Üniversitelerin bilgi üretebilmeleri için bilimsel ve yönetsel özgürlüğe ve liyakate önem verilmelidir. Üniversiteleri bilgi üretemeyen ülkelerin 21. yüzyılın dünyasında söz sahibi olabilmeleri olanaksızdır...


D aha önce AKP’den milletvekili aday adayı olan Prof. Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atanması, öğrenciler ve öğretim elemanlarınca tepkiyle karşılandı; protestolar sürüyor.

Görülen o ki iktidar, bilimsel ve yönetsel özgürlüğe sahip, liyakatin esas olduğu, akla ve bilime dayalı, siyasi baskılara maruz kalmadan bilgi üretilen çağdaş üniversiteler yerine, tamamen kendi kontrolünde, liyakat yerine siyasi aidiyetin esas olduğu güdümlü üniversiteler peşinde.

Bugün, Darülfünun’dan üniversiteye geçişi; 88 yıl önceki “üniversite reformunu” anlatacağım. Atatürk nasıl bir üniversite hayal ediyordu? Üniversite reformu neden ve nasıl yapıldı? Alman bilim insanları nasıl çağrıldı?

DARÜLFÜNUN

Osmanlı’da 1869 tarihli “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi” ile İstanbul’da bir “Darülfünun” (Fenlerevi) açılmasına karar verildi. Darülfünun, hikmet ve edebiyat, ilm-i hukuk, ulum-i tabiiye (fizik) ve riyaziyat (matematik) bölümlerinden oluşacaktı.

1870’de İstanbul’da Darülfünun açıldı. Saffet Paşa, açılış konuşmasında çarpıcı tespitler yaptı: “Bugün bilimlerin ve keşiflerin ürünü olarak bize o denli hayret verici buluşların, gelecekte günlük bilinen şeyler haline geleceğini...” “Daha şimdiden görülen başlangıçların, bize insan aklının daha neler yapmaya yetenekli olduğunu gösterdiğini...” “Osmanlı tarihinde ilk iki yüz yılda bilim ve fen adamlarına gösterilen himaye, saygı ve teşvik, iki yüzyıl daha sürdürülmüş olsaydı, Avrupa’nın uygar uluslarıyla ilişki kurulmuş, bu ulusların ilerleme hızıyla baş başa gidilmiş olsaydı, Türkiye’nin bu durumda olmayacağını” söyledi. (Berkes, s. 233,234).

1870’te açılan Darülfünun 1872’de kapandı. Fakat 1874’te Galatasaray Sultanisi bünyesinde yeniden öğretime başladı. Ancak bir süre sonra yine kapanan Darülfünun 1900’de yeniden açıldı.

[caption id="attachment_6205847" align="alignnone" width="1200"] Darülfünun’dan üniversiteye geçişin mimarlarından Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, Atatürk’le bir karşılaşmasında...[/caption]

Meşrutiyetten Cumhuriyete Darülfünun


Gerici ulema, “Darülfünun” adından bile rahatsızdı. Doğrusu, yüzyıllarca bilimin ihmal edildiği, bağnazlığın kol gezdiği bir iklimde, Darülfünun’un birden bire pozitif bilim alanında “harikalar yaratması” olanaksızdı.

Örneğin, Reşit Paşa tarafından tabii ilimler öğrenmek üzere Fransa’ya gönderilen ve sonradan Darülfünun Dekanlığı’na atanan Hoca Tahsin Efendi, bir fizik deneyi nedeniyle gerici ulemanın boy hedefi haline geldi; sihirbazlıkla ve zındıklıkla suçlandı. Tahsin Efendi, Darülfünun’daki derslerini bırakmak zorunda kaldı. Görevinden azledildi. (Mardin, s. 250)

II. Meşrutiyet yıllarında Darülfünun’da reform yapılmak istendi. Bu kapsamda, orta öğrenimi tamamlayan kız öğrencilere de yükseköğrenim olanağı tanındı. İstanbul’da Zeynep Hanım Konağı’nda bulunan Darülfünun edebiyat, riyaziyat (matematik) ve tabiiyat (fen) fakültelerine kız öğrenciler de alındı.

