“Sen en büyük milletin büyük reisi Mustafa Kemal Paşa... Milletin senin omuzlarına yüklediği bu muazzam yükü, bu zafer alemini, bu milletin al bayrağını... Ta ilerilere götüreceksin... Tarihe namın altın harflerle geçecektir.” (Edirne milletvekili Şeref Bey, 5 Ağustos 1921)


Türk milleti, yüz yıl önce bugün, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla Anadolu’da bir varlık yokluk kavgasına girişti. 22 gün 22 gece süren bu büyük kavganın adı Sakarya Meydan Muharebesi’ydi. 100. yılında bugün, “vatan kurtaran zafer” Sakarya’yı anlatacağım.

SAVAŞ VE STRATEJİ

10 Temmuz 1921’de Yunan ordusunun büyük taarruzu Kütahya-Eskişehir Muharebeleri başladı. 13 Temmuz’da Afyon ve Bilecik Yunanlarca işgal edildi. 15 Temmuz’da Kütahya önünde şiddetli çarpışmalar oldu. Aynı gün kahraman yarbay Nazım Bey şehit oldu. Cephe yarıldı.

Atatürk, 18 Temmuz’da, Eskişehir’de Karacahisar Karargâhı’nda Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’yla görüştü. “Ordunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesini” istedi. Böylece hem ordunun erimesini önleyecek, hem Yunan ordularını Anadolu içlerine çekecek, hem de zaman kazanacaktı. Atatürk, geri çekilme kararıyla Eskişehir’in düşmana bırakılmasının yaratacağı siyasi etkinin de farkındaydı. Ancak askeri strateji açısından çekilmeyi zorunlu görüyordu. “Askerliğin gereğini tereddütsüz uygulayalım. Diğer sakıncalara karşı koyarız” diyerek çekilme kararını tereddütsüz uygulattı.

17 Temmuz’da Kütahya kaybedilmişti, 19 Temmuz’da Eskişehir Yunanlarca işgal edildi. 21 Temmuz’da Eskişehir’i geri almak için yapılan Türk taarruzu başarısız oldu. 22 Temmuz’da Türk ordusu geri çekilmeye başladı. Çekilme oldukça başarılıydı. 24 Temmuz’da Batı Cephesi Karargâhı Polatlı’ya taşındı. 25 Temmuz’da Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi tamamlandı. Atatürk, o günlerde çevresindekilere, “Ordu ayaktadır, sağlamdır. Çok değil, 20-25 gün daha vakit kazanalım. Onlara göstereceğiz. Behemehâl tepeleyeceğiz” demişti.

Atatürk’ün, tehlikeyi sezerek -bazı yerlerin kaybedilmesi pahasına- orduyu Sakarya’nın doğusuna çekmesi, sadece büyük komutanların verebileceği bir karardı. Org. Ali Fuat Erden şöyle diyor: “Bu manevraya ‘ihtiyari stratejik çekilme’ denir. Bunu yapabilmek için büyük manevi cesaret lazımdır. Harp tarihinde geri çekilmeyi emreden ve onu başarıyla yapan komutanlar, imha muharebesi yapanlardan daha nadirdir.” (Ali Fuat Erden, Atatürk, s.80)

Tarihi Sorumluluk: Olağanüstü Yetkili Başkomutan


Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde Atatürk’ün orduyu Sakarya’nın doğusuna çekmesi meclisteki muhalifleri harekete geçirdi. Yenilmiş orduyla birlikte Atatürk’ün de yenileceğini düşünen muhalifler Atatürk’ün ordunun başına geçmesini istediler. Buna karşı, ona gerçekten güvenenler de bu kritik aşamada orduyu ve milleti sadece onun kurtarabileceğini düşünerek bu isteği desteklediler.

Atatürk bir strateji dehasıydı, akıl adamıydı. Başkomutanlığı kabul etti. Ancak başkomutanlığı süresince meclisin bütün yetkilerini de fiilen kullanmak istediğini bildirdi. “Milli iradeye duyduğu saygıdan dolayı bu yetkilerin 3 ayla sınırlandırılmasını” istedi. Başkomutanlık Kanunu’na göre meclis isterse 3 ay dolmadan da yetkileri geri alabilecekti. Tartışmalardan sonra Atatürk, 5 Ağustos 1921’de meclis tarafından başkomutanlığa getirildi.

