Bugün milli varlıkları satıp savanların, ülke kaynaklarını har vurup harman savuranların, Erken Cumhuriyet Dönemindeki yerli üretimden, yerli malı ve tasarruf bilincinden alacakları çok ders var.


Üç gün önce 2021 yılına girdik. 2021’de ülkemiz için en temel sorunun -Covid-19’u bir kenara bırakırsak- ekonomi olacağını öngörmek zor değil. Temel soru şudur: Türkiye Cumhuriyeti içine düşürüldüğü bu ekonomik darboğazdan nasıl kurtarılacaktır? Cevap, Cumhuriyetin kurucu felsefesinde gizlidir.

YOK EKONOMİSİ

Osmanlı’dan Cumhuriyete; yüzde 85’i yabancıların kontrolünde çok zayıf bir sanayi, yüzde 85’i köylerde yaşayan, yüzde 90’ı okuma-yazma bilmeyen, savaşların yarattığı yıkımla her şeyini kaybetmiş, salgın hastalıkların pençesinde bir halk ve bolca dış borç miras kaldı.

Osmanlı’dan Cumhuriyete kalan sadece dört büyük fabrika (Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikaları) ülke ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktı.

1923’te Cumhuriyet ilan edilirken yerli fabrika üretiminin yurt içi tüketimi karşılama oranı pamuklu kumaşlarda yüzde 10, yünlü kumaşlarda yüzde 40, ipekli kumaşlarda yüzde 5, sabunda yüzde 20, buğday ununda yüzde 60’idi. Porselen, cam, çatal, bıçak, kiremit gibi mallar bile ithalatla karşılanıyordu. Ülke üç beyaza (bez, şeker, un) muhtaç durumdaydı. Yeterli oranda ne demiryolu ne de kara yolu vardı. 40 bin köyün 37 bininde yol, dükkân ve okul yoktu.

On yılı aşkın süren savaşlarda ülke harabeye dönmüştü. Beşeri sermaye tamamen yok olmuştu. Salgın hastalıklar nüfusu bitirmiş, ülkenin hayvan varlığı dörtte bire düşmüştü. Ülkede ne sermaye, ne teknik bilgi, ne teknisyen, ne de kalifiye işçi vardı.

Atatürk, 19 Ocak 1923’te İzmit’te halka şöyle sesleniyordu:

Memlekete bakınız! Baştan sona kadar harap olmuştur. Memleketin kuzeyden güneye kadar her noktasını gözlerinizle görünüz. Her taraf viranedir, baykuş yuvasıdır. Memlekette yol yok. Memlekette hiçbir uygar kurum yoktur. Memleket, acı ve keder veren, gözlerden kanlı yaş akıtan feci bir görüntü arz ediyor. Milletin refah ve mutluluğundan söz etmek mümkün değil. Halk çok yoksuldur, sefil ve çıplaktır.”

Cumhuriyeti kuranlar bu ekonomik tabloyu düzeltmek zorundaydı. Bir taraftan yabancıların elindeki yatırımları millileştirmek, diğer taraftan ülke kaynaklarını harekete geçirerek yeni yatırımlar yapmak ve bu arada Osmanlı borçlarını da ödemek gerekiyordu.

1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde “bağımsız ekonomi” için bir yol haritası belirlendi. Öncelikle sermaye sorununu çözmek için Türkiye İş Bankası ve Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu.

İş Bankası (1924): Aynı zamanda bir yatırım bankasıydı. Banka, 1925’ten itibaren birçok ticaret, maden ve sanayi teşebbüsüne imza attı. Ayrıca ulusal sigortacılığı başlattı. Bu amaçla 1925’te Anadolu Sigorta’yı, 1928’de Milli Reasürans’ı kurdu.

Sanayi ve Maadin Bankası (1925): Osmanlı döneminde devlet tarafından işletilen fabrikalardan Cumhuriyete kalanlar bu bankaya devredildi. Banka, bu fabrikaları işletmeye başladı.

1933’te Sümerbank kurulunca Sanayi ve Maadin Bankası’nın elindeki fabrikalar Sümerbank’a devredildi. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nı hayata geçirme görevi de Sümerbank’a verildi. Sümerbank ülkenin değişik yerlerinde birçok fabrika kurdu. 1935’te maden işletmeleri için de Etibank kuruldu.

Atatürk, Osmanlı’nın ekonomik iflasından önemli dersler çıkarmıştı; yüksek faizle dış borç alarak devleti ayakta tutmanın mümkün olmadığını çok iyi biliyordu. Türkiye, Lozan’da dış borçlardan kurtulma sürecine girdi. Ancak 1929’da dünyada büyük bir ekonomik buhran baş gösterdi. Aynı yıl Türkiye Lozan’dan kaynaklı olarak gümrük tarifelerini belirlemeye başladı.

Cumhuriyeti kuranlar, olabildiğince dış borç almadan kendi ayakları üzerinde durmayı ilke edindiler.  Bunun için bir taraftan bankalar eliyle yeni yatırımlar yaparken, diğer taraftan tasarruf tedbirleri aldılar.