I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile Osmanlı arasında kurulan siyasi ve askeri ittifak sayesinde Darülfünun’a Almanya’dan birkaç profesör getirildi.

11 Ekim 1919’da Darülfünun’a “bilimsel özerklik” tanındı. (Turan, s. 612)

1919’da Anadolu’nun işgaline karşı Darülfünun da sesini yükseltti. Darülfünun hocaları, İzmir’in işgali sonrasında 17 Mayıs 1919’da ve 27 Mayıs 1919’da öğrencilerin de katıldıkları toplantılarda İzmir’in işgalini şiddetle protesto ettiler. (Türkmen, s. 131; Gökbilgin, s. 93; )

Ancak kısa süre sonra Ali Kemal, Rıza Tevfik gibi bazı Darülfünun hocaları Milli Mücadele’ye cephe aldılar.

Cumhuriyette Darülfünun “Darülfünun Grevi”


30 Nisan-25 Ağustos 1922 tarihleri arasında “Darülfünun Grevi” patlak verdi. Milli Mücadele karşıtı İçişleri Bakanlarından Ali Kemal, Darülfünün’da “Avrupa ve Osmanlı Devleti İlişkileri” dersini, Sevr Antlaşması’nın imzacılarından Rıza Tevfik de “Metafizik” dersini veriyordu. Kurtuluş Savaşı sonrasında bu isimlerin hâlâ Darülfünun hocalığına devam etmeleri öğrencilerin tepkisine neden oldu. 30 Mart 1922’de toplanan “Edebiyat Medresesi Öğrenci Kongresi”nde Ali Kemal, Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ve Barsamyan Efendi’nin görevden alınması isteğiyle grev kararı alındı. “Darülfünun Grevi” amacına ulaştı ve adı geçen 5 hoca görevden alındı. Dört ay sonra, Büyük Taarruz’dan bir gün önce, 25 Ağustos 1922’de Darülfünun’da yeniden öğrenime başlandı.

1923’te cumhuriyetin ilanından sonra Darülfünun müderris maaşlarına önemli oranda zam yapıldı. Eski Harbiye Nezareti binası Darülfünun’a verildi. Ayrıca Darülfünun’a vakıf mallarına sahip olma hakkı da tanındı. 1924’te 493 sayılı kanunla Darülfünun bütçesi “karma bütçe” haline getirildi. İşleyişine “ekonomik bağımsızlık” kazandırılıp “tüzel kişilik” verildi.

Genç Cumhuriyet, 1932’ye kadar Darülfünun yönetim kararlarına, eğitim, öğretim uygulamalarına müdahale etmedi.

Darülfünun Edebiyat Fakültesi Müderrisler Meclisi, 19 Eylül 1923’te Atatürk’e “fahri müderrislik” (onursal profesörlük) unvanı verdi. Atatürk, Darülfünun Edebiyat Medresesi’ne teşekkür telgrafında bilinçli olarak hem “medrese” yerine “fakülte” ifadesini kullandı, hem de Darülfünun’u bir an önce Cumhuriyet ideolojisine sahip çıkmaya davet etti.

Ancak Darülfünun, Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmak şöyle dursun devrim karşıtı bir görünüm aldı. Örneğin, 1924’te bazı Darülfünun hocaları, eğer “Latin Alfabesi” kabul edilirse protesto amacıyla bir tek satır yazı yazmayacaklarını ve kalemlerini kıracaklarını açıkladılar. Yine 1924’te, bir grup Darülfünun öğrencisinin okul bahçesinde fotoğraf çektirmesi üzerine bazı hocalar “fotoğraf çektirmek günahtır!” diyerek bu öğrencileri cezalandırmaya kalktı. Atatürk, “Bu olayda asıl cezalandırılması gereken, öğrenciler değil hocalardır” diyerek tepkisini gösterdi. O günlerde bir Darülfünun profesörünün Almancadan yaptığı 10 sayfalık çeviride tam 32 yanlış çıkması da Darülfünun’un bilimsel yeterliliğinin tartışılmasına neden oldu. (Meydan, s. 238, 239)

Üniversite Reformu ve Atatürk’ün Notları


Üniversite reformu için Cenevre Üniversitesi’nden pedagoji uzmanı Prof. Albert Malche Türkiye’ye çağrıldı. Malche, yaptığı incelemeler sonrasında 29 Mayıs 1932’de “İstanbul Darülfünunu Hakkında Rapor”unu bitirip hükümete sundu.