Atatürk, başkomutan olduğunda 40 yaşındaydı. Kürsüye geldi. Kendinden son derece emin, şunları söyledi: “Meclisin hakkımda gösterdiği emniyet ve itimada layık olduğumu zamanla göstermeye muvaffak olacağım. Milletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka mağlup edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu tam güvenimi, hem yüksek heyetinize, hem bütün millete ve bütün dünyaya karşı ilan ediyorum.”  Ordunun yenilip çekilip dağıldığının düşünüldüğü günlerde Atatürk’ün ağzından dökülen bu sözler çok büyük sözlerdi. Atatürk, sarsılmaz bir güvenle, meclise, millete ve dünyaya zafer kazanacağını ilan ediyordu. Sözünü tutacaktı.

Atatürk, 15 gün içinde, önce orduyu Sakarya’nın doğusuna çekerek, sonra olağanüstü yetkili başkomutan olarak meclisin, milletin, ordunun ve vatanın tüm sorumluluğunu üzerine aldı. Uygarlık tarihinde bu kadar zor bir zamanda bu kadar büyük bir yükün altına giren başka bir lider, başka bir komutan daha yoktur. Atatürk’ün, yenilen, geri çekilen ve bozguna uğrayacağı düşünülen bir ordunun başkomutanlığını kabul ettiği unutulmamalıdır.

Atatürk, başkomutan olduğu 5 Ağustos günü bir bildiri yayınladı. Bu bildiriyle, meclisin ve milletin kesin iradesinin, Yunan ordusunu ana yurdumuzun “harimi ismetinde (temiz koynunda) boğarak” kurtuluş ve bağımsızlığı elde etmek olduğunu bildirdi.

Savaş Hazırlıkları


Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde ordunun durumu hiç iyi değildi. O günlerde cepheyi gezen milletvekillerinin anlattığına göre askerin pek çoğunda çarık yoktu, asker yalın ayaktı. Gece soğuktu ancak askerin kaputu yoktu. Askerin yüzde 80’inde elbise yoktu. Var olanlar da eskiydi. Kimi askerler sivil giysiler içindeydi. İç çamaşırı yoktu. Su yoktu. Askerin birçoğu matarasızdı. Kırbaları, fıçıları eksikti. Tütün yoktu. Erler ot içiyordu. Sigara kâğıdı yoktu. Posta hizmeti aksaktı. Askerin yüzde 20’sinin süngüsü yoktu. Birçok süvarilerin kılıcı yoktu. Ağır yaralıları taşıma olanağı yoktu. Geri hizmetler iyi değildi. Asker aileleri geçim sıkıntısı içindeydi. (Sina Akşin, Savaş ve Etnik Temizlik, s. 372-375) Un bulamayan insanlar kaynamış ve kavrulmuş buğdayla karınlarını doyuruyordu. En önemlisi de cephede askere ihtiyaç vardı. Genelkurmaya göre Kütahya, Eskişehir ve Sakarya muharebeleri sırasında kaçak sayısı 48.335 kişiye yükselmişti. (Türk İstiklal Harbi, C.7, s.356) Acil 20 bin asker gerekiyordu.

İşte bu yokluk içinde Başkomutan Atatürk, 7/8 Ağustos 1921’de Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni yayınladı. Buna göre bedeli sonradan ödenmek üzere halkın elindeki yiyecek, giyecek maddelerinin yüzde 40’ı, öküz ve at arabalarının yüzde 10’u, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde 20’si, ayrıca her evden bir kat çamaşır, birer çift çorap, çarık istendi. Türk halkı başkomutanın çağrısına kayıtsız kalmadı, elinde avucunda ne varsa orduya verdi.

