Cumhuriyeti kuranlar sadece yoklukla, yoksullukla, geri kalmışlıkla, cehaletle mücadele etmediler, onlar aynı zamanda salgın hastalıklarla mücadele ettiler. Diğer hastalıklarla birlikte sıtmayı da yendiler.

Türkiye’de koronavirüs pandemisiyle mücadelede pek çok konuda kararsızlıklar, yanlışlar, eksikler göze çarpıyor. Oysaki Türkiye, salgın hastalıklarla mücadele konusunda çok önemli bir bilgi birikime ve tecrübeye sahiptir. Bugün, genç Cumhuriyetin o bilgi birikiminden, o tecrübesinden söz edeceğim; Cumhuriyeti kuranların “sıtma savaşı”nı nasıl kazandıklarını anlatacağım.

SITMA

Sıtma (malarya), Plasmodium türü parazitlerin yol açtığı, taşıyıcı dişi anofel sivrisineklerce insanlara bulaştırılan enfeksiyonel ve ölümcül bir hastalıktır.

Tarih boyunca milyonlarca insanın ölümüne neden olan sıtma “uygarlık batıran hastalık” olarak adlandırıldı. M.Ö. 5. yüzyılda İstanköylü Hipokrat, sıtmanın bataklıklardan kaynaklandığını tespit etti. 1897’de Ronald Ross, Hindistan’da yaptığı deneyler sonunda sıtmanın sivrisineklerce insana bulaştığını kanıtladı. 1820’de Pelletier ve Caventou adlı kimyacılar Peruvian (kınakına) ağacının kabuğundan kinin elde ettiler.

Uzun yıllar boyunca sıtma ilacı olarak kinin kullanıldı. II. Dünya Savaşı sırasında sıtmaya karşı DDT kullanımı yaygınlaştı. II. Dünya Savaşı sonrasında ise başka ilaçlar üretildi.

Osmanlı’dan Cumhuriyete Sıtma


Osmanlı’da 19. yüzyılda askeri ve sivil modern tıp okullarında sıtma hakkında o zamanki temel bilgiler veriliyordu.

Osmanlı’da 1910’da çıkarılan “Pirinç Ziraatı Kanunnamesi”nde sıtmayla ilgili koruyucu hükümler vardı.

Osmanlı’da 1913’te “Halka Ücretsiz Kinin Dağıtılmasına Dair Nizamname” çıkarıldı.



Sıtma, 1914-1918 arasındaki I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’da büyük kayıplara neden oldu. Bu savaşta orduda 451.803 sıtma hastası görüldü. Bu, toplam hasta sayısının % 13.1’ini oluşturuyordu. 4 yıllık savaş sırasında sıtmadan ölenlerin sayısı 23.359 kişiye ulaştı. Bu sayı, I. Dünya Savaşı’nda toplam ölümler içinde % 5 gibi bir orana karşılık geliyordu.

I. Dünya Savaşı devam ederken 1917’de “Kinin Tedarik ve Füruhtu Hakkında Kanun” çıkarıldı. Bu kanunla halka en uygun şekilde kinin sağlanmaya çalışıldı.

I. Dünya Savaşı bittiğinde Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri halkı kırıp geçiren salgın hastalıklar, özellikle de sıtmaydı. Anadolu’da sıtma oranı; Denizli ve Ankara’da % 90’a, İstanbul ve Mardin’de % 80’e, Antalya’da % 86’ya, İzmir’de ise % 72’ye ulaşmıştı. Kurtuluş Savaşı sırasında sadece iç ve dış düşmanla değil, aynı zamanda salgın hastalıklarla, özellikle de sıtmayla mücadele etmek gerekiyordu.
1920’de TBMM açıldığında ilk kurulan bakanlıklar arasında “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı” da vardı. Bu bakanlık sıtmayla mücadele konusunda ilk çalışmaları savaş sırasında yaptı.

