Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye, demografik yapı üzerinden etnik ve dinsel ayrımla parçalanmak istenmişti. Emperyalizm, İzmir’i, Trakya’yı, Doğu Anadolu’yu, Musul’u Türkiye’den koparmak için buralarda Türklerin sayıca az olduğunu ileri sürmüştü


Önce Suriyeliler, şimdi Afganlar... Türkiye’deki sığınmacı sayısı -tam rakam belli olmamakla birlikte- birkaç milyonu geçmiş durumda... Bugün plansız ve programsız biçimde ülkeye dağılan bu sığınmacıların yarın ciddi sorunlar yaratacağını öngörmek zor değil. Öyle ki, milyonlarca sığınmacının gelecekte Türkiye’nin demografik yapısını değiştirmesi bile mümkün... Nitekim yıllardır devam eden Suriyeli akını nedeniyle Türkiye’nin özellikle bazı güney illerinde şimdiden demografik yapı değişmeye başlamış görünüyor.

Demografi değişse ne mi olur? Demografi neden mi önemlidir? En başından anlatayım!

DEMOGRAFİK DEĞİŞİM

Demografi genel olarak “nüfus bilimi” demektir. Bir ülkedeki tüm nüfus hareketleri, doğum, ölüm, göç demografik sürecin birer parçasıdır. Nüfusun azlığı veya çokluğu, nüfusun yaşlanması, savaşlar ve göçler demografik değişimi hızlandıran unsurlardır. Bir ülkede demografinin değişimi siyasi, sosyal, toplumsal pek çok şeyi değiştirebilir.

Tarihsel süreçte çok uluslu imparatorlukların parçalanması ve ulus devletlerin kurulması ile demografik değişim arasında güçlü bir ilişki vardır. Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan “milliyetçilik” ulus-devlet inşasının ilk aşamasını oluşturdu. Milliyetçiliğin etkisiyle nüfusları karışık çok uluslu imparatorluklar yıkılırken, nüfusları oldukça homojenleşmiş ulus devletler kuruldu. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan Sırp, Yunan, Bulgar, Ermeni, Arap vb. unsurlar, milliyetçiliğin etkisiyle Osmanlı’dan ayrılıp kendi ulus devletlerini kurdular.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da bu demografik değişimin rolü büyüktü. Osmanlı’nın, 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında Balkanları ve Arap Yarımadası’nı kaybetmesi, oralardaki Türklerin Anadolu’ya göç etmesi, buna karşın savaş koşullarında Anadolu’daki Ermeni ve Rumların da başka yerlere göç etmeleri, ettirilmeleri Anadolu’nun demografisini değiştirdi, Anadolu’daki Türk nüfus sayısı daha da arttı. Bu demografik değişim, yüzyılın başında Türk Ulus Devleti’nin kuruluşunu gerçekçi bir seçenek haline getirdi. İşte Atatürk, bu demografik gerçeği görerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.

Lozan Konferansı sırasında çizilmiş Lozan karikatürlerinden biri.

Sevr’de Demografi


I. Dünya Savaşı sonunda ABD Başkanı Wilson’un yayınladığı 14 ilkeden 12’ncisi şöyleydi: “Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türkkesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır...”  Bu nedenle Kurtuluş Savaşı başında bazı Türk aydınları işgallere karşı Wilson İlkelerine sarıldılar. Hatta İstanbul’da “Wilson Prensipleri Cemiyeti”ni kurup ABD mandası istediler. Ancak Wilson’un niyeti Türklere bağımsızlık vermek değil, demografik yapıyı kullanıp Anadolu’yu parçalara bölmekti. Örneğin, Wilson, Türkiye’deki Ermeni nüfusu dikkate alarak Anadolu’da ABD mandasında bir Ermeni devleti kurmak istiyordu. Bu devletin haritasını da bizzat kendisi çizmişti. Ancak Anadolu’da yeterli Ermeni nüfus olmaması nedeniyle bu plan gerçekleşemedi.