Sevkiyat ve Nakliyat Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırıldı. Konya’ya ek olarak Çorum, Yozgat, Kırşehir, Sivas ve Kayseri’de ambarlar kuruldu. Cepheye silah ve cephane nakli organize edildi. Cephenin ekmek ihtiyacı için uygun yerlerde fırınlar inşa edildi. El Cezire ve Doğu cephelerinden Batı cephesine silah, cephane, araç, gereç, askeri kuvvet getirildi. İstanbul’dan Anadolu’ya silah, cephane, araç, gereç kaçırıldı. Sovyet Rusya’dan alınan silah cephanenin bir kısmı geldi. Ordu mevcutları artırıldı. (Türk İstiklal Harbi, C.7, s. 331-382)

Bu ölüm kalım savaşı, Atatürk’ün tabiriyle ancak “topyekûn savaş” mantığıyla kazanılabilirdi. Bunun için yine Atatürk’ün ifadesiyle “Cephedeki ordu kadar cephe gerisindeki tüm halk seferber edilmeliydi” edildi de...

Gazi Mareşal Mustafa Kemal (Atatürk) Kurtuluş Savaşı sırasında...

Savaş Kazandıran Strateji: “Sathı Müdafaa”


Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde düşman Ankara’nın 80 km. yakınlarına gelmişti. Şimdiki hedefleri Ankara’yı ele geçirmekti. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinin üzerinden bir ay bile geçmemişti. Yunan Genelkurmayına göre bu kadar kısa sürede Türk orduları yeni bir savaşa hazırlanmış olamazdı. Yunanlar zaferden emindi.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde orduların durumu şöyleydi:

Yunan ordusu: 120.000 er, 3.780 subay, 57.000 tüfek, 2.768 makineli tüfek, 1.350 kılıç, 386 top, 3.800 hayvan, 600 adet 3 tonluk kamyon, 240 adet 1 tonluk kamyon ve 18 uçak.

Türk ordusu: 96.326 er, 5.401 subay, 54.572 tüfek, 825 makineli tüfek, 1.309 kılıç, 196 top, 32.137 hayvan ve 2 uçak. (Türk İstiklal Harbi, C.7, s. 331)

Görüldüğü gibi Türk ordusunda kamyon yoktu. Uçak da yok denecek kadar azdı. Yunan ordusu nerdeyse her bakımdan üstündü.

12 Ağustos’ta Fevzi Paşa’yla birlikte Polatlı’daki cepheye giden Atatürk, 16 Ağustos’ta İnler Katrancı yakınlarında atından düşerek yaralandı. İki kaburgası kırıldı. Sadece bir gece Ankara’da kaldı. 17 Ağustos’ta Malıköy yakınlarında Alagöz’deki karargâha gitti. Savaşı buradan yönetecekti.

Başkomutan Atatürk iyice geriye, Ankara yakınlarına, Polatlı-Haymana’ya, Mangal Dağı’na sırtını dayayıncaya kadar geri çekilecekti. Bu, Atatürk’ün “Sathı Müdafaa” stratejisiydi. Kendi ifadesiyle; düşmanı boğmak için “Anadolu’nun harim-i ismetine” çekiyordu. Böylece düşmanı 100 km’lik alanda 20 km’lik derinlikte sürekli hareketli biçimde savaşmak zorunda bırakacaktı. Savaşı, hiçbir zaman durağan bir mevzi muharebesi haline getirmeyecekti.

14-23 Ağustos 1921 arasında Yunan orduları ilerledi. Türk orduları ise Atatürk’ün stratejisi gereği hep geri çekildi. İki ordu 23 Ağustos 1921’de karşı karşıya geldi. 24 Ağustos’ta Mangal Dağı, 26 Ağustos’ta Türbetepe Yunan ordularının eline geçti. Atatürk, TBMM’nin gerekirse Kayseri’ye taşınmasını emretti. Ancak Yunan taarruzu önlenince bu emri uygulatmadı.

100 km’lik cephede gerçekleşen muharebede ordunun sol kanadı Ankara’nın 50 km güneyine kadar çekildi. Ordunun yönü değişti.  27 Ağustos’ta, Yusuf İzzet Paşa’nın, “Bu hat giderse hangi hattı savunacağız?” demesi üzerine Başkomutan Atatürk, “Sath-ı Müdafaa” stratejisini şöyle açıkladı:

Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder...” Bu stratejiyi ordulara emir olarak da bildirdi.

