Islak sabun gibi kayıyor konular. Keskin bir uyanıklıkla izlenmezse; başı da yitip gidecek, sonu da hiçbir zaman bağlanamayacak. Türkiye koronavirüse yenik düştü.

Yenik düşmedi.

Düşürüldü.

İktidar utansın!

Utanması yoksa nasıl utansın diye düşündüğünüzün farkındayım. Utanmazlığın üstüne kuraklık haberleri geldi. Güneydoğu Anadolu’nun susuz tarıma açık geniş topraklarında derin bir kuraklık tehlikesi baş gösterdi. Buğday, arpa, mercimek ve diğer temel tarımsal ürün üretiminde ciddi düşüş bekleniyor. Üreticiler; “bölge acil afet bölgesi ilan edilsin, devlet yardımımıza yetişsin...” feryadı yükseltmeye başladılar. Su yetersizliği yüzünden dünyada kuraklıktan etkilenen 110 ülke var ve Türkiye’de bu yıl 110 ülkenin içine girdi.

Olmamalıydı.

Kuraklık vız gelmeliydi.

Niçin pahalı köprüler?

Niçin pahalı otoyollar?

Niçin pahalı tüp geçit?

Niçin pahalı hastaneler?

Niçin pahalı saray?

Kim kaptı, yedi?

Kim göz yumdu?

Ne karşılığında göz yumdu? Sorularına cevap ararken kuraklık da geldi işte kapıya dayandı.

★★★

Pahalı saray yapma ile kuraklığın ne ilgisi var demeyin. 20 yıldır yapılan bu pahalı köprü, hastane, otoyol (hepsi garantili) toplanan vergiler tutumlu ve akılcı kullanılıp yaptırılsaydı: 30- 35 milyar dolara mâl olacaktı. Ancak Hazine garantisi verilerek dış borç bulan özel şirketlere (şu ünlü beşli) yaptırıldığı için fatura büyüdü.

60 milyar dolar yatırım.

70 milyar dolar garanti.

130 milyar dolara patladı.

35 milyar dolarlık yatırım Türkiye’de halkın önümüzdeki 30- 40 yıl içinde ödeyeceği 130 milyar dolara bitirildi. Yatırımlar “kara delik” oldu. Oysa Türkiye 35 yıl öncesinden kendi halkından topladığı vergi geliri ile “kuraklığı önleyecek, suyu toprakla birleştirecek milli ve yerli proje yapmayı başarmış” bir ülke olmuştu. O yıllarda gövde ve dolgu hacmi bakımından Türkiye’nin en büyük ve dünyanın da sayılı barajlarından biri olan Atatürk Barajı’nı (Urfa Tüneli dahil) bitirebilmek için 4 milyar dolar dış paraya ihtiyacı vardı. Dış borçlanma imkanları arandı. İngiliz, Fransız, Alman, ABD ve onların yönetimini elinde tuttuğu Dünya Bankası, söz birliği ettiler. Türkiye bu barajı yaparsa Fırat’ın sularının Irak ve Suriye’ye akışını engeller dediler.

Dış para gelmedi.

★★★

Ülkeyi o yıllarda yönetenler (seçimle geleni ve darbeyle gelip 4 yılda geri gideni) bu barajı Türkiye’nin kendi imkanları ile yüzde 100 yerli ve milli olarak yapma kararı aldılar. Türk şirketi Ata İnşaat bu projeyi yaptı, bitirdi.

Demirel dönemi projesiydi.

Evren döneminde bitirildi.

Özal döneminde açıldı.

Toprak suya kavuştu.

GAP doğdu.

Türkiye Irak’ın da Suriye’nin de suyunu asla kesmedi. Aradan bu kadar yıl geçti. GAP Bölgesi’nde susuz tek karış toprağın kalmaması ve suyun tüm kuraklıklara meydan okuyacak bir beceriyle yönetilmesi gerekiyordu. Olmadı. Dış borçla pahalı saray yapmaya ağırlık verildi. Şanlıurfa Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Abdullah Melik, bakın ne diyor: “GAP Projesi bölgemizde tarımsal sulamada yüzde 54 etkili oldu, proje tamamlanmadı. Atatürk Barajı, faaliyete girdiği günden beri elektrik enerjisi üretiminde 12.5 milyar dolar, Harran Ovası’ndaki tarımsal üretimden 10.5 milyar dolar gelir elde etti. GAP kendini amorti etti, bu geliri projenin tamamlanması için GAP’a yatırmış olsaydınız, bölgenin tamamı sulu tarıma geçmiş olacaktı ve böylesi kuraklık dönemlerinde de ülke tarımı darbe yemeyecek, çiftçi de feryat figan etmemiş olacaktı” (BBC Türkçe’den Hatice Kamer’in haberi)

★★★

Niçin pahalı köprü?

Niçin pahalı otoyol?

Niçin pahalı saray?

Kim kaptı, yedi?

Kim göz yumdu?

Ne karşılığında?

Kuraklık geldi... Gelsin bize vız gelir, susuz tek karış toprak bırakmadık diyebilmeliydik.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Biz neredeyiz, dünya nerede!


İstanbul Zeytinburnu’nda gece yarısı camları patladığı ve çatırdama sesleri geldiği için boşaltılan Hilal Apartmanı, sabah saat 10.00’da çöktü. Boşaltma olduğu için enkaz altında kalıp ölen olmadı. Binanın bitişiğinde semt pazarı kuruluyordu, pazar yerleri de kısıtlama nedeniyle kapalı olduğu için büyük bir facia yaşanmadı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul’da bu çöken bina gibi 200 bine yakın riskli yapı bulunduğuna işaret edip, “Yapı tespiti için bazı binalara İBB sokulmuyor, kentsel dönüşüme engeller çıkarılıyor” dedi.



Bizde bunlar olurken Japonya’da toprakla bağlantısı olmayan ve tamamı havada durabilen depreme karşı geliştirilen yeni evlerin fotoğraflı haberi dolaşmaya başladı.