Kurtuluş Savaşı sırasında İngiltere de demografiyi silah olarak kullanıp Anadolu’yu parçalara bölmek istiyordu. İngiltere, İzmir ve civarında Rum nüfusun fazla olduğunu ileri sürerek İzmir ve civarını içine alan bir “İyonya devleti”, Kürt nüfusun yaşadığı Güneydoğu Anadolu’da bir “Kürt devleti”  kurmayı denedi.

Sevr Antlaşması’na göre İzmir -Rum nüfusun fazla olduğu gerekçesiyle- Türklerden alınıp Yunanistan’a veriliyordu. (Md. 68-83). İzmir’deki Türk nüfusu eritilip –Balkan Savaşı sonrası Balkanlarda yapıldığı gibi- İzmir ve çevresi Yunanlaştırılacaktı. Sevr’e göre “Kürtlerin sayıca üstün olduğu bölgelere” de yerel özerlik tanınıyordu. (Md. 62). Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden 1 yıl sonra 62. maddede belirtilen bölgedeki Kürtler, “bu bölgedeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak” Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvururlarsa ve konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğunu görürse Türkiye bu bağımsızlığı tanıyacaktı. (Md. 64) Sevr’de ayrıca “soy, din ve dil azınlıkları” biçiminde yapılan bir ayrıştırmayla yine demografik yapı Türkiye’ye karşı silah olarak kullanılmak isteniyordu.

Sevr Antlaşması’nı biraz yumuşatıp Türkiye’ye kabul ettirmeyi amaçlayan Londra Konferansı’nın 24 Şubat 1921 tarihli toplantısında İzmir ve Trakya’nın nüfus istatistikleri konuşuldu. Yunanlar, İzmir ve Trakya’da Rum nüfusun Türklerden çok olduğunu ileri sürüyordu. Hazırlanan öneriye göre D. Trakya ve İzmir’de nüfus durumunu incelemek üzere büyük devletler uluslararası bir komisyon kuracaktı. İngilizler; Kars, Gümrü ve Ardahan’ı da içine alan bir Ermeni devletinin kurulmasını ve bu bölgelerden başka yerlere göç ettirilen Ermenilerin buralara geri getirilmesini istiyordu. Londra Konferansı’nın 26 Şubat tarihli toplantısında Lord Curzon, İtilaf devletlerinin, bağımsız bir Ermenistan kurulması ve Kars, Ardahan ve Gümrü’yü içermesi konusunda kararlı olduklarını söyledi. Bunun üzerine Bekir Sami Bey, “Kars’ta Türklerin ezici bir çoğunluğu var, Ardahan’da Ermenilerin oranı çok düşüktür” diyerek bunu reddetti. Curzon, Kars, Ardahan ve Gümrü’nün Ermenistan’a kalması gerektiğini yeniden vurguladı.

Görüldüğü gibi Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye, demografik yapı üzerinden parçalara bölünmek istenmişti. Emperyalizm, İzmir’i, Trakya’yı, Doğu Anadolu’yu Türkiye’den koparmak için buralarda Türklerin sayıca az olduğunu ileri sürmüştü. Sevr Antlaşması’nda Türkiye, demografik yapı üzerinden etnik ve dinsel ayrımla paramparça ediliyordu.

Lozan’da Demografi


Türk Bağımsızlık Savaşının manifestosu durumundaki “Misak-ı Milli” büyük oranda demografik yapı dikkate alınarak hazırlanmıştı. Misakı Milli’de “parçalanamaz bir bütün” olarak adlandırılan “Türk vatanı” genel olarak Türk nüfusun çoğunlukta olduğu Anadolu ve Trakya’yı içine alıyordu. Kars, Ardahan, Batum, Batı Trakya gibi tartışmalı yerlerde ise “halk oylamasına” başvurulması isteniyordu. Çünkü buralarda da Türk nüfusun çokluğuna güveniliyordu.

