Alpago, “Ayşe Tuba Aslan ‘Beni koruyun, kocam beni öldürecek’ diye 23’üncü dilekçesini verdiği gün Adliye’den çıktı ve kocası sokakta satırla öldürdü. Devlet bu kadını koruyacağına, koruma görevini yapmayan kamu görevlilerini korudu” dedi.

Her yıl kadınlar, kadın sivil toplum örgütleri ve kadın siyasetçiler, Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü olan 25 Kasım’da sokağa çıkar, kadına karşı erkek şiddetinin artarak devam etmesini ve iktidarın buna hâlâ bir çözüm üretmemesini gösterilerle protesto eder. 2000’li yıllarda kadın cinayetleri hızla arttığı için doğal olarak bu yıl da geçen yıllarda olduğu gibi Taksim’de eylem yapan kadınları, polis biber gazıyla ve doğrudan müdahalelerle dağıtmaya çalıştı, 2 gazeteci yaralandı. Kadına şiddeti önlemesi gereken iktidar, şiddet uygulayarak kadınların yürümesini engelledi. Bu kadar tepkinin sürdüğü ve “kadın ya da erkek hiçbir bilinçli ve ülkesinin geleceğini düşünen vatandaşın görmezden gelemeyeceği” konu sadece boşanan kadınların erkekler tarafından katledilmesi de değil, üstü örtülen “aile içi ve dışında” çocuk tecavüzleri, 10 yılda 483 bin çocuğun “çocuk gelin” perdesi altında istismarı ve daha birçok çağdışı olay var. Bu ülke artık sokakta yürürken bile korkan kadınları ve çocukları nasıl koruyacak, mahkemelerin suçlulara ağır cezalar vermesi nasıl sağlanacak, bunları deneyimli siyasetçi ve hukukçu, Kadın ve Aileden Sorumlu eski Devlet Bakanı Sayın Önay Alpago ile konuştum. Alpago, hukukçu ve siyasetçi olarak kadınlar, çocuklar ve diğer toplumsal sorunlarımızla ilgilenmeye hiç ara vermemiş, bugüne kadar toplumun birçok kazanımında aktif rol oynamıştır.

■ Türkiye’de 2021’in 10 ayında 340 kadın öldürülmüş ve bunlar artık neredeyse sıradan olaylar gibi hiç gündeme getirilmemeye başlandı. Aile Bakanlığı yapmış bir siyasetçi ve hukukçu olarak ne düşünüyorsunuz?

İBRET VERİCİ CEZA

Şiddet toplumu olduk. Ama şiddetin en yoğun olduğu yer ne yazık ki aileler. Şiddeti en çok kadınlar hayatlarını kaybederek ödüyorlar. Burada bir soykırım gibi, bir kıyım, bir kırım yaşanıyor ve iktidar umursamıyor. Öldürülen kadınların çoğunluğu boşanmak istediği için aile içinde öldürülüyor ve “sadece kadın olduğu için” öldürülüyor. Yani, kıyafeti, başının açık ya da kapalı olması, etnik kimliği, mezhebi, yaşı, yaşadığı kent önemli değil. Bazen de tanımadıkları bir erkek tarafından öldürülüyorlar, Samuray kılıcıyla öldürülen kızımız gibi.

İnsan bu olayları duyduğu zaman istiyor ki bu sanıklar en ağır şekilde cezalandırılsın, ibret verici şekilde cezalandırılsın, yeni suçları teşvik eden bir karar haline dönüşmesin. Ayrıca bu olaylarda ihmali olan kamu görevlileri de bununla ilgili cezalandırılabilsin. Ama ne yazık ki böyle olmuyor, mesela Ayşe Tuba Aslan isimli bir kadın öldürülmüştü, 23 kez başvurdu “Beni koruyun, kocam beni öldürecek” diye. 23’üncü dilekçesini verdiği gün Adliye’den çıktı ve kocası sokakta satırla öldürdü. Devlet bu kadını koruyacağına, koruma görevini yapmayan kamu görevlilerini korudu. Böyle olduğu zaman yargıya karşı güven duygunuzu kaybediyorsunuz. Adalet mülkün temelidir deniyordu, şimdi mülk adaletin temeli oldu ne yazık ki.

