23 Nisan 1920’de Atatürk meclisi dualarla açarken henüz saltanat ve hilafet kaldırılmamış cumhuriyet ilan edilmemiş, laik bir düzen kurulmamıştı. Ayrıca saray fetvalarıyla Kuvayı Milliyeciler “dinsiz, zındık, katli vacip” ilan edilmişti, her tarafta hilafetçi isyanlar vardı...


Geçtiğimiz günlerde Yargıtay’da yapılan adli yıl açılışında –daha önce görülmemiş biçimde- Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş dua ederken Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte bu duaya katıldı. Böylece ortaya çıkan “dinin gölgesinde hukuk” görüntüsü, “laikliğin cenaze namazı kılındı” şeklinde yorumlandı. Buna karşı iktidar yandaşları hemen tarihe başvurdular: 2021’de adli yıl açılışında edilen duayı, 101 yıl önce 1920’de TBMM’nin açılışında edilen duayla meşrulaştırmaya kalktılar.

Peki, ama 1920’de TBMM’nin dualarla açılmasıyla 2021’de adli yılın dualarla açılması arasında bir ilişki kurulabilir mi?  İkisi aynı şey mi? İşte cevabı:

SARAY, MİLLİ MÜCADELE’YE KARŞI DİNİ KULLANDI

Osmanlı Saray Hükümeti, Milli Mücadele’ye karşı dini adeta bir “silah” olarak kullandı. Saray, Mustafa Kemal (Atatürk) ve silah arkadaşları başta olmak üzere Kuvayı Milliyecilerin “dinsiz”, “zındık”, “Bolşevik” oldukları, halife/padişaha isyan ettikleri propagandasıyla halkı milli harekete karşı kışkırttı. Saray, özellikle Ankara’da TBMM’nin açılacağı 23 Nisan 1920’den hemen önce dine sarıldı.

11 Nisan 1920’de Osmanlı Saray Hükümetinin şeyhülislamı Dürrizade Abdullah, -Padişah Vahdettin’in onayıyla- “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir!” diyen fetvalar yayınladı. Bu fetvalara göre Kuvayı Milliyecileri öldürenler “gazi”, bu uğurda ölenler “şehit” sayılacaktı. Bu emre uymayanlar cezalandırılacaktı. Bu ihanet fetvaları İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atıldı.

11 Nisan 1920’de Sadrazam Damat Ferit, Milli Hareketi, “fitne” ve “fesat”, Kuvayı Milliyecileri “isyancılar” diye adlandıran bir hükümet bildirisi yayınladı.

11 Nisan 1920’de Padişah Vahdettin de, Milli Hareket karşıtı hattı hümayunu yeniden yayınladı. Vahdettin, Milli Mücadele’nin “bastırılması gereken bir ayaklanma” olduğunu belirtiyordu.

16 Nisan 1920’de İstanbul’daki Divan-ı Harbi Örfi’nin başına Milli Mücadele karşı Nemrut Mustafa Paşa getirildi. Mahkemenin amacı Kuvayı Milliyecileri cezalandırmaktı. Bu mahkeme 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal ve bazı arkadaşlarını gıyaben idama mahkûm edecekti.

18 Nisan 1920’de Osmanlı Saray Hükümeti, doğrudan halife/padişaha bağlı paralı ordu Kuvayı İnzibatiye (Hilafet Ordusu)’nu kurdu. Bu ordunun görevi Kuvayı Milliye’yi yok etmekti. Süleyman Şefik Paşa komutasındaki Kuvayı İnzibatiye’nin ilk birlikleri 8 Mayıs 1920’de İzmit’e girecekti.