Cumhurbaşkanı Atatürk, Malche’nin 95 sayfalık raporunu dikkatle okumakla kalmadı, aynı zamanda rapordaki görüş ve önerilere sıra numarası verip tam 81 not aldı. Ayrıca genel bir değerlendirme yaptı. Atatürk’ün söz konusu notlarından bir bölümü şöyle:

“1-Talebe İngilizce, Almanca, İtalyanca veya Fransızca gibi en az bir ecnebi lisan (yabancı dil) bilmelidir.”

“2. Hürriyeti ilmiye (bilimsel özgürlük) mahfuz (korunmalı), fakat idare ve eğitim heyetlerinin tayininde ve program tanziminde müdahale.”

“10. Darülfünun’un en büyük zaafı, şahsi mülahaza ve araştırmaya sevk eder tarzda tedris (öğretim) yok, ansiklopedik malumat veriliyor.”

“12. Darülfünun hocaları yoktur. Şimdilik hariçten getirmek lazımdır. Ondan sonra da kendi çocuklarımızı ecnebi (yabancı) üniversitelerinde yetiştirmek lazımdır.”

 “17. Kütüphanenin ıslahı...” (Kocatürk, s. 3-96)

Üniversite reformunu Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip gerçekleştirdi.

1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kuruldu. Üniversite, 18 Kasım 1933’te öğretime başladı.

Darülfünun öğretim üyelerinin birçoğuna yeni açılan İstanbul Üniversitesi’nde görev verilmedi. 1927-1930 arasında yurt dışına gönderilen 501 öğrenci doktoralarını yapıp 1932, 1933’ten itibaren yurda dönmeye başladı. 1933’te üniversite kurulurken bu genç öğretim elemanlarından yararlanıldı.

İstanbul Üniversitesi ilk ders yılında yerli-yabancı toplam 180 öğretim üyesine, 3417 öğrenciye sahipti. Bu sayı 10 yıl içinde üç kat artarak 1943’te –yarısı kız öğrenci olmak üzere- 10178’e ulaştı.

Üniversite Reformu ve Alman Profesörler


Atatürk, üniversite reformu yapılırken akademik personel yokluğunda, dünyaca ünlü yabancı bilim insanlarından yararlanılmasını istedi.

O günlerde Almanya’daki Nazi baskısından kaçan birçok Yahudi kökenli Alman profesör İsviçre’ye sığınmıştı. Bu Alman profesörler Zürih’te “Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamlarına Yardım Derneği”ni kurmuşlardı. Derneğin başkanlığına tıp doktoru Prof. Philipp Schwartz getirilmişti.

Atatürk Türkiye’si, Nazi baskısından kaçan bu Alman profesörlerle Prof. Albert Malche aracılığıyla iletişim kurdu. Prof. Schwartz, 5 Temmuz 1933’te Türkiye’ye geldi. İstanbul Üniversitesi’ndeki ıslahat komitesiyle görüştükten sonra 6 Temmuz 1933’te Ankara’da Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip başkanlığında bir toplantıya katıldı. O toplantıyı aktaran Prof. Schwartz şöyle diyor: “Ben ve bütün oradakiler zamanı unutmuştuk. Biliyorum ki, bu saatlerin, Almanya’dan rezilce ve alçakça kovulmuş kişiler için yaradılış kadar anlamı vardı. Batı’nın pisliğinin bulaşmadığı harika bir ülke keşfediyordum.” (Widmann, s. 92)

Bu toplantıda Alman profesörlerin İstanbul Üniversitesi’nde görevlendirilmesi için ön protokol imzalandı. Ayrıca Türkiye’ye gelecek bilim insanlarının kürsülere göre dağılımını gösteren 30 kişilik liste hazırlandı. Yapılan protokole göre, Alman profesörler;

1- Üniversitede tam gün çalışıp başka iş yapmayacaklar,

2- Üçüncü yıldan itibaren derslerini Türkçe verecekler,

3- Türkçe ders kitapları hazırlayacaklar,

4- Gerektiğinde bilirkişi olacaklar,

5- Halk aydınlanması için kurulacak kurumlarda da çalışacaklardı.

