Adana-İncirlik’te bulunan üssün bir ABD üssü olduğu sanıldığı için Milli Savunma Bakanlığı, orada bayrağımızın dalgalandığını gösteren fotoğrafla birlikte, basın açıklaması yapma gereği duydu. ABD ile ilişkilerin gerildiği her dönemde, “İncirlik Üssü kapatılsın” sözlerini de sıkça duyarız.

Önce Milli Savunma Bakanlığı’nın, İncirlik Üssü ile ilgili açıklamasını hatırlatalım: “İncirlik Üssü, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait Hava Kuvvetleri üslerimizden biridir, Türk üssüdür, üzerindeki tüm tesislerle birlikte mülkiyeti Türkiye Cumhuriyeti devletine aittir.” Biz de öyle biliyoruz ama bazı soruların cevap bulması, yanlış algıların sonlandırılması da gerekiyor. İşte bu algıların giderilmesi için önce şu soruların cevaplandırılması gerekiyor:

NİZAMİYEDE ABD ASKERİ

- İncirlik, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir üs ama dış kuşak emniyetinde ve nizamiyesinde ABD askerinin olması doğru mu? Bu konuda yasal bir dayanak mevcut mu? Yanlış bir uygulama yapmamak lazım.

- Türk Hava Kuvvetlerimize ait bir üssün içindeki her tesisi kontrol etme hakkımız olması gerekir. Zaten bu konuda Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) kapsamında 6 ayda bir kontrol ediliyor. Acaba giremediğimiz, girmemize izin verilmeyen depo, hangar gibi yerler var mı? Giremediğimiz tesis muhtemelen yoktur ama girip kontrol edebiliyor muyuz? “Ayıp olmasın” diye kontrol edemiyorsak da bunu düzeltmemiz, yanlış bir uygulama yapmamak gerekiyor.

GEÇİŞ, ŞİFRELİ KAPIDAN

- İncirlik Üssü’ne, yurt dışından gelen ABD askeri, yolcu taşıyan uçaklardan inenler mutlaka aprondaki yolcu kapısından girip Türkiye Cumhuriyeti unsurları tarafından pasaport/evrak kontrolü ile gümrük personeli tarafından da malzeme kontrolü yapılıyordur. Ama acaba bu, kontrollere girmeden örneğin yan taraftaki şifresi sadece Amerikalılar tarafından bilinen bir kapıdan girmek mümkün oluyor mu? Böyle bir şey varsa yasal bir dayanağı var mıdır?  Yanlış bir uygulama yapmamaya özen gösterilmeli.

- İncirlik Üssü’nde ABD unsurlarına ait helikopterler vardı. Bunlar diğer şehirlerdeki unsurlarına lojistik destek amaçlı kullanılıyordur. Bu helikopterlere binenler, inenler kontrol ediliyor mu? Örneğin Şanlıurfa’dan kalkan helikopter uygun bir yere inip, buradan birisini alıp İncirlik üssüne getirse, bunu saptayacak önlemlerimiz vardır herhalde? Eğer yoksa, “15 Temmuz darbe girişiminin kilit ismi Adil Öksüz de İncirlik Üssü’ne gelmişti” diye söylenti çıkarılır. O yüzden en küçük bir hata yapılmaması ve duyarlılığın en üst düzeyde olması önem taşıyor.

ASKERLERİMİZİ GÖZETLİYORLAR

- İncirlik Üssü’nde doğal kararlılık harekatı gibi NATO operasyonları için bulunan ABD’ye ait İnsansız Hava Aracı (İHA), Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA), İncirlik’ten kalktıktan sonra Suriye ya da Irak’a gidene kadar uçuş güzergahının altında kalan Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa hatta Diyarbakır gibi iller ile Suriye bölgesindeki TSK unsurlarını keşif yapmadığına emin miyiz? Bu bölgeden geçerken elde ettikleri görüntüleri mutlaka TSK da izliyor olmalı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir üssü kullanıyorlar. Eğer bu görüntüleri bizim unsurlarımız görmüyorsa bu riskli bir durum olmaz mı?

KAĞIT ÜSTÜNDE DEĞİL

- 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kalkışanlar için İncirlik Üssü’nün önemli bir rol oynadığı da göz önünde tutulursa, ülkemizin mutlaka ABD ye ait İHA, SİHA uçuşlarının unsurlarımız üzerindeki görüntüleri takip ediliyor olmalı. Yanlış bir uygulamanın bedelinin ağır olacağı göz ardı edilmemeli.

Dönemin Genelkurmay Başkanı rahmetli Doğan Güreş’ten dinlemiştim, “ABD helikopterlerinden, teröristlere gıda, yiyecek ve ilaç yardımı yapılıyor. Bu tür durumlarda helikopterler için vur emri verdim” demişti.

İncirlik Üssü’nün kağıt üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir üs olduğu izlenimi oluşturulmamalı ve bu konuda var olan algı mutlaka giderilmeli.

Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca


Taha Akyol: Birbirinden önemli konuları inceleyen, araştıran yazar Taha Akyol, son yılların en önemli tartışma konusu “Kuvvetler ayrılığı olmayınca” neler yaşandığını Doğan Kitap’tan çıkan “Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca” kitabında topladı.

Otoriter demokrasinin yaşandığını belirttiği 1946-1960 dönemine sistem sorunu açısından bakan Taha Akyol, Türkiye’nin çok partili hayata otoriter siyasi kültürle ve kuvvetler birliği sistemiyle geçtiğini belirtiyor. Akyol, Demokrat Parti iktidarının kuvvetler ayrılığına dayalı yeni anayasa yapmayı reddettiğini hatırlatıyor, çok partili dönemde yaşananlara ışık tutuyor.

Oktay Ekşi: Gazeteci ağabeyimiz Oktay Ekşi’nin, “Basın Değil İletişim Özgürlüğü” kitabı da raflarda yerini aldı. Ekşi, “Basın Özgürlüğü” yerine “İletişim Özgürlüğü” demenin niçin doğru olduğunu belirtiyor, “İletişim Özgürlüğü” konulu kapsayıcı yasa çıkarma fikrini de konuyu benimseyecek bilim insanlarına ve hükümetlere havale ediyor.