Milli Hareket Karşıtı İsyanlar


23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılmadan kısa bir süre önce “sarayın paşası” Ahmet Anzavur’un ikinci isyanı sürüyordu. (İlk isyanı 25 Ekim-30 Kasım 1919). İkinci Anzavur İsyanı 16 Şubat 1920’de başlamıştı. Kendisini, “Kuvayı Muhammediye Komutanı” diye adlandıran Anzavur, “Rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğünü ve onun arkasında Mekke-i Mükerreme’de namaz kıldığını!” söylüyordu. Biga’da Kuvayı Milliyecilere saldıran Ahmet Anzavur, bazı askerleri ve subayları şehit etti. Köprülü Hamdi Bey de şehitler arasındaydı. Anzavur, 4 Nisan 1920’de bu sefer Gönen’e saldırdı. Anzavurcular, o gün Gönen Müftüsü Şevket Efendi’yi şehit ettiler. 8 Nisan 1920’de Osmanlı Saray Hükümeti, Anzavur’a “paşalık” rütbesi verdi. Balıkesir Mutasarrıflığına atanan Anzavur, 16 Nisan’da Susurluk civarında Yahyaköy’de Kuvayı Milliye kuvvetlerine yenildi. Böylece İkinci Anzavur İsyanı bastırıldı. İkinci Anzavur İsyanı bastırıldığında TBMM’nin açılmasına sadece bir hafta vardı.

Osmanlı Saray Hükümeti’nin, ihanet fetvaları nedeniyle Anadolu’da Bandırma, Gönen, Susurluk, Karacabey, Biga, Bolu, Düzce, Hendek, İzmit, Adapazarı, Gerede, Nallıhan, Beypazarı, Konya, Bozkır, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar, Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile, Erbaa, Çorum, Umraniye, Refahiye, Zara, Hafik, Viranşehir ve dolaylarında Milli Mücadele’ye karşı çok sayıda padişahçı/hilafetçi isyan çıktı. Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “Kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hainlik, bilgisizlik, düşmanlık ve bağnazlık dumanları bütün yurt göklerini karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara’da karargâhımızın duvarlarına dek çarptı. Karargâhımızla kent arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye dek varan kudurgan saldırışlar karşısında kaldık.” Padişahçı isyancılar, Kuvayı Milliyecileri yakaladıklarında vahşice katlediyordu. Örneğin, 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey, TBMM açılmadan bir gün önce, 22 Nisan 1920’de, isyancılarca Hendek köprüsünde “gaddarca” şehit edildi.

O günlerin canlı tanığı Yunus Nadi şöyle diyor: “Milletle saray arasında dehşetli bir güç denemesi başlamıştı... Padişahın fermanlarını ve beyannamelerini ve şeyhülislamın fetvalarını Teali İslam Cemiyeti adlı bir hocalar cemiyetinin beyannameleri takip ediyordu. Bu beyannamelerde Yunan ordusunun ‘Hilafet Ordusu’ gibi olduğu, ondan bir zarar gelmeyeceği, asıl kafaları koparılacak mahlûkatın Ankara’da bulunduğu açıkça söyleniyordu. Bu beyannamelerin yüz binlerce nüshası Eskişehir muhitine kadar Yunan tayyareleri tarafından atılıyordu.” (Yunus Nadi, Türkiye’yi Sokakta Bulmadık, s.133, 134)

I. TBMM’nin açılışında Mustafa Kemal (Atatürk) dua ediyor. (23 Nisan 1920)

TBMM’nin Açılışında Dinsel Meşruiyet


Atatürk, Nutuk’ta TBMM’yi açmaya çalıştıkları günlerde en çok, Düzce, Hendek, Gerede, Bolu’da başlayıp Nallıhan ve Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaşacak görünen “gericilik ve ayaklanma dalgalarını” durdurmaya çalıştıklarını belirtiyor.