Betona kendi kanıyla katilinin adını yazan kadını gördü bu ülke


■ Suçlulara verilecek cezaların adeta mağdurlara verilir duruma gelmesine sebep olan, görevini yanlış yapan hakimlerin de yaptırımla karşılaşması gerekmiyor mu?

Hakimlerin, haksız tahrik, namus tahriki veya yaş nedeniyle indirim, iyi halden indirim, pişmanlık gibi indirimleri kullanamayacakları bir yargı sistemi gelmesi gerekiyor. İndirimlerin kaldırılması ve aftan yararlanamamaları lazım. Üçüncüsü ise “infazlardan” yararlanmalarına izin verilmemeli.

■ Yanlış kararlara Hakimler ve Savcılar Kurulu neden müdahale etmiyor?

Etmiyor, çünkü artık hukukun kendi net yapısı değil, siyasetin getirdiği “kadını ikinci sınıf gören, aşağılayan bir anlayışla” yönetiliyor. Urfa’da 15 yaşında bir kız çocuğu doğum yapıyor, bebeğin babası kim; babası mı, dayısı mı diye arıyorlar, çünkü her ikisi tecavüz etmiş. Ya da 5 çocuğunun önünde karısını öldürüyor, 15 yıl ceza alıyor. İnfazla 5-6 senede çıkacak demektir. O zaman ne oluyor; yeni cinayetler için teşvik edici bir durum ortaya çıkıyor. Bir sorun da şu; öldürme olayı gerçekleşmemişse suçlu ceza almıyor bile, hafif yaralamaya giriyor, bu durumda kadınları nasıl koruyabilirsiniz? Buna asla izin verilmemeli.

■ Ceza vermeyerek suçluyu tekrar toplum içine saldıklarında topluma tehlike yaratmıyorlar mı? Hiç kimse güvende değil.

Elbette yaratıyorlar, nitekim cezaevinden kısa sürede çıkan suçlular cinayet işlemeye devam ediyor, karısını öldürüyor, ailesini öldürüyor. Hesap sormadan toplumda güven duygusunu yerleştiremeyiz. Betona kanıyla, parmağını kanına batırarak katilinin adını yazdı bir kadın. Türkiye’de barut kokusu, kan kokusu, haksızlık kokusu hepsi birbirine karışmış.

Ruhat Mengi’ye konuşan Önay Alpago “Alışmak yok, unutmak yok, susmak yok. Kadın cinayetlerinin önüne geçecek hukuki düzen kuruluncaya kadar susmayacağız” dedi.

Çocuk istismarında Avrupa’da birinciyiz


Önay Alpago, kadınlarla beraber çocukların da şiddetin mağdurları olduğunu belirterek, “Atatürk’ün bayram hediye ettiği ülke, çocuk istismarında Avrupa birincisi. Türkiye’de üstü örtülen çok yaygın bir aile içi tecavüz tablosu var. O çocukların hayatlarının nasıl mahvolduğunu unutmamak lazım. En ağır cezaların verilmesi için mücadele ediyoruz” dedi.

Biz Anayasa’ya göre mi yaşayacağız Cumhurbaşkanı’nın fıtratına göre mi?


