Diyanet İşleri Başkanı olarak ilk Tayyar Altıkulaç’ı tanımıştım. Akşam gelen bir telefon, bir milletvekilinin başkana makamında silah çektiği yolundaydı. Silah çekme nedeninin de bir tayin yüzünden olduğunu öğrendim.

Saat 21.00 civarıydı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o dönem merkezi olan Kocatepe’deki binasına gittiğimde özel kalem müdürlüğü doluydu. Olayı duyan ya da haber verilen Diyanet personeli toplanmıştı. Başkan Altıkulaç’ın makam odasına girdiğimde yanında yardımcısı Hamdi Mert bulunuyordu. Olayı ayrıntılı bir biçimde anlattı.

VEKİLİN EVİNDE

Diyanet’te fotoğraf çekmiş olayı birinci ağızdan dinlemiştim. Ayrıca yaşananlarla ilgili tutanak da düzenlenmişti. O tutağı da aldım. Ama bunlar yetmezdi. Bir de silah çektiği öne sürülen milletvekiliyle konuşmak gerekiyordu. Geç sayılacak bir saatte milletvekilinin evine gittim. Olayı bir de ondan dinledim. Ertesi gün, haber sadece o dönem çalıştığım Hürriyet gazetesinde manşetten yayımlanmıştı. Gazetecilik dilindeki “Atlatma haber”in en seçkin örneklerinden birisini yapmıştık.

Bu tanışıklık ve haberden sonra Diyanet İşleri ile ilgili haberleri de sıkça yazmaya başladım. Organ naklinin günah olmadığına ilişkin Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetvası da son derece önemliydi. Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın bu konudaki çabaları, diğer ülkelerdeki örnekleri anlatması da kararın alınmasında hayli etkili olmuş, bundan sonra organ nakli konusunda yasal düzenleme yapılmıştı. Siyasetin etkisinde kalmadan Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarını özgürce veriyordu. Günümüzde aynı şeyler söylenemiyor.

TARİKATLARA TESLİM

Bir tarikatın sözcüsü ve ekran yüzü konumundaki kişiyle konuşurken Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevini yapmaması sonucu bugün tarikat ve cemaatlerin arttığını söyledi. Dinle uzaktan yakından ilgisi olmayan konuların, sanki dinin esaslarıymış gibi anlatılmasından kendilerinin de rahatsız olduğunu belirtti. Ardından da şunları ekledi:

“Yüce dinimizle uzaktan yakından ilgisi olmayan konular anlatırken,  koca bir Diyanet Teşkilatı bunları sessizce dinliyor. Diyanet bunların yalan olduğunu açıklamayınca, bu konuda sessiz kalınca bu kez insanların önemli bir kesimi bu söylenenleri doğru kabul ediyor. Niçin çıkıp da bunların gerçek olmadığını açıklamıyorsunuz? Diyanet görevini yerine getirmediği için tarikatlar, cemaatler büyüyor.  Diyanet’in personeli olup da, tarikatlara hizmet edenler, onların temsilcisi gibi çalışanlar olduğu gerçeği de göz ardı ediliyor.”

YENİ TARİKATLAR

Ülkemizde 4 milyon civarında Suriyeli bulunuyor. Ülkelerinde tarikat mensubu olanlar, ülkemizde de tarikatlarla bağlarını sürdürüyor. Dahası, tarikat şeyhinin Türk vatandaşlarına da icazet vermesiyle birlikte giderek yayılıyor.  Bunların başında Şeyh Ubeydullah El Kadiri’nin olduğu Şâzelîlik öne çıkıyor.

Bu konuyu, tarikat yapılanmasını bilen hocayla konuştum. İşte anlattıklarından bir bölüm:

“Türkiye’de, Şeyh Ubeydullah El Kadiri, 30-33 yaşlarında çok sayıda kişiye icazet verdi, vermeye de devam ediyor. Ondan icazet aldığını söyleyenler de memleketlerinde faaliyetlerini yürütüyor. Bunların hedeflerinde de Atatürk var. Devamlı Atatürk’e hakaret ediyorlar.

Burada büyük bir tehlike var. Ama görmüyorlar. Çoluk-çocuk, gençler bu tarikatla yönlendiriliyor. Pıtrak gibi tarikat yapılanması ortaya çıkıyor. Önüne gelene icazet verdi. Bunları Devletin takip etmesi gerekir. Bu şeyhin, 30-40 tane halifesi olduğunu söylüyorlar. Bu tarikatın en etkili olduğu yerlerden birisi Gaziantep. Tarikatın Türk vatandaşlarından ömenli ölçüde taraftarı var.

Diyanet İşleri Başkanlığı personeli ne yapıyor? Yanlışları görüp, halka bunun yanlış olduğunu anlatmalı. Devletin istihbaratı bunlarla ilgili araştırma yapmalı, bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’yla işbirliği içinde olmalı. Diyanet, görevini ihmal ettiği için bugün bu kadar tarikat, cemaat ortaya çıktı.”

“ŞİRAZEDEN ÇIKTI”

Diyanet ve Vakıfların mensuplarının üyesi olduğu memur sendikası da işi gücü bıraktı, gazetemiz yazarı Yılmaz Özdil’in cenaze namazını kıldırmayacaklarını açıkladı. Din görevlisinin yaptığı açıklamayı, kendi meslektaşları bile “Şirazeden çıkmış” diye yorumladılar. Cenaze namazını kıldırmamayı, camiye sokmamayı düşünen, konuşan birilerinin cenaze namazını kıldırmasını Yılmaz Özdil’in de isteyeceğini sanmıyorum.

Emekli Müftü ve eski CHP Milletvekili Gani Aşık da, sendika genel başkan yardımcısının “Yılmaz Özdil’in cesedinin camiye sokulmaması, cenaze namazının kılınmaması” önerisini “Hadsizlik” diye niteledi. Aşık şunları söyledi:

“Kendisini Müslüman hisseden ve Müslüman olduğunu da saklamayan hiç kimsenin şu veya bu gerekçeyle ‘cenazesi camiye gelmesin, cenaze namazı kılınmasın’ deme hakkı yoktur. Bu edepsizliktir. Cenaze namazı Farz-ı Kifayedir. Ebediyete intikal etmiş her Müslümana bu görevi yapmak dini ve uhrevi görevdir. Hz. Muhammed bile ‘Ben Müslümanlıktan çıktım’ diyen kişiyi Müslümanlıktan çıkaramaz. Kızı Fatma’ya ‘Evladım babanın Peygamber olmasına güvenme düzgün bir hayat yaşa, ahirete de kendini öyle hazırla’ dediği halde din görevlileri kendilerini camilerin sahibi mi zannediyor. Tapusu kendisinde mi zannediyor. Camiler Müslümanların ortak değeridir. Allah’ın evidir. İbadet etmek, cenaze getirmek için bu had bilmezlerden vize almaya ihtiyaç yoktur.”

Bir din görevlisine yakışmayan “Cenazesi camiye sokulmasın, namazı kıldırılmasın” açıklaması gerilimden, kutuplaşmadan başka bir işe yaramaz.