Atatürk, meclisin 23 Nisan Cuma günü dini bir törenle açılmasını istiyor. 21 Nisan 1920’de yayınladığı meclisin açılış bildirisinde bu dini töreninin detaylarını şöyle açıklıyor:

  1. Allah’ın izniyle Nisan’ın 23’üncü günü Cuma namazı sonrası Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

  2. Vatanın istiklali, hilafet ve saltanat makamlarının kurtarılması gibi önemli görevleri yerine getirecek meclisin açılışını cumaya rastlatmakla o günün kutsallığından yararlanılacak; bütün milletvekilleriyle birlikte Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınacak, Kuran ve salâttan yararlanılacak, namazdan sonra sancağı şerif alınarak meclise gidilecek, toplantıya başlanmadan bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir...

  3. Günün kutsallığını pekiştirmek için bugünden başlayarak il merkezinde valinin düzenleyeceği şekilde, hatim indirilmeye ve Buhari okunmaya başlanacak ve hatimin son bölümleri Cuma günü namazdan sonra meclisin toplantı yeri önünde okunup bitirilecektir.

  4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde yukarıda belirtildiği gibi şimdiden hatim indirilmeye ve Buhari okunmaya başlanacak; Cuma günü ezandan önce minarelerde sala verilecek... Cuma namazı kılındıktan sonra da hilafet, saltanat ve yurdun kurtarılması için yapılması gerekenlerin anlatılacağı dinsel söylevler verilecektir. Her yerde Cuma namazından önce mevlit okunacaktır... Temsil Heyeti Adına Mustafa Kemal”


TBMM, 23 Nisan 1920’de, Atatürk’ün bu bildirisine uygun olarak, Cuma namazından sonra dualar okunarak, kurbanlar kesilerek açıldı.

Atatürk,’ün TBMM’yi çok koyu bir dinsel törenle açtırmasının ve yayınladığı bildiride –ihanetini bilmesine rağmen- halife/padişahı “kurtarmaktan” söz etmesinin nedeni, Osmanlı Saray Hükümeti’nin, Kuvayı Milliyecilere yönelik “halife/padişaha isyan eden dinsizler, zındıklar” suçlamasını boşa çıkarmaktı. Atatürk, TBMM’nin açılışındaki bu dinsel törenle, Milli Mücadele’ye katılanların “dinsiz”, “zındık” olmadıklarını, “halife/padişaha isyan etmediklerini” göstermek istiyordu. Böylece Ankara kapılarına kadar dayanan padişahçı/hilafetçi, dinci isyanların daha fazla büyümesini önlemeyi amaçlıyordu.

O günlerin tanıklarından Yunus Nadi, “Meclis Nisan’ın 22’nci Perşembe günü açılacakken bu tarih özellikle 23 Nisan Cumaya alındı. Sebebi şudur” diyor: “Hasımlarımız bizi mağlup edebilmek için özellikle dine ve şeriata dayanıyorlar; bizi şer’en ‘asi’ ilan etmek hususunda çok ileri gidiyorlardı. Şeyhülislamlık makamının fetvaları hep bu esas ve maksada dayanıyordu. Damat Ferit bu yoldan yürüyordu. Hâlbuki Ankara’da vatan ve milletin kurtuluşu ve bağımsızlığı etrafında toplanan insanlar da dinsiz ve imansız kişiler değildi, onların içinde de hakiki din âlimleri vardı...” (Yunus Nadi, Birinci Büyük Millet Meclisi, s.30)

Dönemin tanıklarından Fahrettin Altay Paşa, “Açılış töreninin Cuma namazı ile birlikte dualar edilerek yapılması o zamanının zaruri icaplarındandı” diyor. (Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim; 10 Yıl Savaş ve Sonrası, s.238)

Kazım Karabekir Paşa, meclis açılışındaki dinsel töreni eleştirerek “Fetvaları takip eden muazzam anlaşmazlıklar ve yer yer başlayan ayaklanmalara karşı bir sigorta olarak” düşünülmüş olabilir diye yorumluyor. (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 656)

Atatürk ise Nutuk’ta, meclis açılışındaki bu dini töreni, “O gününün duygu ve anlayışına uymak zorunluluğu” ile açıklıyor.