“Neden son zamanlarda cinayetler bu kadar artıyor” sorusunun altını çizen Alpago, şu cevabı verdi:

“İstanbul Sözleşmesi’nin başlangıcındaki temel ilke “şiddetin temeli kadın erkek eşitsizliğinde yatıyor” sözüydü. Yani kadın ve erkeği eşit saymayan bir toplumsal yapı, şiddet uygulamakta kendini çok haklı görüyor zaten. Anayasamızın 10’uncu maddesi “Kadın, erkek eşittir” diyor, Türkiye olarak imzaladığımız bütün uluslararası sözleşmeler, bu eşitlikten bahsediyor ama gelin görün ki ülkenin Cumhurbaşkanı “Kadın, erkek eşit değildir, fıtratıma ters” diyor. Bence kırılma noktası bu cümle oldu. Ülke cumhurbaşkanı kadın ve erkeği Anayasa’ya rağmen eşit saymadığını anlatıyorsa bu bir topluma benimsetilmek istenen stratejik bir ideolojidir aynı zamanda.  Cumhurbaşkanı’nın fıtratında olmayabilir ama Cumhuriyet’in fıtratında eşitlik vardır. Biz Anayasa’ya göre mi yaşayacağız, Cumhurbaşkanı’nın fıtratına göre mi yaşayacağız. Bu söz, ülkede her tür şiddeti yapabilme cesaretini de vermiş oluyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bazı fetvaları, bir takım din adamlarının sözleri, bu eşitsizliği arttıran hatta besleyen kanallara dönüştü.”

■ İstanbul Sözleşmesi çok önemli, Cumhurbaşkanı son olarak “Bu ülkede İstanbul Sözleşmesi diye başlayan cümlelere en başta kadınlarımız tepki göstermelidir” dedi. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yapılan bu tür çıkışlar halktan ve Eşik Platformu, Ka-der ile diğer kadın kuruluşlarından büyük tepki alıyor.

Cumhurbaşkanı’nın bu sözü kadınları karşı karşıya getirmek anlamı taşıyor. Şiddetin temelinde eşitsizlik vardır, devletin görevi ise şiddetten kadını korumaktır. Bırakın yeni ve ağır cezaları mevcut yasaları değiştirmeye çalışıyorlar. O yüzden EŞİK Platformu ve KA-DER’in ortak sloganı “Yasalarıma Dokunma, Uygula” diyoruz. Bundan sonrasını daha da ağırlaştıracak hazırlıkları var. Yoksulluk nafakasının 2-3 seneyle sınırlandırılmasını öneriyorlar. Kadın tümüyle 2 sene sonra yoksul kalacağını bilerek şiddet gördüğü evliliği sürdürmeye devam edecek.

Kadınlara yer vermeyene oy yok


■ Avrupa’da birçok ülkenin başbakanları, bakanları kadın ama Türkiye hâlâ bir adım ilerleyemediği gibi kazanımlarını kaybediyor.

KAMPANYA BAŞLIYOR

Tabii, aynen dediğiniz gibi ve bu kimi Afrika ülkelerinde, Okyanus ülkelerinde de böyle. Yani artık demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerde kadın temsili parlamentolarda ve bakanlar kurulunda yarı yarıya. Şimdi biz Ka-der’le büyük bir kampanya başlatacağız ve bütün kadın kuruluşlarına, meslek odalarına, siyasi parti gruplarına, medyaya “destek vermeleri için” çağrı yapacak. Millet İttifakı’nda olan partiler masa kurdular, bir tek kadın yok orada. Artık “Eğer bize listelerinizde hak ettiğimiz yeri vermiyorsanız bizden size oy yok” kampanyası getireceğiz. Kim listelerinde kadınlara eşit ya da eşite yakın bir temsil sağlamışsa (kadınları listelerde seçilecek yerlere koymuşsa) biz de siyasi tercihlerimizi o partilerden yana kullanacağız. Kadınlar Meclis’te, yerel yönetimlerde olmalılar. Büyük şehirlerimizde Aydın dışında kadın belediye başkanımız yok. İstanbul’un ilçelerinde kadın başkan yok. Hakim ve savcılarda, kaymakam ve valilerde orana baktığınızda dramatik bir tablo var. 80 milyon ülkenin 40 milyonu kadın ama 600 milletvekilinin 103’ü kadın, bu nasıl denge?