Dün “Özgür Basın (!)” başlıklı yazımda, “10 Ocak Gazeteciler Günü”nde Türkiye’nin dünyada basını özgür olmayan ülkeler arasında yer aldığını yazmıştım.

180 ülke arasında 154’üncü sırada olmak herhalde övünülecek bir durum değildir ama iktidar hâlâ ülkede basın özgürlüğünden dem vuruyor!

Bu konuda, rahmetli Cumhurbaşkanı Özal’ın baş danışmanı olan ve 50 yılı aşkın süredir gazetecilik yapan kıdemli meslektaşımız Can Pulak’tan bir mail aldım. Çok uzun olan maili özetle nakletmek istiyorum;

★★★

“Şu Gazeteciler Bayramı’na, Çalışan Gazeteciler Günü’ne, hele yapılan kutlamalara ve çekilen mesajlara çok gülüyorum...

Sonra kızıyorum, öfkeleniyorum, söyleniyorum ama ne çare?

Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında en alt sıralarda gezinen bir ülke olarak neyi kutluyoruz ki?

- Eğer hapisteki gazetecisi en bol ülke olmayı...

- Basın özgürlüğü iyice cılızlaşmış bir ülke olmayı...

- İyi yetişmiş ve çok donanımlı, çok başarılı gazetecilerini çalıştırmamayı başaran bir ülke olmayı kutlayacaksak mesele yok... Kutlu olsun!

★★★

Yarım asrı geçen gazetecilik hayatımda harpler, ihtilaller, darbe teşebbüsleri ve çok sıkı sıkıyönetimler görmüş ve yaşamış biri olarak, basına böylesine baskı yapıldığını ve ekonomik ablukaya alındığını görmedim!

Elbette zor dönemlerden geçtik, sıkıyönetimlerde hırpalandık, demokrasiyi işine geldiği gibi uygulayan iktidarlarla tanıştık ve çatıştık ama böyle tuttuğunu cezaevine atanına pek şahit olmadık.

Allah rahmet eylesin, en korkulan Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural’dı, o bile çok kızdığı gazetecileri iki gün merkez komutanlığında tuttuktan sonra salıverirdi.

★★★

Demokrat Parti döneminde gazeteciler hapse girmedi mi? İhtilaller ve darbeler döneminde gazeteciler tevkif edilmedi mi? Terör döneminde dağlarda teröristlerle röportaj yapan gazetecilerin başı belaya girmedi mi?

Tabii ki girdi ama meslek dayanışması o dönemlerde inanılmaz derecede güçlüydü.

Öyle günümüzde olduğu gibi gazeteciler ‘vatan haini-terörist’ gibi damgalarla suçlanmaz, yaka paça yakalanıp içeri tıkılmazdı.

Ben kasıtlı haberlere, yargısız infaz yapanlara, hakaret edenlere hep karşı oldum, halen de karşı çıkmaya devam etmekteyim.

Gazetecinin eleştirmek hakkıdır ama belden aşağı vurmak, hakaret ve küfretmek işi değildir ve olamaz da...

Hele Türkiye’mizin genel menfaatlerine zarar vermek, meslek kurallarına sadakatle bağlı bir gazetecinin asla hakkı ve ödevi olamaz. Ama...

Her eleştiriyi hakaret kabul etmek, kişisel hakların çiğnenmesi gibi görmek ve her vesileyle yargıya başvurmak, hapse atmak da doğru değildir.

Uluslararası basın örgütlerinin raporlarına göre Türkiye bugün basın özgürlüğünde, geri kalmış Afrika ülkelerini bile sollayıp, en alt sıralarda gezinen bir ülke haline gelmiş bulunuyor. Çok üzücü ve kahredici değil mi?”

TEBESSÜM

Suya mı düştü, inek mi içti?


Aşı curcunası devam ediyor! Henüz elimizde 3 milyon doz aşı var, oysa biz 83 milyonuz. 3 milyon doz aşı ile sadece 1,5 milyon kişi aşılanacak... Ya gerisi nerede? Yok! Ne zaman geleceğini Allah bilir!

Sağlık Bakanı Koca Bey’in oyalamasından bıkan vatandaş şu tekerlemeyi söylüyor:

- Aşı nerede? Suya düştü...

- Su nerede? İnek içti...

- İnek nerede? Dağa kaçtı...

- Dağ nerede?

- Yandı, bitti, kül oldu!

Bakan Bey elini çabuk tutmalı! Bizdeki aşının öyküsü bu tekerlemedeki gibi olursa, inanın ki yanarız!

GÜNÜN SÖZÜ


Keşke gazetecilerin telefonu dinleneceğine sözleri dinleseydi!