Yunan orduları 30-31 Ağustos’ta şiddetli hücumlarını sürdürdü. 2 Eylül’de Çaldağı Yunan ordularının eline geçti. Atatürk, Fevzi Paşa’nın da fikrini alarak, geri çekilmeye son verdi. Türk orduları Haymana’da savunma düzeni aldı. 2-3 Eylül’deki Yunan taarruzları sonuçsuz kaldı.

9 Eylül’de Başkomutan Atatürk, bazı silah arkadaşlarıyla Polatlı’nın kuzeyindeki Zafertepe’ye geldi. Gerekli hazırlıkları yaptı. 10 Eylül’de Beylikköprü doğusundan Türk karşı taarruzunu başlattı. 10 Eylül’de Duatepe, 12 Eylül’de Çaldağı ve Mangal Dağı kurtarıldı.

13 Eylül’de Yunan orduları kentleri yakıp yıkarak geri çekilmeye başladı. Yunan ordusu, bazı kaynaklara göre mevcudunun üçte birini, bazılarına göre yarısını savaş alanında bıraktı. Türk ordularının cephanesi azalmıştı. Bu nedenle takip hareketi istenilen sonucu vermedi.

Sakarya’nın Sonuçları


Sakarya sonunda Yunan ordusu maddi manevi olarak sarsıldı. Fransa Başbakanı Briand, barış yapılmasını istedi. İngiliz Başbakanı Lloyd George bile Sevr ruhuna veda etmek gerektiğini bildirdi. (Sevr, padişah onaylamadığı için değil, Sakarya kazanıldığı için geçersizdir). İtalya Dışişleri Bakanı, Yunan hükümetinden fedakârlık istedi. İtalya, Anadolu’dan çekildi. Yunanistan, arkasındaki emperyalist desteği büyük oranda kaybetti. Sovyet Rusya ve Hindistan halkı, Türk Kurtuluş Savaşı’nı destekliyordu.

Atatürk, askeri zaferi diplomatik zaferlerle taçlandırmayı bildi.

13 Ekim 1921’de Türkiye, Ermenistan, Gürcistan, Sovyet Rusya arasında Kars Antlaşması imzalandı. Böylece Doğu sınırı belirginleşti.

20 Ekim 1921’de Türkiye-Fransa arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Fransa güney illerini boşaltıp çekildi. Hatay hariç Türkiye-Suriye sınırı çizildi. Böylece Türkiye karşısında İngiltere yalnız kaldı.

23 Ekim 1921’de İngiltere ile Türkiye arasında esir değişimi antlaşması yapıldı. Malta esirleri kurtarıldı. Sakarya’daki Yunan yenilgisi İngiltere’ye geri adım attırdı.

Atatürk, Batılı devletlerin ağzını yoklamak için Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’i Avrupa’ya gönderdi. Yusuf Kemal Bey, Batı başkentlerinden eli boş döndü. Büyük Taarruz’dan başka kurtuluş çaresi yoktu.

Yunan ordusunun artık toparlanamayacağını anlayan İngiltere, Sevr’i yumuşatan barış teklifleri hazırlayıp Türkiye’ye sundu. TBMM, tam bağımsızlığa aykırı bu teklifleri reddetti.

Sakarya Muharebesi sonrasında TBMM, Başkomutan Atatürk’e “gazi” ve “mareşal” unvanları verdi. Sakarya Zaferi’yle halkın başkomutana, orduya, meclise ve kesin zafere inancı arttı.

★★★

Sakarya, vatan kurtaran zaferdi. Falih Rıfkı Atay şöyle diyor: “Ben şimdi İstanbul’un bir köşesinde bu satırları, Sakarya Savaşı’nı kazandığımız için yazabiliyorum. Bu sırada siz İstanbul denizini hala o zafer şerefine seyrediyorsunuz.” (F. Rıfkı Atay, Çankaya, s. 339)

Sakarya Zaferi’nin 100. yılında Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü, İsmet İnönü’yü, Fevzi Çakmak’ı, tüm komutanları ve Sakarya şehitlerini saygıyla, rahmetle anıyorum. 100. yılında Sakarya Zaferi’ni unutanları ise “utançlarıyla” baş başa bırakıyorum. Utanmaları yok mu? Çok haklısınız!