Sıtmanın Kökünü Kazımak


Mustafa Kemal (Atatürk), 1 Mart 1923 tarihli meclis konuşmasında sıtma mücadelesi konusunda da açıklamalar yaptı. İstanbul Kimyevihanesi’nde üretilen 1000 kilo devlet kinininin Ziraat Bankası eliyle bütün bölgelere dağıtılmak üzere olduğunu, 250 kilo da parasız kinin dağıtıldığını, ayrıca geçen yıl ödeneğinden kalan para ile dışarıdan 1000 kilo kinin almak için başvurulduğunu, olağan duruma geçilince “sıtma hastalığının kökünü kazımak için” kurutma ve arazi ıslahı ile şehir ve köylerin sağlık koruyucu şartlarının düzeltilmesine hemen başlanacağını belirtti.

1923-1924 yıllarında Türkiye’de bir sıtma epidemisi yaşandı. Cumhuriyet ilan edilirken ülkenin yaklaşık yarısı sıtmalıydı. Diğer salgın hastalıklarla birlikte ülke nüfusunun yarıdan çoğu hastaydı. Buna karşılık ülke genelinde -bir yıl önce- sadece 337 doktor, 434 sağlık memuru vardı.

1924’te vilayet sıhhiye müdürlerinden raporlar istendi. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı “Türkiye Sıtma Haritası” hazırladı. 15 Eylül - 5 Ekim 1924’te İstanbul’da Refik Saydam’ın başkanlığında “Sıtma Komisyonu” toplandı. Sıtmayla mücadele etmek için hazırlanan yasa teklifleri 26 Ekim 1924’te Bakanlar Kurulu’na sunuldu. Böylece sıtma savaşı için gerekli yasal zemin oluştu.

İstanbul Bakteriyolojihane’sinde açılan bir kursta yetiştirilen elemanlarla 1925’te ülkenin değişik yerlerinde sıtma mücadelesine başlandı.

1925’te toplanan Birinci Milli Tıp Kongresi’nde çalışmalar sıtma üzerinde yoğunlaştırıldı.

26 Nisan 1926’da 826 sayılı “Doktorların Sıtma Enstitülerinde Staj Memuriyeti Hakkında Kanun” çıkarıldı. Bu kanunla, 1927’den sonra tıp fakültelerinden mezun olan doktorlara, 1 yıllık stajdan sonra, eğer devlette çalışıyorlarsa, 3 ay sıtma stajı yapma zorunluluğu getirildi.

13 Mayıs 1926’da 839 sayılı “Sıtma Mücadelesi Kanunu” kabul edildi. Bu kanunla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, sıtmalı bölgelerde mücadele teşkilatları, enstitüler, laboratuvarlar kurmak ve sıtma konusunda doktorlar ile sağlık memurları yetiştirmek için kurslar açmakla, ihtiyacı olanlara kinin dağıtmakla yetkilendirildi. İşletmeler de çalışanlarına ücretsiz kinin dağıtmakla görevlendirildi. Sıtma bölgelerindeki pis suların tahliye edilmesi kararlaştırıldı. Bu konuda halka da bazı yükümlülükler getirildi. Sıtma mücadelesinde sorumluluklarını yerine getirmeyenlere para ve hapis cezaları konuldu.

1930’da çıkarılan “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu”nun 97 ve 98. maddeleriyle sıtma, bildirilmesi zorunlu hastalıklar arasına alındı.

Sıtma mücadelesi için bir de su işleri politikası belirlendi. 29 Mayıs 1929 tarihli ve 1482 sayılı bir kanunla su işlerine 12 yılda harcanmak üzere 100 milyon lira ödenek ayrıldı ve su işleri için “Sular Umum Müdürlüğü”nün kurulmasına karar verildi.

1925’te Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Almanya’dan Sıcak Ülkeler Enstitüsü’nden Prof. Dr. E. Martini ve Dr. H. Vogel’i Türkiye’ye davet etti. Prof. Martini, Türkiye’de yaptığı incelemeler sonunda Adana’da bir “Sıtma Enstitüsü” kurulmasını önerdi.

