Sosyal medya hesabı olmayan çok az kişinin kaldığı günümüzde, selfie çektirmeyen neredeyse kalmadı herhalde.

Aslında bu selfie mantığının mucidinin bir Türk olduğunu biliyor muydunuz?

TDK’nin yayın organı Türk Dili Dergisi’nde Adem Terzi’nin kaleme aldığı “Mucit İnsanlar Fotoğrafhanesi’’ adlı yazıda, ilk selfie aletinin 1940’lı yıllarda, daha sosyal medya ortada yokken, İstanbul, Galatasaray’da bir fotoğraf stüdyosu olan Bursalı Emrullah Âli Yıldız adındaki kişi tarafından bulunduğu söylenmektedir.

Selfie mantığını ‘görçek’ olarak kullanan Emrullah Âli Yıldız, Görçek adını verdiği stüdyosunda fotoğraf çektirmek isteyen müşterilerinin karşısındaki aynaya bakarak istediği pozu vermesini ve kordonun ucundaki düğmeye basarak kendi fotoğrafını çekmesini sağlayan bir düzenek kurarak, belki de
özçekimi dünyada ilk uygulayan kişidir.

Türk Dil Kurumu, 2014 yılında selfie kelimesinin karşılığını özçekim olarak belirlemiş olsa da gençlik orijinali olan İngilizce ‘selfie’ kelimesini daha çok benimsemiş görünüyor.

Günümüzde insanların anlık fotoğraflarını çekip sosyal medyada paylaşması olağan bir olay haline gelmiş bulunmakta. Hatta, bazıları için bu günlük bir rutin diyebiliriz.

Sosyal medya kullanımı ve selfie paylaşımı kimileri için bir hobiyken, takipçisi fazla olanlar bunu meslek haline getirerek ‘influencer’ adı altında sosyal mecralarda hatırı sayılır paralar kazanmaktalar.

Yeni teknolojiler vasıtasıyla hayatımıza giren her yenilik gibi sosyal medya kullanımı ve selfie paylaşımlarının da beraberinde getirttirdiği kolaylıklar ve faydaların yanı sıra dezavantajları da mevcut maalesef.

Araştırmalara göre kişilerin sosyal medya ortamlarında imajlarını kusursuz olarak sunma isteği, genellikle bireyin kendisine olan öz saygısı etkilemekte ve ileri boyutlara geldiğinde narsistik duyguları tetiklemektedir.

Ayrıca sosyal medya kullanıcılarının paylaştıkları iletilere yapılan yorumlar ve beğeniler kişilerin özgüvenini arttırmasına olanak sağlarken diğer yandan kişilerin sosyal medyayı bir nevi ego tatmini olarak kullanmasına yol açmaktadır.

Kısaca sosyal medya mecralarında paylaşılan selfie çılgınlığı narsisizm kültürünün yayılmasına olanak sağlayarak, kişilerin görünür olmasının yeni bir yolu olarak karşımıza çıkıyor.

Sosyal medya kullanımı üzerine yapılan araştırmalar, bir gösteri sahnesi gibi kullanılan sosyal medya platformlarının, yüz yüze iletişim kurma zorunluluğunu ortadan kaldırarak, kişinin kendisini olduğundan daha güzel, yakışıklı, dikkat çekici, sıra dışı ve olmak istediği yeni bir kimliğe bürünerek sunma imkanı sağladığını ve böylelikle bir nevi teşhirciliği normal hale getirdiği söylemektedir.

Aynı zamanda, bireyselliğin öne çıktığı sosyal ağlarda da fotoğrafların sergilenmesi ve beğeni toplamasının arzulanması narsistik bir eylem olarak da
değerlendirilmektedir.

Narsisizm genel olarak kişinin kendisinin muhteşem olduğuna inanması, çevresi tarafından hayranlık duyulma arzusu ve abartılı bir kişisel önem duygusu olarak tanımlanmaktadır.

Narsist kişilik özelliğine sahip bireyler önemli ölçüde abartılmış ancak realist olmayan bir kişilik imajına sahiplerdir. Birçok narsist birey, kendi fiziksel çekiciliklerinin olumlu yansımalarını doğrulamak için kişilerarası ilişkileri kullanırlar.

Çalışmalar, narsist kişilerin ilgi merkezi olmayı sevme, özel biri olduğunu düşünme, gösterişi sevme, bedensel görünüşleriyle ilgili aşırı olumlu görüşe sahip olma gibi özelliklerinden dolayı, bu kişiler için aşırı selfie çekmenin, sosyal medya odaklı narsisizm semptomlarından biri olduğu sonucunu çıkarmaktadır.

Hayatımızı sürekli başkasına gösterme isteği ile sosyal medyada paylaşılan her gönderi, kişinin kimliğine dair ipuçları taşır.

Sosyal medyada kullanıcılar, kendi gerçek kimliklerini sergilemekten ziyade toplumsal onay peşinde koşarak, diğerlerinin gözünde istenilen kimliği oluşturmaya, daha parlak, daha başarılı, daha karizmatik ya da daha komik görünmeye çalışmaktadırlar.

Yapılan bir başka çalışmaya göre; artan sosyal medya kullanımının aslında yaşam memnuniyetini azalttığını göstermektedir. Michigan Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalara göre, sosyal medyada ne kadar çok zaman geçirilirse, insanların kendilerini o kadar daha kötü hissettiğini, diğer insanlarla yüz yüze iletişimin, "doğrudan" temasın, insanları zaman içinde kendileri hakkında daha iyi hissetmelerine yol açtığını tespit edilmiş.

Ayrıca, sosyal medya kullanıcılarının üçte birinin kendileri ile ilgili herhangi bir paylaşım yapmadan, sadece diğerlerini takip ederek; sosyal medyayı bir bilgi kaynağı olarak kullandıklarını, özellikle başkalarının tatil ve eğlence fotoğraflarını görüntülerken, hayal kırıklığı, kıskançlık gibi duyguların etkisinde kalarak yaşam memnuniyetlerinin azaldığını ve daha kötü hissettikleri tespit edilmiş.

Yani, sosyal medya kullanıcılarının yaşantılarını, başarılarını genellikle abartması, takipçilerin kendilerini daha yetersiz hissetmelerine neden olmakta.

Böylelikle bir sosyal medya hesabındaki sosyal bilgilere aşırı maruz kalmanın tetiklediği kıskançlık duyguları hayal kırıklığına, zihinsel acıya ve hatta depresyona yol açabileceği gibi kullanıcıların mutluluğuna, ruh sağlığına önemli ölçüde zarar verebilmekte ve yaşam memnuniyetlerini etkileyebilmektedir.

Kısacası ‘‘Ben kendimi biliyorum’’ deseniz bile, gençlerin sosyal medya kullanımının kontrol altında tutulması ruh sağlıkları açısından son derece önemli görünüyor.