Bir Tasarruf Sembolü: İş Bankası Kumbarası


Erken Cumhuriyet Döneminde İş Bankası, israfa karşı tasarruf bilincinin sembolü olarak kumbarayı kullandı.  Zafer Toprak’ın ifadesiyle “Türkiye’de sembolik de olsa tasarruf kumbarayla başladı.”

İş Kumbarası fikri, İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’a aitti. İlk İş Bankası Kumbarası 1928 yılında piyasaya çıktı. 1933’te kumbara sayısı 50.000’i geçti.

İş Kumbarası Dergisi, S.4, 1932


İş Bankası, her çocuğun bir “İş Kumbarası”na sahip olması için kampanyalar düzenledi. İş Bankası, “İş Kumbarası” ile tasarruf bilincinin ailede en temelden, çocuklardan başlamasını sağladı. Böylece kumbara, Cumhuriyet çocuklarının tasarruf bilincine sahip bireyler olarak yetişmesinde etkili oldu. Kumbara sayesinde Anadolu halkının önemli bir bölümü de İş Bankası ile tanıştı. Çocuklarının kumbaraları için bankaya giden aileler, bankada kendileri için de hesaplar açtılar. Böylece tasarruf ve birikim ulusallaştı.

İş Kumbarası kısa sürede İş Bankası’nın en önemli reklam objesi haline geldi. İş Bankası’nın her türlü tanıtım aracında; gazetelerde, dergilerde, afişlerde, broşürlerde, tramvaylarda mutlaka İş Kumbarası’na yer verildi. İş Bankası “İş Kumbarası” ile özdeşleşti. İş Kumbarası için şarkılar söylendi, şiirler yazıldı. “İş Kumbarası Dergisi” ile kumbara çocuklara sevdirildi. Kumbaranın çocuklara sevdirilmesi, tasarruf düşüncesinin de çocuklara sevdirilmesi bakımından çok önemliydi.

İş Kumbarası


İş Bankası, İş Kumbarası ile çocuklara tasarruf alışkanlığı kazandırmakla yetinmedi, büyüklerin de tasarruf etmelerini sağlamak için “faiz” ve” ikramiye” gibi teşvik unsurları geliştirdi. Celal Bayar’ın önerisiyle 1930’dan itibaren İş Bankası, “tasarrufu teşvik ikramiyesi” uygulaması başlattı. Banka, en az 5 lirası olan kumbaralı hesap sahiplerine toplam 2000 lira “mükâfat” dağıttı. İş Bankası, teşvik ikramiyesi olarak sadece para dağıtmakla da yetinmedi, ayrıca mevduat sahiplerine ev, apartman, dükkân da dağıttı. Örneğin, İş Bankası 1948-1972 yılları arasında ikramiye olarak 1251 adet ev ve apartman dairesi dağıtmayı planlamıştı. Öyle ki, İş Bankası’nın, tasarruf sahiplerine dağıttığı binalardan İstanbul ve Ankara’da mahalleler oluştu.

İktisat ve Tasarruf Cemiyeti: (Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu)


En yüksek ölçüde tutumluluk ulusal amacımız olmalıdır” diyen Atatürk, 18 Aralık 1929’da Ankara’da kendi himayesinde, TBMM Başkanı Kazım (Özalp) Paşa’nın başkanlığında ve İktisat Bakanı Rahmi (Köken) Bey’in genel müdürlüğünde “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti”ni kurdurdu.

Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin kuruluş amaçları arasında halkı hesaplı ve tutumlu yaşamaya alıştırmak, yerli malların miktarını, kalitesini ve sürümünü artırmak, fiyatlarını ucuzlatmak, milli sanayi kurumlarını ve ürünlerini tanıtmak, kataloglar çıkarmak, yerli malı sergileri açmak, yerli malı ve tasarruf haftaları düzenlemek, yabancı ülkelerdeki sergilere yerli mallarıyla katılmak, milli sanayi ve ziraat kongreleri toplamak, geniş ölçüde milli iktisat ve tasarruf yayını yapmak gibi amaçlar vardı.

Cumhuriyet, 12 Kanunuevvel 1930


Atatürk, devletin önde gelen tüm siyasetçilerini ve aydınlarını bu cemiyete üye olup tasarruf etmeye ve yerli malı kullanımı konusunda halka örnek olmaya çağırdı.

Ülkede milli iktisat ve tasarruf seferberliği başlatıldı. Tasarruf, devletin en tepesinden başladı. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Atatürk Çankaya Köşkü’nde çay ve kahve ikramını bile kaldırdı.

