam olsun... Benim başsavcıma...


Tarihi günlerden geçiyoruz. Varış ülkesi Türkiye olan bir gemi Panama’da arandı. Özel eğitimli köpeklerin de yardımıyla 5 ton kokain ele geçirildi. Avrupa ülkeleri polislerinin sıkı önemleri sonunda kokain mafyası yeni üs olarak Türkiye’nin limanlarını seçti. Kokainin gramının fiyatı 238 dolardan alıcı buluyormuş. Bu gemideki yükün Türkiye limanında alıcısı kimdi, neciydi, bağlantıları neydi, arkasında hangi güç odakları vardı? Bu güç odaklarının iktidar ya da muhalefet siyasetçisi ile bağlantıları var mıydı? Başsavcılar, bu sorularının cevabını bulmak için harekete geçmediler. Başsavcılar sanki ters kelepçe ile kelepçelendiler. Türkiye’de daha bir süre önce bir eroin baronu hakim kararıyla ortam yaratılıp hapisten kaçırıldı. O hakim de “bana Ankara’dan baskı yapıldı, telefonla baskı yapan da Burhan Kuzu’ydu” demişti... Başsavcılar, Sedat Peker’in videolar yoluyla duyurduğu “bana özel kuruma polisi verildi... Bana yurt dışına çıkma izni verildi... Bana yurt dışında bir süre kaldıktan sonra geri dönme ortamı yaratılacağı sözü verildi... Marina’nın üzerine çöküldü...” iddialarına da kulaklarını tıkadılar. CMK 160. Maddeye göre hemen harekete geçip soruşturmaya başlamaları beklenirdi. Savcılar bekleneni yapmadılar. Panama... Panama... Selam olsun benim başsavcıma...