Alman profesörler bu görevleri karşılığında yüksek maaş alacaklardı. Çalışma arkadaşlarını da Türkiye’ye getirebileceklerdi. Devlet tarafından himaye edileceklerdi.

4 Ekim 1933’te Alman profesörlerle anlaşmalar imzalandı. Türkiye, seçilen profesörlere davet gönderdi. Cerrah Rudolf Nissen, ABD’ye gitmek üzere yola çıkmışken Türkiye’nin davetini alınca yolunu değiştirdi. Albert Einstein bir mektupla Türkiye’ye başvurdu. Son dakikada Princeton Enstitüsü’nden bir iş teklifi alınca orayı tercih etti. (Reisman, s. 12)

1933’ten itibaren 300 yabancı akademisyen, 50 yabancı teknisyen ve destek elemanı Türkiye’ye geldi. Ailelerini de katınca gelenlerin sayısı 1000’i aştı. Tüm ülkelerin Hitler korkusuyla Alman bilim insanlarına kapılarını kapattığı bir zamanda Atatürk Türkiye’si hiçbir tehdide aldırış etmeden Alman bilim insanlarını Türkiye’de davet etti.

[caption id="attachment_6205848" align="alignnone" width="1200"] Milliyet
1 Ağustos 1933[/caption]

Alman profesörler İstanbul Üniversitesi ile birlikte Yüksek Mühendislik Mektebi, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü vb. yüksekokullarda görevlendirildiler.

O günlerde Dr. Reşit Galip, TTK Başkanı Uluğ İğdemir’e şöyle demişti: “Düşün Uluğ! 5-10 yıl sonra fakültemizin çıkaracağı kitapları, dergileri, yeni buluşları bütün dünyaya yayacaklar, dünya bilginleri eserlerinde bizim yayınlarımızı da kaynak gösterecekler. İşte benim ülkem budur.” (İğdemir, s. 91)

Atatürk, Türkiye’de, uluslararası düzeyde bilim yapılan üniversiteler kurmak istedi. Dünyaca ünlü bilim inanlarının görev aldığı İstanbul Üniversitesi, 1930’ların sonlarından itibaren bir süre dünyanın en iyi üniversitelerinden biri haline geldi. Öyle ki o yıllarda İstanbul Üniversitesi’nin verdiği lisans öğrenimiyle Harvard Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora öğrenimine kabul edilen öğrenciler oldu. Yabancı bilim insanlarının görev aldığı Ankara Devlet Konservatuarı’nın birçok öğrencisi de Suisse Romande, Varşova Filarmoni, Londra Senfoni, Los Angeles Filarmoni orkestralarına, Paris Konservatuvarı, Moskova Konservatuvarı gibi konservatuvarlara kabul edildiler. (Reisman, s.30)

Diyeceğim o ki, üniversitelerin kuruluş amaçlarına uygun olarak bilgi üretebilmeleri için bilimsel ve yönetsel özgürlüğe ve liyakate önem verilmelidir. Üniversiteleri bilgi üretemeyen ülkelerin 21. yüzyılın dünyasında söz sahibi olabilmeleri olanaksızdır.

KAYNAKÇA:


1- Arnold Reisman, Nazizm’den Kaçanlar ve Atatürk’ün Vizyonu, 2. Bas, İstanbul, 2011.

2- Horst Wıdmann, Atatürk ve Üniversite Reformu, 2. Bas., İstanbul, 2000.

3- Kazım İsmail Gürkan, Darülfünun Grevi, İstanbul, 1971.

4- Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, 16. Bas, İstanbul, 2011.

5- Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri, C. 5, İstanbul, 2014.

6- Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, 2. Bas, Ankara, 2008.

7- Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul, 1996.

8- Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, C.1, Ankara, 1959.

9- Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, Ankara, 1991.

10- Utkan Kocatürk, “Atatürk’ün Üniversite Reformu ile İlgili Notları”, AAM Dergisi, Ankara, 1984, s. 3-95.

11- Zekeriya Türkmen, “Milli Mücadele Yıllarında İstanbul Mitingleri”, Askeri Tarih Bülteni, S. 48, s. 131.