Prof. Dr. Celâl Şengör “Yer Bilimleri” profesörüdür. Konusunda uzmandır ama bugünkü konumuz yer bilimleri ve deprem değil.

Celâl Şengör yurtsever bir entelektüeldir.

Ülkesini ve insanlarını sever... Ve sevdiği içindir ki, acı acı eleştirir.

Onun görüşlerini not aldığım dosyamı incelerken, bugünkü halimizi özetleyen sözleri dikkatimi çekti.

Malûm “Dost acı söyler” derler... O da acı konuşuyor ve diyor ki:

“Uzun zamandır Türklerin niçin birbirlerinden bu kadar nefret ettiklerini düşünür dururum? Niçin Türk toplumunda farklı gruplar birbirlerinden bu kadar nefret ediyor?”

Bunu sorduktan sonra şöyle devam ediyor:

“Bu söylediğim, sadece her gün televizyonlarda birbirleriyle ağza alınmayacak sözler söyleyen politikacılar veya aynı şeyi hem TV’ler önünde, hem de gazete sayfalarında yapan gazeteciler için de geçerlidir ve tabii ki halkımız için de...”

★★★

Biz gazetecileri de eleştiriyor Prof. Şengör ve haklıdır da...

Medya mensupları birbirini yiyor!

Özellikle dinci basın, o kadar kinci ki onların nefret dolu psikolojisini anlamak da anlatmak da zordur.

Fırsat bulsalar din adına karşı görüşte olan herkesi kıtır kıtır kesecekler!
Bunu “Allah adına” yaptıklarına inandıkları için, en ufak bir vicdan azabı da duymayacaklar!

İktidarın beslemesi olan medyayı fazla anlatmaya gerek yok! Onlar da “Sahibinin sesi” olarak program yapmaya devam ediyor!

★★★

Prof. Celal Şengör’e göre:

“Türkiye’de hiçbir kurum yoktur ki mensupları arasında güzel bir dostluk, bir yakınlık olsun... Er veya geç birbirlerine düşerler, altın yumurtlayan tavuklarını öldürürler!

Bu davranış türü, tabii ki genel bir aptallık ürünüdür. Bu aptallık ise zekâ eksikliğinden ziyade cehaletin sonucu gelişmiştir.

Bilgileri az olduğundan, kendi bildiklerinin kesin doğru olduğunu sanırlar!

... Fen bilimleri yerine bizleri kul köle etmeyi planlamış, hurafe öğreten zırvalıkları ders programına koyan toplum biziz...

...Gereksiz yere emniyet şeridine dalmamasını ikaz ettiğimiz şoför, ya camı açıp size küfreder veya fırsatını bulursa üstünüze yürür.

Polisin de vatandaşına hangi nefretle saldırdığını televizyonlarda seyretmiyor muyuz?

★★★

... Cehalet en büyük düşmandır. Ama bu düşman, dışarıdan gelmez!

Bunu biz kendimiz büyütür, bizi daha çok cahil edecekleri başımıza getirmek için sandıklara koşarız!

Zira cehalet rehaveti, rehavet ise yalancı bir rahatlığı, o da sonunda felâketi getirir!

Türkiye insanı, böyle bir yola çoktan girmiştir!

Korkum, bunun sonunun çok kötü olacağıdır ki bu kötülüğün ilk ateşleri de son yıllarda görünmeye başlamıştır. O ateşe birlikte itilmekteyiz!

Yaşadığımız olaylar bunu gösteriyor. Fakat...

Bizi, yine biz kurtarabiliriz!

Aklımızı kullanmazsak, başka hiç kimse bizi sürüklendiğimiz olumsuz gelişmelerden kurtaramaz! Akıllı olalım, aklımızı kullanalım!”

“Öleceksek, biz ölürüz!”


Günümüzün sanat anlayışını “Varsa top, yoksa pop” diye eleştiren büyük müzik adamı Prof. Dr. Nevzat Atlığ bir süre önce telefonla arayarak “Sana bir video gönderdim. İçinde Atatürk’ün sanata bakış açısını özetleyen bir anekdot var” dedi.

Açtım, baktım. Müjdat Gezen anlatıyordu:

Mustafa Kemal cephede dolaşırken, gözüne bir hat sanatı ilişiyor, çok beğeniyor. Hat sanatı demek, yazıyı güzel yazma sanatı...

“Kim yaptı bunu?” diyor...

“Hattat bir arkadaşımız var efendim, İstanbullu, o yaptı” diyorlar.

“Çağırın gelsin” diyor...

Geliyor. “Buyurun komutamın” diyor.

Atatürk “Sen mi yaptın bunu?” diye soruyor.

“Evet komutanım...”

“Ne zaman yaptın?”

“Dün gece sigaramın ateşinin ışığında yaptım komutanım. 7 senedir bu sanatı yaparım...”

“Nerelisin sen?”

“İstanbulluyum komutanım.”

Atatürk “Yüzbaşıyı çağırın bana” diyor. Geliyor yüzbaşı...

Atatürk “Bunun sivillerini verin, yollayın İstanbul’a, memleketine...” diye emir veriyor.

Asker “Komutanım ben buraya savaşmaya geldim” deyince Atatürk şu cevabı veriyor:

“Hadi git evladım. Memleketin sanatkâra ihtiyacı var. Öleceksek biz ölürüz!”

TEBESSÜM

Soyguncunun annesi!


Silahlı soyguncular bankayı basar. O sırada polisler gelip bankayı sarınca, haydutlar içeride bulunan herkesi rehin alırlar.

Soyguncuların başı dışarıdaki polislere:

“Üzerimize gelirseniz rehineleri öldürürüz” diye seslenir. Göz korkutmak için birkaç müşteriyi ayaklarından vurur... Ortalığı çığlıklar, haykırışlar kaplar!

Rehineleri birer birer inceleyen elebaşı, sıra bir
kadına geldiğinde durup sorar:

“Senin adın ne?”

“Fatma” der kadın...

Soyguncu başı birden yumuşar, tatlı bir sesle “Tamam, sen benim annemin adını taşıyorsun. Haydi git, serbestsin!” der.

Sıra, kadının yanındaki Temel’e gelir. Soyguncu gözlerini onun gözlerine dikerek sert bir sesle sorar:

“Söyle bakalım, senin adın ne?”

Bizimki cevap verir:

“Adım Temel ama herkes bana Fatma der!”

GÜNÜN SÖZÜ


İnsanlar için konuşmak vaz geçilmez ihtiyaçtır, dinlemek ise bir sanattır!