Bir gün, bir şehirde, otomobilini süren bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın kör oluyor! Bir çeşit körlük hastalığına yakalanmıştır.

“Beyaz körlük” adı verilen bu olay, bir salgının ilk belirtisidir!

Adam, derhal bir göz doktoruna gidiyor. Doktor da ondan hastalık kapıyor!

Derken, bir oteldeki genç bir hanımda görülüyor bu hastalık...

Daha sonra bir hizmetçide, otomobilli adamın karısında, bir araç hırsızında, görevli bir devlet memurunda...

Derken, toplumun her kesiminde körlük başlıyor ve “Beyaz körlük” hastalığı, salgın olarak tüm şehre yayılıyor!

Öldürücü değildir ama bütün ahlâkî değerleri yok ediyor bu hastalık!

Hastalananlarla birlikte, onlarla temas edenler de karantinaya alınıyor!

Karantina yeri, boşaltılan bir akıl hastanesidir!

Karantinaya alınanlar arasında korkunç bir vahşet, müthiş bir yaşam kavgası başlıyor. Hayatta kalmak için verilen kavga hem korkunç, hem tiksindirici!

★★★

Güçsüz olanlar, yemeksiz ve yataksız kalıyor.

Etrafı, dehşet verici bir pislik, akıl almaz bir iğrençlik kaplıyor!

Kör insanlar arasında başlayan kavgalar, tarafların çeteleşmesiyle uygulanan şiddet, kadınlara yöneltilen acımasız saldırılar, koca kenti müthiş bir savaş yerine döndürüyor.

Görmeyen gözlerle işlenen cinayetler, insanı iğrendiren tecavüzler, kadınlara yönelik saldırılar birbirini izliyor...

Ayakta kalabilenler, en güçlü olanlardır!

Bütün şehirde kör olmayan tek kişi doktorun karısıdır! Hastalık onu etkilemiyor!

★★★

Sürrealist (gerçeküstü) bir romanın konusu bu... Adı “Körlük”... Her toplumda körlük vardır fakat bazı toplumlarda bu daha ileri derecede ve daha tehlikelidir.

Bu olayın bizim ülkeyle benzerliği yok tabii...

Biz, kör bir toplum değiliz ki... Çok şükür, iki gözümüz de görüyor... Bazılarımızın dört gözü bile var!

“Körlük” romanı, Portekizli ünlü yazar Jose Saramago’ya ait...

1998 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Jose Saramago’nun en etkileyici, en çarpıcı romanlarının başında geliyor bu roman...

★★★

Bir şeyi söylerken başka bir şey anlatmak istiyor yazar... Liberal demokrasinin insanları sürüklediği sağlıksız ortamı isim vermeden eleştiriyor!

Bilimde ve edebiyatta bu anlatıma “Metafor” deniliyor.

Metafor, bir şeyi, başka bir şeye benzetmeye, kıyaslamaya yarayan mecazlardır. Metaforlar sayesinde, aynı kavramlar hakkında değişlik yorumlara ulaşılabiliyor.

Metaforların asıl anlamının gizli olması nedeniyle, okurlar, kendi bilgi ve anlayışlarını yeniden inşa ediyorlar!

Acı bir ilâcı, daha tatlı başka bir şeyle veya bir çikolatanın içine koyarak daha kolay yutturabiliriz. (Bazı ülkelerde, referandum-meferandum gibi olaylarla bu çok yapılıyor.)

Metaforlar sayesinde, aynı kavramlar hakkında değişik yorumlara ulaşılıyor. İnsanlar, her hikâyeden, her mecazlı sözden, kendilerine özgü anlamlar çıkarıyor.

Amerikalı Psikiyatrist Milton Erickson, “Bir insanın kendi kardeşi hakkında düşünmesini istiyorsanız, ona, kendi kardeşiniz hakkında bir anınızı anlatınız” der.

Metaforlar çok açık olmak zorunda değildir. Bazen çözülmesi günlerce sürebilir.

★★★

Nobel ödülü kazanan Portekizli yazarın “Körlük” romanını, kendi ülkemiz, kendi insanlarımız hakkında düşünülmesini sağlamak için anlatmış değilim.

Bunun bizimle hiçbir ilgisi yok tabii ki... Bizim toplum böyle olur mu hiç? Benzerlik varsa, sadece bir rastlantıdır!

TEBESSÜM

Aptal padişahın, akıllı eşeği!


Padişah tebdili kıyafet denetlemeye çıkmış...

Sarayın ahırında seyisin biri eşeğin kulağına bir şeyler söyleyip, seviyormuş...

Şüphelenen padişah “Bre melun, bu saatte eşeğe ne yapıyorsun?” diye bağırmış.

Seyis korku içinde cevap vermiş:

“Devletlûm, valla bir şey yapmıyorum...”

“Peki, eşeğin kulağına eğilmiş, fısıl fısıl neler söylüyordun?”

Seyis, korkudan ölecek hale gelmiş, çünkü padişahın gaddarlığını biliyormuş... Kellesinin gideceğini anlayınca yalana başvurmuş:

“Devletlûm, ben eşeğe konuşma öğretiyorum.”

“Nee? Eşek konuşma öğrenir mi teres?”

“Bu eşek çok akıllıdır devletlûm...  Üzerinde çalışılırsa her şeyi öğrenir.”

Padişahın ilgilendiğini gören seyis yalanlarına devam etmiş:

“Yüce devletlûm, bu akıllı eşek konuşmayı öğrenince insanlığa faydalı olacak. Belki onu sözcünüz yaparsınız. Müthiş bir şey olmaz mı bu? Ayrıca küffara, yedi düvele yapılacak seferlerde düşmanları şaşkına çevirip zafer kazanmanızı sağlar!”

Seyis, kellesini kurtarmak için daha birçok yalan sıralamış...

Padişah, konuşan eşeğin dünyada büyük ilgi yaratacağını düşündüğü için, sonunda kararını vererek:

“Bak seyis efendi” demiş “Sana en fazla bir yıl müddet veriyorum. Eğer bu eşek konuşmayı öğrenmezse, bilesin seni cellada teslim ederim!”

Padişah bir yıl süresince seyisin bütün giderlerinin karşılanması emrini vererek gitmiş.

Kurnaz seyis sevinirken, onun amiri olan seyisbaşı “Ulan” demiş “Sen ne halt ettin? Bir yıl sonra eşek konuşamazsa kellen gidecek!”

Seyis bir yıl bolluk içinde yaşayacak olmanın keyfi içinde:

“Ne celalleniyorsun şef?” demiş “Bir yıl az zaman mı? Bu bir yılda belki eşek ölür, belki padişah ölür. Bir yıl, on iki ay! Kim öle kim kala?”

GÜNÜN SÖZÜ

Devletlerin güçleri yetiştirdikleri büyük adamlar kadardır!