Dini Kullanan Saraya Karşı Atatürk’ün Savunma Stratejisi


Atatürk, 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’yi açarken, “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir!” diyen saray fetvalarına, “Halife/padişaha isyan eden dinsizler” kara propagandasına, padişahçı iç isyanlara, Anzavur çetesine, Hilafet Ordusu’na karşı mücadele ediyordu. Bunun için her şeyden önce herkese Milli Hareketin “dine” ve “halifeye” karşı olmadığını göstermeliydi.

Atatürk, o günlerde içinde bulundukları durumu Nutuk’ta şöyle tasvir ediyor: “Millet ve ordu padişah ve halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve sadık. Millet ve ordu kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık nedeniyle kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramaktan yoksun. Bu inanca aykırı görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur.”

Atatürk, Osmanlı Saray Hükümeti’nin dinsel propagandasına karşı iki önemli hamle yaptı. İlk olarak sarayın ihanet fetvalarına, Anadolu’daki yurtsever din adamlarının karşı fetvasıyla cevap verdi. Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi), Şeyhülislam Dürrizade’nin 11 Nisan 1920 tarihli fetvasına, 16 Nisan 1920’de, 150’den fazla din adamının imzaladığı fetva ile karşılık verdi. (Bkz. Yunus Nadi, Birinci Büyük Millet Meclisi, s. 52-53)

Atatürk’ün, ikinci hamlesi ise TBMM’yi özellikle bir cuma günü görkemli bir dini törenle, kurbanlar kestirerek, dualar ettirerek açtırmak oldu.

Atatürk 1920’de TBMM’yi Dualarla Açarken!


Atatürk, 23 Nisan 1920’de TBMM’yi dualarla açarken;

Kendi ifadesiyle “O günün duygu ve anlayışına uygun olarak” hareket ediyordu.

Henüz laik bir devletin cumhurbaşkanı değil, ”Milli Mücahade” diye de adlandırılan bir “kutsal savaşın” sivil önderiydi.

Osmanlı Saray Hükümeti’nin, “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir!” fetvasına cevap veriyordu.

Kuvayı Milliyecilerin “Halife/padişaha isyan eden dinsizler, zındıklar” olmadığını göstermek istiyordu.

Kendi ifadesiyle “Ankara kapılarına çarpan isyan dalgalarının” yayılmasını önlemeye çalışıyordu.

Bir “din devleti” kurmayı değil, tam tersine –zamanı gelince- saltanat ve hilafete son verip milli iradeye dayanan laik bir cumhuriyet kurmayı amaçlıyordu.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın ardından aşama aşama devleti laikleştirdi: 1922’de saltanatı kaldırdı, 1923’te cumhuriyeti ilan etti, 1924’te hilafeti kaldırdı. 1928’de “Devletin dini İslam’dır” maddesini anayasadan çıkardı. 1937’de laikliği anayasaya koydu. Böylece her yönüyle laik bir devlet kurdu.

Atatürk, Laik Cumhuriyetin cumhurbaşkanıyken hiçbir zaman laikliğe aykırı davranmadı. 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulurken Fethi Bey’e, “Siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığı temelin laik Cumhuriyet esası” olduğunu belirtti. (Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, İkinci Bölüm, s. 48) O hiçbir zaman din ile siyaseti birbirine karıştırmadı; Laik Cumhuriyetin cumhurbaşkanı olduğunu hiç unutmadı.

Sözün özü şu: 2021’de “laik” Türkiye Cumhuriyeti’nde adli yılın dualarla açılması ile 1920’de, saltanatın, hilafetin devam ettiği, henüz cumhuriyetin ilan edilmediği, laik olmayan, saray fetvalarıyla Kuvayı Milliyecilerin “dinsiz, zındık, katli vacip” ilan edildiği, her tarafta hilafetçi isyanların çıktığı bir ortamda millet meclisinin dualarla açılması aynı şey değildir. İki olay, zamanı, zemini, amacı ve verdiği mesaj bakımından birbirinden çok farklıdır.