Kurtuluş Savaşı kazanıldı. İşgalciler Türkiye’den sökülüp atıldı. Ancak askeri zaferi tüm dünyaya tanıtacak olan Lozan görüşmelerinde İtilaf devletleri yine demografi silahıyla karşımıza çıktılar. Lozan’da Batı Trakya, Adalar, Musul konularında Türk tezlerine karşı “demografik” gerekçeler öne sürdüler.

Lozan zaferinin mimarlarından İsmet İnönü.


Lozan’da İsmet Paşa, 22 Kasım 1922 tarihli oturumda Misakı Milli’de belirtilen biçimde Batı Trakya’da halk oylaması yapılmasını istedi. Yunan ve Türk temsilci heyetleri B. Trakya konusunda konferansa ayrı ayrı nüfus istatistikleri sundular. Yunan istatistiklerine göre Rumlar, Türk istatistiklerine göre Türkler fazla görünüyordu. İsmet Paşa’nın verdiği rakamlar, çok ayrıntılıydı, tek tek köyleri de içeriyordu. Curzon ve Venizelos, İsmet Paşa’nın verdiği rakamlara itiraz ettiklerinde İsmet Paşa, “Öyleyse neden plebisite karşısınız?” diye sordu. Sorusu cevapsız kaldı. İsmet Paşa, “Türkiye’nin istediği toprakların eski çağlardan beri Türk olduğunu” ileri sürünce Venizelos, “Göz önünde tutulması gereken şimdiki durumudur” diyerek buna da karşı çıktı. Türkiye’nin 1913’te kaybettiği Batı Trakya’da Türk halkı katledilmiş, göçe zorlanmıştı. Buna rağmen Türkiye’nin Batı Trakya’da halk oylaması yapılması isteği Lozan’da kabul edilmedi.

Lozan’da İsmet Paşa Ege Adalarını istediğinde İtilaf devletlerinin buna karşı ileri sürdükleri gerekçelerden biri yine demografikti. 25 Kasım 1922 tarihli oturumda Venizelos, “Bu adaların pek çoğunda hiçbir yabancı unsur bulunmaksızın, sadece Rum nüfusu yaşamaktadır. İstanköy, Bozcaada, Rodos gibi birkaçında küçük bir Türk azınlığı vardır” dedi. Venizelos daha sonra bu adalardaki nüfus istatistiklerini verdi. Yunanistan, yine demografik yapıya dayanarak Gökçeada ve Bozcaada’yı da Türkiye’ye bırakmak istemiyordu. Bu adaların 1913’ten beri Yunan egemenliği altında olduğunu belirten M. Caclamanos, Gelibolu’dan gelen 10.000 Rum’un Gökçeada’ya (İmroz) yerleştirildiğini, İmroz’un Yunanlı karakterde olduğunu ve Türkiye’ye verilemeyeceğini söyledi. Lord Curzon da adalar konusunda nüfus durumunu ileri sürdü:  “İmroz’da 19.000 Rum bulunmasına karşılık hiç Türk yoktur. Bozcaada’da 1912’de 5.420 Rum, 1.200 Müslüman bulunmaktaydı” diyerek Gökçeada ve Bozcaada’nın Yunanistan’da kalması gerektiğini vurguladı.  Buna karşı İsmet Paşa, söz götürmez biçimde Türk çoğunluğun bulunduğu Batı Trakya’da coğrafi ve siyasal zorlukların etnik düşüncelere üstün tutulduğunu hatırlattı, adalar konusunda bu kuralın tersine çevrilmek istendiğini söyledi, çifte standarda dikkat çekti.

İsmet Paşa daha önce kaybedilmiş olan adaları Lozan’da geri istedi, ancak özellikle adaların nüfus yapıları ileri sürülerek bu istek kabul edilmedi. Ancak Türkiye Lozan’da –nüfus yapılarına karşın- Gökçeada ve Bozcaada’yı kurtarmayı başardı.

İsmet Paşa’nın Lozan’da Musul’u isterken ileri sürdüğü nedenlerden ilki “etnografik nedenler” başlığını taşıyordu. (Diğerleri siyasi, tarihi, coğrafi, ekonomik ve askeri nedenler.)