Atatürk’ün de isteğiyle 1928’de “Adana Sıtma Enstitüsü” kuruldu. Burada sıtma savaşı için gereken araştırmalar ve sıtma konusunda eğitim verildi. Burada yapılan araştırmalarla sivrisinekler ve anopheleslerin özellikleri belirlendi. Dr. Enver İrdem, Prof. İsmail Hakkı (Çelebi), Dr. Celal Gökberg, Dr. Mecid gibi Türk araştırmacılar yeni türler keşfettiler. Örneğin, Dr. Mecid, 1927’de o zamana kadar bilinmeyen bir tür olan “aedes”i keşfederek buna, Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın adından hareketle “Refiki” adını verdi. 1929’da da “Culex Martini”yi keşfetti. Sıtma mücadelesinin karargâhı durumundaki Adana Sıtma Enstitüsü, ülke genelinde güçlü bölge örgütleri, sıtma savaş şubeleri kurdu. 1937’den itibaren yurt dışına stajyer öğrenci gönderdi.

6 Haziran 1935’te 2767 sayılı “Sıtma ve Frengi İlaçları Hakkında Kanun” kabul edildi. Bu kanunla sıtma ve frengi ilaçlarının tedarikiyle Kızılay görevlendirildi.

11 Haziran 1936’da 3030 sayılı “Çeltik Ekimi Kanunu” çıkarıldı. Bu kanun, kesik sulama usulü getirerek (çeltik alanının 10 günde bir 48 saat susuz bırakılması) sivrisinek üremesini engellemeyi amaçlıyordu. Ayrıca çeltik işçilerini koruyucu önlemler getiriyordu. Bu kanunla işverenler, işçileri sıtmaya karşı korumakla yükümlü kılındı.

[caption id="attachment_6546023" align="alignnone" width="1200"] Ulus, 4 Eylül 1940.[/caption]

Bataklıklar ve su birikintilerini kurutmak için yaratıcı bir önlem olarak okaliptüs ormanları oluşturuldu. 1937’de okaliptüs ağaçlandırma programı hazırlandı.

Sıtma konusunda bilgi veren yüz binlerce broşür basılıp halka dağıtıldı.

Sıtma savaşında görev alan doktor, hemşire ve memurların hakları yasa ile güvence altına alındı. Bu kişilere yüksek maaş verildi.

Sıtma savaşı kapsamında 1925-1936 yılları arasında Türkiye’de toplam 25.155 hektar bataklık kurutuldu. Dağıtılan kinin miktarı sürekli artırıldı. 1925’te halka 1314 kilo kinin dağıtılırken 1935’te 6217 kilo kinin dağıtıldı.

Sıtma mücadelesine ayrılan ödenekler de sürekli artırıldı. Sıtma savaşı için ayrılan ödeneklerin bakanlık bütçesindeki payı 1925’te % 9.1 iken, 1930’da 20.3’e yükseldi.

Sıtma savaşı kapsamında her yıl sıtmalı nüfusun neredeyse tamamı muayene edilerek tedavilerine başlandı. 1925-1936 arasında 4 milyona yakın sıtmalı tedavi edildi.

Genç Cumhuriyet, sıtmaya karşı halkla birlikte topyekun bir savaş başlattı. Bu, sıtma karşısında çaresiz kalan halkın batıl inanç ve eski alışkanlıklarına (sıtmanın bağlattırılması, dalak kestirilmesi, tütsü yapılması vb.) karşı bilimsel bir savaştı.

II. Dünya Savaşı Sırasında ve Sonrasında Sıtma Savaşı


Türkiye’de 1920’li yıllarda % 40 olan sıtmalı hasta oranı, sıtma savaşı sayesinde, 1940’a gelindiğinde % 11 seviyelerine gerilemişti. Ancak 1940’da Türkiye’de bir sıtma epidemisi daha yaşandı. Ülkedeki sıtmalı oranı giderek yükseldi. 1944’te ülke genelinde toplam 6.800.000 doz sıtma ilacı harcanmıştı ki bu, ülke nüfusunun üçte birine karşılık geliyordu.

II. Dünya Savaşı sırasında sıtma mücadelesi sürdü. 1937-1944 yılları arasında toplam 21.363 hektar bataklık kurutuldu. Kinin dağıtımı da artarak devam etti. 1934’te 5356 kg. olan kinin tüketimi 1940’ta 9548 kiloya yükseldi. 1940’tan itibaren sıtma tedavisinde ilk kez “Atebrin” ve DDT kullanılmaya başlandı. 1945’ten itibaren kinin ikinci plana düştü.