TBMM Başkanı Kazım (Özalp), 21 Aralık 1929 tarihinde Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti konusunda şunları söyledi: “Çıkar yol milli iktisat yoludur... Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti faaliyete başlamıştır. Her tarafa cemiyetin nizamnameleri gönderilmiştir. Cemiyetin azası yerli malı kullanacaktır... Yabancı kumaştan mamul elbiseler eskiyinceye kadar giyilebilecektir. Fakat yeni elbiselerini yerli maldan yaptırmadıkları görülenlerin kim olursa olsun, derhal cemiyetten kayıtları silinecektir. Nüfusumuza göre yerli mensucat azsa, yeterli dereceye vardırılması için yeni fabrikalar kurulmasına, mevcutların genişletilmesine çalışılacaktır... Çaya, kahveye veda etmek ve yerine ıhlamur ikame etmek lazımdır...

Atatürk’ün himayesindeki cemiyet, her yıl “Vatandaş Yerli Malı Kullan”, “Vatandaş Para Biriktir” sloganlarıyla bütün okullarda “tasarruf haftaları” ve “yerli malı haftaları” düzenledi. Ankara’da şimdiki opera binasında “Yerli Malı Sergisi” açtı. Atatürk her yıl bu sergiyi gezerek orada ulusal ekonominin öneminden söz etti.

İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, 1932 yılı sonuna kadar il ve ilçelerde 250 şube açtı. Cemiyet 1932 sonuna kadar 3 yerli malı ve tasarruf haftası, 8 yerli malı sergisi, 1 sanayi kongresi, 1 ziraat kongresi ve 1’de ziraat teknik sergisi düzenledi. Cemiyet ayrıca Türkiye’yi temsilen Budapeşte ve Leipzig uluslararası sergilerine katıldı.

Cemiyet, amaçları doğrultusunda çok sayıda katalog, dergi ve kitap yayınladı. 1929-1932 arasında toplam 938.000 nüsha yayın yaptı.

Cemiyetin en önemli ve en etkili yayın organı, 1930’dan itibaren aylık olarak çıkarmaya başladığı “İktisat ve Tasarruf Dergisi”ydi. Derginin yayın müdürü Vedat Nedim Tör’dü. Dergi, 1 Aralık 1931 tarihli ilk sayısında “İlk Hedef Akdeniz’di... İkinci Hedef İktisat” başlığıyla çıktı. İktisat ve Tasarruf Dergisi, 1932 yılında 10.000 aboneye ulaştı. Dergide yerli malına önem verilmesi, yerli üretimin artırılması, para biriktirerek tasarruf edilmesi, israftan kaçınılması gibi konularda yol gösterici yazılara yer verildi. Örneğin, derginin Birinci Kanun 1932 tarihli sayısında Falih Rıfkı (Atay) “Üzüm, İncir, Fındık” başlıklı bir yazıda bu ürünlerin tüketilmesini öneriyordu. Dergi, özellikle israfla mücadele edilmesini istiyordu. Örneğin, derginin Haziran 1933 tarihli sayısında “İsraflı düğünlere karşı bir dövüşme savaşı açtık” başlıklı yazıda Denizli düğünlerinden örnek verilerek düğünlerde aşırı israftan kaçınılması isteniyordu. Dergide yer alan reklamlarda da yerli malı kullanımına vurgu yapılıyordu.

İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, dil devrimi sonrasında, 1936’da, adını “Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu” olarak değiştirdi. Kurum, 18 Ocak 1955’te Türk İktisat Cemiyeti ile birleşti.

Erken Cumhuriyet Döneminde, önce İş Bankası, sonra Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, çocuklardan başlamak üzere tüm toplumda bir tasarruf bilinci gelişmesini sağladı. İşte bu bilinç sayesindedir ki, II. Dünya Savaşı’nın o yokluk koşullarında ülke biriktirdikleriyle ayakta kalmayı başardı.

Atatürk ve dava arkadaşları savaş yorgunu, sanayileşmemiş, borçlu, yokluk ve yoksulluk içinde bir ülkeyi, çok değil, 15, 20 yılda kendi ayakları üzerinde durabilecek tam bağımsız bir ülke haline getirdiler. Bunu, bir taraftan yerli, milli üretimle, diğer taraftan yerli malı ve tasarruf bilinciyle sağladılar.  Onlar, kelimenin tam anlamıyla bir iktisat ve tasarruf cumhuriyeti kurdular.

Bugün neredeyse hiçbir şey üretmemelerine karşın milli varlıkları satıp savanların, ülke kaynaklarını har vurup harman savuranların, Erken Cumhuriyet Dönemindeki yerli üretimden, yerli malı kullanımından ve tasarruf bilincinden alacakları çok ders var.

KAYNAKÇA:


1- İktisat ve Tasarruf Dergisi, Birinci Kanun 1932, s.3; Haziran 1933, s. 5.

2- Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti Nizamnamesi, Ankara, 1929.

3- Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri, C.3, 4. bas.,  İstanbul, 2018.

4- Yaşar Semiz, Atatürk Döneminde İktisat Politikaları ve Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Konya, 1996.

5- Zafer Toprak, “Erken Cumhuriyet’te Tasarruf Anlayışı ve Yerli Malı Kullanımı”, Toplumsal Tarih, S.309, Eylül 2019, s. 16-22.