İsmet Paşa, “etnografik nedenler” başlığı altında Musul’da Araplarla Müslüman olmayanların azınlıkta, Kürtlerle Türklerin çoğunlukta olduğunu istatistiklerle açıkladı; Türklerle Kürtlerin ortak kültür ve geleneğe sahip olup yüzyıllarca birlikte yaşadıklarını ve yaşamak istediklerini, TBMM’de Kürt vekillerin olduğunu söyledi. Musul halkının (Kürtlerin ve Türklerin) Türkiye’ye bağlanmak istediğini belirtti. Buna karşı İsmet Paşa’nın verdiği nüfus istatistiklerinin gerçeği yansıtmadığını söyleyen Lord Curzon, İngiliz subaylarının 1921’de kaydettiği rakamları verdi. Buna göre Musul’daki tüm nüfusun yaklaşık yarısını Kürtler, dörtte birini Araplar, onikide birini Türkler oluşturmaktaydı. Curzon ayrıca Kürtlerin görünüş ve geleneklerinin Türklerden farklı olduğunu, Kürtlerle Türklerin anlaşamadıklarını, Kürtlerin özerk veya bağımsız Kürdistan kurmak istediklerini söyledi. Curzon’un Kürtlerle Türkleri ayırmaya çalışan bu ifadelerine Ankara’da TBMM’deki Kürt milletvekilleri, Türk-Kürt birlikteliğine vurgu yaparak cevap verecekti. Mustafa Kemal (Atatürk) de sıkça Türklerle Kürtlerin birlikte yaşayan “öz kardeş” olduklarını belirterek İngiliz bölücülüğünü önlemeye çalışacaktı.

Sonuçta hem İsmet Paşa, hem Lord Curzon, demografik yapıya (nüfus yapısına) dayanarak Musul’a sahip çıktı. Ancak görüşmeler tıkandı. Musul konusunun çözümü Lozan sonrasına bırakıldı.

Lozan’da demografi etkisi son olarak “mübadele” konusunda kendini gösterdi. Lozan’da kararlaştırılan nüfus mübadelesine göre İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler hariç karşılıklı nüfus değişimi yapılacaktı.

Sonuçta Lozan Antlaşması’nın şekillenmesinde demografinin etkisi büyüktü.

★★★

Cumhuriyet kurulurken Türkiye’de insanların çoğu hastaydı, bebek ölüm oranı çok yüksekti. Okuma yazma oranı çok düşüktü. İnsanlarda yurttaşlık bilinci çok zayıftı. Bu nedenle Cumhuriyeti kuranlar her şeyden önce bu demografik yapıyı düzeltecek önlemler aldılar. Hastalıklarla mücadele ve eğitim seferberliği ile sağlıklı ve nitelikli bir nüfus artış hızı yakalandı. Atatürk’ün, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” anlayışıyla etnik kökene, dine, mezhebe bakılmadan “ulus bilincine sahip yurttaşlar” yetiştirilmek istendi. Böylece ulus devlete uygun bir demografi oluşturulmaya çalışıldı.

★★★

Osmanlı’nın dağılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında demografik değişimin rolü büyüktü. Emperyalizm, Kurtuluş Savaşı sırasında demografik yapıdaki etnik ve dinsel farklılıkları kullanarak Türkiye’yi bölüp parçalamayı denedi. Buna karşılık Anadolu merkezli bir Türk ulus devletinin kurulmasında da demografik yapı etkili oldu. (Çünkü I. Dünya Savaşı sonrası Anadolu’daki Türk nüfus artmıştı).

★★★

Demografik değişim, ülkelerin sosyal, kültürel ve hatta siyasal yapısını değiştirebilir. Bu nedenle modern devletler demografik değişim konusunda dikkatlidir, değişim sürecini kontrol ederler, sığınmacı ve göçmen politikaları vardır, sınırların kevgire, ülkenin yolgeçen hanına dönmesine izin vermezler.

İsmet Paşa’nın Lozan Konferansı’na sunduğu Batı Trakya nüfus istatistiklerinden biri.