Eski Erzincan İl Özel İdare Müdürü Saim Sezer, Erzincan’da günlük olarak yayımlanan  Erzincan Gazetesi’nin 12 Temmuz 2007 tarihli nüshasını, 14 Kasım 2021 tarihinde paylaştı. Gazetenin o günkü fiyatı 30 kuruş. Saim Sezer’in paylaştığı gazetede bir de konuk yazar vardı. Konuk yazar, “Devlet mallarını” yazmıştı. O yazısı o gün elden ele, dilden dile dolaştı.

Ülkemizde savurganlığın, lüksün alabildiğine yayıldığını biliyoruz. Devletin malına neredeyse “Çökmeyen” yok gibi. İşte o azlar sayesinde yüce devletimiz ayakta durmaya çalışıyor. Yolsuzluklar, hırsızlıklar almış başını gidiyor. Yazıdaki devlet malları küçük ama çarpıcı bir örnek. En iyisi biz köşeyi konuk yazara bırakalım ve onun kim olduğunu da sonunda açıklayalım:

DEPREMİ HATIRLIYOR

1982 yılının Temmuz sonlarında tayinim çıkmıştı. Tokat’ın Reşadiye ilçesinden o yıllarda Mardin iline bağlı olan Silopi Kaymakamlığı’na gidiyordum. Eşyaları yüklemiş düşmüştük yollara. Suşehri, Refahiye derken Erzincan. Tünel köprüleri ilk defa Erzincan yollarında görüyordum. Bu köprülerin ne işe yaradığını çok yıllar sonra gene Erzincan’da öğrenmiştim. Dümdüz ovasını, onu ortalayıp geçen ve sere serpe akan Fırat Nehri’ni, sağında il solunda duvar gibi örülü Mercan ve Munzur il dağlarını seyrediyordum...

Başında beyaz lekeler halindeki karları görünce Fahriye Abla şiirini hatırlamıştım. Şoförümüz Reşadiye  Belediyesi’nin Zabıta Amiri Kadir Öztürk’tü. Kadir Çavuş olarak anılırdı. Aklımdan geçeni, ağzımdan çıkanı hemen algılayan biriydi. “Efendim bir sigara alayım, yemeği az ileride yiyeceğiz. Yemekleri meşhurdur” deyip inmişti kamyondan. Durduğumuz yerin gene çok yıllar sonra Çarşı Mahallesi olduğuna karar vermiştim.

İstasyonun karşısında. Orta halli bir yerdi. “Deprem Şehri varlıklı olur muydu hiç” diye içimden geçirdim. Zaten cümle insan Erzincan adını duyduğunda depremi hatırlıyor.

Nehre paralel olarak kıvrım kıvrım giden yollardan geçe geçe geldik lokantamıza. Dağın dibinde, salkım söğütlerin altında orta halli bir lokanta. Oluklarından soğuk sular akmakta ki bilek kalınlığında. Güzel, şirin, sevimli. Fasulyesi gerçekten lezzetliydi. Çok sayıda kamyon beklemekteydi. “Kamyonların hepsi sizin gitmekte olduğunuz Silopi’den kömür taşımaktadır” dediler.

DONDUM KALDIM

Aradan yıllar geçti. Erzincan Valiliği’ne atandım. Erzincan’a gidince unutmadığım o lokantayı sordum. Bilen olmadı. “Orada böyle bir lokanta yok beyim” diye cevap verdilerdi. Derken Erzurum yolculuğum sırasında ben lokantayı 30 yıl sonraki haliyle buldum. Mutu Köprüsü’nün tam karşısındaydı. Kapılarına tahta çakılmış, pencereleri kırık dökük vaziyette... Çeşmesindeki suları soğulmuş, ayakta dikili ağacı kalmamış, virane olmuş bir lokanta... “Karayolları yol yapacağım diye kamulaştırıp, kapısına kilidi asmış. Yıllardır sahipsiz böylece kaldı” dediler...

Karayolları’na “Yol oradan geçecek diye kamulaştırdığınız tesis olduğu yerde duruyor, yol çok daha beri taraftan geçiyor. O halde burayı bize satınız” dedim. Aylar sonra aldığımız cevap ilginçti “Orası zaten sizin. Kamulaştırmaya karar vermişiz ama uygulamamışız.” Hayret ettim, dondum kaldım adeta. Devletin bir birimi malını satmış, diğeri de o malı satın almış sayacak kendisini. Oysa ne satma, ne alma olacak, mal da orada sahipsiz kalıp çürüyecek.

SORMA BEYİM

Bu durumu İl Özel İdaresi’ndeki iki gözümden değerli bildiğim Saim Sezer arkadaşıma sordum. “Sorma Valim, açıp baksak deftere daha nice öyle yerler vardır” dedi. Açtık defteri, sayfa sayfa... Ne mi gördük? 284 parça irili ufaklı kenarda köşede kalmış, varlığı unutulmuş devlet malı. Evet, tam tamına 284 parça tarla, toprak. Daha neler var? Depolarda ambalajı açılmamış motosikletler, kaymakamlıkların önünde hiç çalışmadan yağmurun-karın altında beklemekten çürüyen kamyonlar, iş makineleri.

Soruyorum: Niçin çalışmıyor bunlar? Aldığım cevap şöyle: Trafik tescilleri yapılmamış da ondan. Bu araçların ta Rahmetli Valimiz Recep beyin döneminde alındığını öğreniyorum. Yüreğim yandı. 150 YTL vergi iadesi almak için 12 ay fiş toplama konusunda gösterdiğimiz çabanın yarısını bize emanet edilen devlet malına göstermemiştik. Gösterebilmiş olsak her şey öylesine farklı olurdu ki...

DUMANI EKSİK OLMASIN

Senelerden beri, hatta büyük Erzincan depreminden beri bu arsalarımızın üzerinde oturanları, tarlalarımızı ekip biçenleri arayıp bulmaya karar vermiştik. Onlarla tek tek konuşup biz paramızı, onlar tapularını almalıydı.

Sonradan öğreniyoruz ki tadı damağımızda kalan fasulyesi meşhur lokantamızın üzerinde oturduğu alanın maliki Hazine’ymiş. Arsası Hazine’nin, binası ise İl Özel İdaresi’nin. Önce arsayı satın aldık, sonra altını da üstünü de birlikte sattık. “10 milyar etmez, ederse bile ileriki yıllarda eder” dediler. Geçen gün onu da 27 milyara sattığımızı hatırlıyorum. Erzincan’dan ayrılırken lokantanın bacası tütmüştü. Orta halli bir lokantaya dönüşmüştü. Dumanı eksik olmaz dilerim.

★★★

Erzincan gazetesinin o konuk yazarı, 14 Kasım 2020’de aramızdan ayrılan eski Bilecik, Niğde, Erzincan, Manisa Valisi Refik Arslan Öztürk’tü. Ben de onun kardeşiyim.