Duyguların kraliçesi olan aşkı yaşamak, paylaşabilmek ne kadar güzel.

Sevmek sevilmek bize bu hayatta verilmiş en değerli hediyelerdir. Sevdiklerimizi gördüğümüzde kalbimizin hızlı ve güçlü atması, karşımızdakine tepki vermesi; kalbi, vücuttaki sevginin merkezi yapmıştır ve sevginin sembolü hep kalp olmuştur.

Kalbinin biri için atması, duyulan heyecanlar; yani aşk ve sevgi insanları en çok mutlu eden duygulardır.

Kimileri aşk ile sevginin aynı duygu olduğunu iddia etse de aralarındaki farkı ‘‘yaşayan bilir’’ demek yerinde olur sanırım.

Aşk İnsanın doğru düşünmesini, doğru kararlar almasını etkileyen bir delilik süreci adeta... Kolay kontrol edilemeyen, daha delice kararların verildiği, sarhoş edici bir etkisi olan tuhaf bir durum. ‘‘Deli gibi âşık olmak’’, ‘‘delice sevmek’’ sözleri aşkın bu delilik halini anlatıyor olmalı. Ne nereden geldiği ne de ne zaman geleceği hiç belli olmaz aşkın. Ayrıca kime konacağına da o karar verir; aka da konar, b… da.

Kimilerine göre, ancak kişiler kavuşamadığında gerçek aşk oluşmakta.

Kimi üç günlük kalp atışını aşk olarak yorumlarken, kimileri için bir ömürlük kalp çarpıntısı…

Edebiyat var olduğundan beri, şarkılar, romanlar, şiirler en çok aşk üzerine yazılmış. Büyük aşkların masalları yüzyıllarca anlatılmış, en güzel filmler aşk üzerine çekilmiş, en güzel şarkı sözleri onun için yazılmış.

Birçok tarifi, tanımı yapılmış olsa da kişiden kişiye farklı hissedilen, farklı yaşanan bir duygu aşk.

Aşk ve sevgi birbiri içinde var olsalar da etkileri ve tepkileri açısından çok farklılar aslında. Aşk bencilken, sevgi fedakâr. Aşk karşısındakini bir tek kendi için isterken, sevgi sadece karşısındakinin mutluluğuna odaklı.

İnsanoğlunun bu en baskın ve çılgın ruh hallerinden olan aşkın nörolojik nedenlerini araştıran bilim insanları, aşkın kalp ile herhangi bir ilişkisi olmadığını, beyinde başlayıp, beyinde bittiğini söylüyorlar.

Yapılan araştırmalarda, insana müthiş mutluluk ve haz veren aşkın, beyinde çeşitli hormonlar salgılanması nedeniyle muhakeme yeteneğini çalıştıran bölümü etkisiz hale getirdiği ortaya çıkmış.

Boşuna atalarımız “Aşkın gözü kör” dememiş.

Araştırmalara göre, kişi aşıkken beynin salgıladığı bazı hormonlardan dolayı karşısındakinin olumsuz yönlerini göremiyor ve kafasında yarattığı kusursuz kişiye saplantılı bir şekilde bağlanıyor. Ayrıca insanların eleştirel aklını sadece aşık olduğu kişiye karşı kaybettiği, sadece ona bakarken bu bölgelerin faaliyeti durduğu belirlenmiş.

Beynin salgıladığı ve insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren serotoninin hormonunun, aşıklarda ve saplantılı kişilik bozukluğu olanlarda aynı seviyede olduğu da tespit edilmiş.

Neyse ki, beyindeki kimyasal etkilerin normale dönme süreci incelendiğinde, aşkın ömrünün 12 ile 18 ay arasında olduğu ortaya çıkmış.

Yani aşk dediğimiz o çılgın hisler, iyi şartlarda ortalama 2 yıl içerisinde bitiyor ve; ya hayatımızdan çıkıp gidiyor ya da yerini ayakları yere basan sevgiye bırakıyor.

Bu kadar çılgınlığa, yoğun duygulara karşın bu süreç maalesef her zaman karşılıklı olmuyor. Aşk insanların ayaklarını yerden kesip, bulutların üzerinde uçurabilirken, bir o kadar da üzüp, yaşam isteğini öldürebilecek, aldığı her nefesi zehredebilecek bir duruma dönüşebiliyor.

Her şeye rağmen aşk, insana dünyada mucizelerin olabileceğini hissettiren tek duygu. Aşksız bir hayat pek yavan olurdu.

Can Yücel, ‘‘Sebepsiz sevmektir aşk’’ diyor.

Sebepsiz sevmektir aşk,


Nedeni olmadan bağlanmak birine.


Gözlerine baktığında erimektir içten içe.


Ellerini tuttuğunda titremektir tüm benliğinle.


Hatta sarılamamaktır utançtan,


Çünkü utanmaktır sevmek aslında.


Sevmek nedir aslen ?


Ölmek mi uğruna ?


Yaşamak mı onunla ?


Sevmek mi ömür boyunca ?


Yoksa ayrılmak mı gerekince ?


Nedir insanı başkasına bağlayan ?


Bilmez kimse bu soruların cevabını.


Kimi güzelini sever, kimi özelini…