Batı Trakya’daki nüfusun büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturması nedeniyle Batı Trakya Türkleri 1923-1924 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi’nden muaf tutuldu, Lozan’daki görüşmelerde, Mesta Karasu Nehri ile Meriç Nehri arası “Batı Trakya” olarak kabul edildi. Mesta ile Ustruma nehirleri arasında kalan Kavala, Drama, Serez bölgelerindeki Türkler mübadeleye tabi oldu ve Türkiye’ye gelmek zorunda kaldı.

Türkiye, pandemi belasıyla uğraşırken, Batı Trakya’da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Okulların tabelaları değiştiriliyor. Lozan’dan itibaren azınlık statüsünde olan Türklerin, azınlık statüsü kaldırılıyor. Türkiye, ülkemizdeki azınlığın her türlü haklarını korurken, Yunanistan’ın tutumuna karşılık mütekabiliyet esasları uygulanmak zorunda kalabilir.

25-30 YIL SONRA

Siyasetin gündemi farklı. O yüzden ülkemizin bekasıyla ilgili konuların üzerinde yeterince durulmuyor. Lozan ve Paris antlaşmalarıyla gayri askeri statüde olması koşuluyla Yunanistan’ın kullanımına verilen 23 ada, bu özelliğini kaybetmiş, Türkiye’ye karşı silahlandırılmış durumda. Bunlar yaşanırken, Batı Trakya’da bulunan Türklerin durumu da giderek ağırlaşıyor. Halen Batı Trakya’da 150 bin civarında Türk yaşıyor. Ancak işsizlik, geçim zorlukları nedeniyle onlar da Batı ülkelerine gidiyor.

Batı Trakya’daki gelişmeleri Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı emekli Tümamiral Cihat Yaycı, SÖZCÜ’ye anlattı. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi başkanlığını yürüten Yaycı, gelişmeleri şöyle anlattı:

“Baskı politikaları sonucu çok acı ama 25-30 yıl sonra Yunanistan’da Türk kalkmayacak. Aldıkları yeni kararlarla Batı Trakya’da bulunan Türk azınlığı yok sayılıyor. Türk ve Müslüman azınlık okulları vardı. Önce ‘Türk’ü kaldırdılar. Yılın son haftasında da okullardaki ‘Azınlık’ sözcüğünü kaldırdılar. Türkçe yasaklanıyor. Lozan’da alınan azınlık hakları bitiyor. Lozan, ayaklar altına alınıyor. Lozan Antlaşması’yla hakları garantiye alınmış olan soydaşlarımızın Yunanlılar tarafından önce Türklükleri silindi, sonra azınlık oldukları. Kala kala ‘Yunanlı Müslüman!’ oldular. Yunanlıların bu hukuk tanımazlıklarını dünya duymalı.”

YUNAN MÜSLÜMANLARI

Lozan Antlaşması’nın yapıldığı dönemde Batı Trakya’da 330 ilkokul ve ortaokul bulunuyordu. Yunan idaresi tarafından okulların şartları kötüleştirildi. Öğretmen, kitap ve diğer eksiklikler öğrenci sayılarının azalmasına neden oldu. Öğrenci azlığını gerekçe gösteren Yunan makamları, son 15 yılda 220 okulu kapattı.

İskeçe ve Gümülcine’de bulunan iki lisenin şartlarının düzeltilmesi için yapılan girişimler de sonuçsuz kaldı. Gümülcine ve İskeçe’de azınlık medreselerinin tabelalarında “Müslüman Azınlık” yazıyordu. “Azınlık” sözcüğünü çıkardılar. Şimdi, onlar “Yunan Müslümanı” olarak anılıyor.

NELER AMAÇLANIYOR?

Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Genel Başkanı Av. Necmettin Hüseyin, “Yunan derin devletinin simgesi haline gelen ve Batı Trakya Türk azınlığından sorumlu tek yönetici gibi hareket eden Yunanistan Eğitim Bakanlığı Dinişleri Genel Sekreteri Yorgos Kalancis’in son uygulamalarını” bize şöyle anlattı:

“Yunan derin devletinin kabul ettirmeye çalıştığı, ‘Batı Trakya Türk Azınlığı’ yerine ‘Yunan Müslümanları’ tabiri ilk defa bu kadar bariz, haksız bir uygulama ile ortaya konuldu. Düne kadar bize ‘Müslüman Azınlık’ diyen Yunan devleti, ‘Azınlık’ statüsünden soyutlama adına artık bundan vazgeçtiğini kanıtlarıyla bizlere göstermek suretiyle tabelalardan ‘Azınlık’ kelimesini kaldırdı. Kendi söylemlerinde göre ‘Yunan Müslümanları’ olarak adlandırılacağız. Yapılan bu değişiklik ‘Yunan Müslümanları’ tabirinin resmiyet kazanması adına yapılmış bir hamledir.”

Yunanlı yöneticilerin, daha sonra telafisi imkansız hale gelecek bu tür toplumu geren hukuksuz iş ve işlemlerden uzak durmaya çağıran Necmettin Hüseyin, “Gasp edilen  haklarımızın tamamını elde edene kadar, haklı toplumsal varlık mücadelemizi en güçlü şekilde sürdürmeye de devam edeceğiz” diyor.

Batı Trakya’da son gelişmeler aşama aşama böyle...

Batı Trakya’da, eskiden 330 Türk okulu vardı. Son 15 yılda bu okulların 220’si kapatıldı.




Boğaziçi için 3 yıl önce verilen karar

"Kervan yolda dizilir" denildi, binası, öğretim görevlisi olmadan üniversiteler açıldı. Sonra seçim meydanlarında, ülkemizdeki üniversite sayısıyla övünüldü. Bazı üniversitelerimiz de başbakanlığı döneminde olduğu gibi cumhurbaşkanlığında da Recep Tayyip Erdoğan’ın eleştirilerine hedef oldu.