Yüksek Sağlık Şurası 1946’da “Birinci On Yıllık Sağlık Planı”nı kabul etti. Bu plan çerçevesinde ülkedeki tüm uzmanların katılımıyla 1945’te “Sıtma Savaş Kongresi” düzenlendi. Bu kongrede sıtma savaşının daha da genişletilmesine karar verildi. Bu amaçla 26 Mart 1945’te 4707 sayılı “Sıtma İle Olağanüstü Savaş Yapılmasına Dair Kanun” çıkarıldı. Bu kanunla gerekirse serbest doktor ve eczacılar da dâhil tüm doktor ve eczacıların sıtma savaşında görevlendirilebileceği hükme bağlandı. Sıtma savaşına ayrılan bütçe artırıldı ve kullanımı kolaylaştırıldı.

15 Şubat 1946’da 4871 sayılı “Sıtma Savaşı Kanunu” kabul edildi. Bu kanunla bütün bakanlıklar, bütün daire ve kurumlar sıtma savaşı için gerekli terbileri almak ve tesisleri yapmakla görevlendirildi. Sıtma savaşında görevli memurların özlük hakları geliştirildi.

[caption id="attachment_6546024" align="alignnone" width="1200"] Adana Sıtma Enstitüsü.[/caption]

1946’da 4862 sayılı kanunla “Sıtma Savaşı Genel Müdürlüğü” kuruldu.

18 Ocak 1950’de 5516 sayılı “Bataklıkların Kurutulması ve Bunlardan Elde Edilecek Topraklar Hakkında Kanun” çıkarılarak bataklıkların kurutulmasında özel girişim devreye sokulmak istendi.

1946’da ülke nüfusunun % 46.7’si sıtma mücadelesi kapsamına alındı. Köylerde genel muayeneye alınan nüfus, 1944’te % 52.7 iken, 1945’te % 73.5’e, 1951’de de % 90.9’a ulaştı. Tedavi sonrasında dalak ve kan endeksi çok hızlı biçimde düştü, sıtmalı hastalar iyileşti. 1944’te % 41.5 olan dalaklı oranı, 1946’da % 25.9’a, 1948’de % 14.7’ye, 1950’de % 7.1’e, 1952’de % 2.4’e, 1954’te % 1’e, 1956’da da % 0.4’e geriledi.  (Tekeli-İlkin, s. 153)

Böylece genç Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı sonrasında başlattığı sıtma savaşını II. Dünya sonrasında kesin olarak kazandı. Üstelik mücadele sadece sıtmayla sınırlı değildi, eş zamanlı olarak frengi, verem, trahom vb. diğer salgın hastalıklarla da mücadele edilmişti.

Genç Cumhuriyetin, uzun soluklu sıtma savaşını kazanmasında Cumhuriyetin ilanından sonra sıtma mücadele teşkilatının kurulması, sıtma mücadele kadrosunun yetiştirilmesi, sıtma savaşının yasal zeminde, sistemli, kararlı, tamamen bilimsel biçimde yürütülmesi etkili oldu. Sıtma savaşının kazanılması, doğum oranlarını artırıp ölüm oranlarını azaltarak Türkiye’de nüfus artışını hızlandırdı.

Cumhuriyet ilan edilirken ülkenin yaklaşık yarısının sıtmalı olduğu, diğer salgın hastalıklarla birlikte ülke nüfusunun çoğunun hasta olduğu düşünülecek olursa, Cumhuriyetin nasıl bir başarı öyküsü olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.

Kaynakça:

Atakan Esen, “Cumhuriyet Dönemi Sıtma Mücadelesi (1923-1956)”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2017.

İlhan Tekeli-Selim İlkin, “Türkiye’de Sıtma Mücadelesinin Tarihi”, Cumhuriyetin Harcı, İstanbul, 2004, s. 107-161.

Millet Meclisi Tutanak Dergisi, D.1, C.28, s.2.

Söhrab Mustafayev, “Cumhuriyet Döneminde Sıtma İle Mücadele ve Yasal Düzenlemeler”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2019, 6 (2), s.1112-1137.

TBMM Zabıt Cerideleri, 1920-1956