Cumhurbaşkanı’nın sevmediği üniversitelerin başında Boğaziçi, ODTÜ geliyor. Üniversitelerle ilgili eleştiriler yapılırken bu üniversitelerin dünyanın gelişmiş 500 üniversitesi arasında niçin yer almadığı da sorgulanır.

İŞARETİ VERİLMİŞTİ

Tam üç yıl önceye gidelim. 7 Ocak 2018’de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Boğaziçi Mezunları’nın 14. Genel Kurulu’nda konuşuyordu. Erdoğan’ın hedefinde Boğaziçi vardı. Bugünlerin işaretini o gün şu sözlerle vermişti:

“Dünyanın en iyi üniversitelerinden eğitim görmekle yerli ve milli duruş sahibi olmak, asla birbirinin zıttı değildir. Çünkü asıl mesele, fiziken nerede olduğunuzdan ziyade zihin olarak nerede durduğunuz meselesidir. Boğaziçi Üniversitesi ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı için uluslararası alanda beklediği yere gelememiştir. Bakınız hep söylenir; eğitim-öğretim özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, bunlar hep konuşulur. Konuşulması güzel de acaba uygulamaya gelindiği zaman, diyelim ki Boğaziçi Üniversitesi, buradaki hocalarımız, bu işe nereye kadar acaba şöyle pergellerini açıyorlar? Burası çok önemli. Çünkü belli bir fikrin savunucusu olanlara kapıyı aç, belli bir fikrin savunucusu değilse ona kapıyı kapa. Bu mu özgürlük? Çünkü eğitim öğretim kurumlarının bu noktada bir defa kefeni yırtması lazım.”

TEK SEÇİCİ

Rektör atamalarını, bizdeki gibi uygulayan tek ülke Yunanistan. ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok Batı ülkesinde, rektör ataması yapılacağı önceden duyuruluyor. Adaylar başvurularını, bilimsel çalışmalarını da ekleyerek yapıyor. Rektör adayını belirleyecek kurul, bunları ön elemeden geçiriyor. Elemeye kalanlar eşleriyle birlikte üniversiteye davet ediliyor.

Toplantılar, konferanslar düzenleniyor. Öğretim görevlileri, öğrenciler sorular yöneltiyor. Sonunda mütevelli heyeti, adaylardan en başarılı bulduğunu rektör olarak atıyor. Bizde üniversite öğretim görevlilerinin oyları, YÖK’ün aday sayısını 3’e indirmesi, Cumhurbaşkanının da bu adaylardan birisini rektör olarak ataması uygulaması varken bu da kaldırıldı.

Rektör, dört yıllığına seçiliyor. Seçim sisteminin sakıncası da rektörün gelecek dönem yeniden seçilebilmek için bazı tavizler verdiği iddialarıdır. Bunun da çözümü var. Rektör iki dönem değil, bir dönem için seçilirse bu sakınca ortadan kalkar. Ama unutmayalım, başarılı bir rektörün ikinci kez seçilmesinin de önünün kapatılması sadece üniversiteye zarar verir. Yani bir orta yol bulunabilir.

YIKIMA SÜRÜKLER

Üniversiteye atama yapan Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanıdır. Bu yüzden yapılan her atamanın altında tarafsızlık değil, “Siyasi görüş”ün öne çıktığı kabul edilir. Atatürk Cumhuriyeti, “Yaşamda en doğru kılavuz bilimdir” ilkesi üzerine kuruludur. Bilim kurumlarının, özerklikleri çiğnenerek işlevlerini yapamaz duruma düşürülmesi, ulusa ve giderek insanlığa yapılan kötülüktür. Üniversitelere siyasetçi eliyle yönetici atanmasının gündemde olduğu, tartışıldığı şu günlerde seçkin bilim insanı Prof. Dr. Özer Ozankaya’yı dinleyelim:

“Bilim kurumlarının özgürce işlemesini önlemek, gerçekte ülkede bilim üretilmesini önlemek, bir ulusun yaşam kaynaklarını kurutmak demektir. Osmanlı aydını, ‘Malumdur ki fısk (bozgunculuk) ile olmaz cihan harab - Eyler müdahene-i aliman (bilginlerin dalkavukluğu) onu harab’ derken, bilimin özgür olmamasının, toplumda bozgunculuktan daha büyük yıkım nedeni olduğunu söylerken bu gözlemi yapmaktaydı. Bilim kurumlarının siyasal iktidarın güdümüne sokularak çürütülmesi, başta devlet, tüm toplumu yıkıma sürükleye gelmiştir. Tüm Yakın Çağ tarihi bunun tanığıdır.”

Rektör atamasında üniversitenin, Yükseköğretim Kurulu’nun tamamen devre dışı bırakılmasının beraberinde bazı sancılar getirdiği görülüyor. Tüm baskılara rağmen öğrenciler, öğretim görevlileri atamayı protesto ediyorsa bunların da dikkate alınması gerekir.

MEDRESE VE ÜNİVERSİTE

Üniversitelerle ilgili tartışmaların yaşandığı şu günlerde, eski rektör, YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün “Medrese ve Üniversite – Geri Kalmanın ve İlerlemenin Karşılaştırmalı Tarihçesi” kitabı, İnkılap Yayınları’ndan çıktı. Eğitimi günden güne çökmekte olan ülkemizde çok ihtiyaç duyulan güvenilir bilgilerin yer aldığı kıymetli kitap, mutlaka yaygın biçimde ve özellikle üniversite öğrencileri tarafından okunmalı.